nihâyet yavuz sultan selim padişah olunca, şuurlu âlim ibn-i kemal'in de yerinde ikazlarıyla hem islâm birliğini bozan ve hem de doğudaki sünnî kürt ve türkmen aşiretlerini rahatsız eden safevî tehlikesini bertaraf etmeye azmetti. allah'ın yardımıyla 1514 tarihinde kazanılan çaldıran zaferi ile, şah ismail'in anadolu üzerindeki siyasî ve dinî emellerine son verildi. bu mühim zaferin kazanılmasında tamamen sünnî olan ve gazada yavuz selim'in yanında yer alan sünnî kürt ve türkmen aşiret beylerinin de büyük rolü vardı. anadolu'nun ve hatta musul ve kerkük civarının da osmanlı devleti’ne katılması gerekiyordu. bu iş nasıl yapılmalıydı? kılıçla ve savaş yoluyla bu mümkün değildi. zira bunlar da hem müslüman ve hem de ehl-i sünnet vel-cemaat idiler. bununla beraber, bu bölgenin kendi başına kalması, hem mahallî halkın güvenliği açısından tehlikeli ve hem de osmanlı devleti'nin de müslüman bir ülke olması; islâm'ın kahramanca müdafaasını yapan böyle bir devlete itaat etmenin siyasî ve hukukî açıdan bir farklılık meydana getirmeyeceği ve hem de islâm birliğinin teşekkülü gibi gayelerle münferiden hareket edilemeyeceği ortadadır.
işte bu hakikati idrak eden kürt ve türkmen beyleri, istimal et ile yani kendi meyil ve arzuları ile, osmanlı devleti'ne itaat etmenin zaruretini anlamışlardır. büyük âlim idris-i bitlisi tarafından padişah'a yapılan telkinler neticesinde, doğu ve güneydoğu bölgesinin tamamı, bir iki ay içinde osmanlı devleti’ne iltihak etmişti.
osmanlı devleti'nin değişmeyen siyasetinin kaynağı ve dayandığı hukukî temeli, islamiyet’in getirdiği hükümlerdi. osmanlı devleti, kur’an, sünnet, icma ve kıyas yoluyla vaz’ edilen hukukî hükümler yanında, islâm hukukunun müsaade ettiği ölçüde her mahallin örf ve âdetlerine de hürmet gösteriyordu. bu sebeple, osmanlı devleti’ne tâbi’ olan bir müslüman beylik, dâhilde ve hâriçte, farklı bir sistemle karşılaşmıyordu. mesela, doğudaki kürt ve türkmen aşiretleri, osmanlı devleti’ne iltihak etmekle bir şey kaybetmemişlerdi; belki kazanmışlardı. işte osmanlıya bağlılığın sırrı burada yatıyordu.
daha önce de izah ettiğimiz gibi, osmanlı devleti sahip olduğu topraklar üzerinde, ırka ve maddî sömürüye dayanan bir ayırıma gitmiyordu. zira topraklarının dahilinde bulunan her yer dâr’ül-islâm sayılıyor ve bütün müslüman ahali de bu ülkenin aslî vatandaşı kabul ediliyordu. zaten osmanlıyı avrupa'dan ayıran en önemli hususiyet de buydu. osmanlı topraklarında yaşayan insanların arasında düşünülebilecek en önemli farklılıklar, bazı örf âdetlere münhasırdı. rengi ve şekli farklı olsa da bütün müslüman osmanlı ahalisi, yemede, içmede ve hatta giymede dahi aynı dinin esaslarına tabi’ oldukları için, aralarında ihtilafa vesile olacak ciddî bir şey mevcut değildi. mesela, müslüman türklerle kürtler arasında mevcut olan bazı ufak ve önemsiz farklılıklar dışında, aralarında dinî, ahlaki, kültürel ve coğrafî çok büyük azamî müşterekler vardı. bu sebeple de doğu anadolu'nun siyasî, dinî, kültürel ve idarî bütünlüğünü bozmak ve parçalamak maksadıyla içerde ve dışarıda yapılan faaliyetlerin, bölge halkı arasında müessir olması çok zordu.
çaldıran zaferini takip eden 1516 yılında, yavuz sultan selim, kendisine doğu anadolu'nun fethedilmesini tavsiye eden meşhur âlim ve tarihçi idris-i bitlisî'ye, doğu ve güneydoğu bölgelerinin osmanlı devleti'ne ilhakı için vazife veriyordu. böylesine ehemmiyetli bir zamanda islâm birliğinin zaruretine inanan başta bitlis hâkimi şerefüddin bey, hizan meliki emir davud, hısn-ı keyfâ emiri eyyubilerden ii. halil, imâdiye hâkimi sultan hüseyin olmak üzere 25-30 tane kürt beyi (ümerây-ı ekrâd), osmanlı devleti'ne itaat arzularını padişaha iletmişlerdi. şah ismail'in diyarbakır muhasarası için gönderdiği orduyu on bin kişilik idris-i bitlisi kumandasındaki gönüllü birliklerle hezimete uğratan aynı beyler, bu hâdiseden önce şiilerin diyarbakır’ı muhasara altına almaları üzerine, yavuz sultan selim'e tarihçe müsellem olan tarihî arizayı, yardım talep etmek ve osmanlı devleti'ne itaat etmeden huzur bulamayacaklarını ifade etmek gayesiyle göndermişlerdir.
“can ü gönülden islâm sultan’ına biat eyledik, ilhâdları zahir olan kızılbaşlar’dan teberru eyledik. kızılbaşların neşrettiği dalalet ve bidatleri kaldırdık ve ehl-i sünnet mezhebi ve şafi mezhebini icra eyledik. islâm sultan’ının namı ile şeref bulduk ve hutbelerde dört halifenin ismini yâda başladık. cihada gayret gösterdik ve islâm padişahının yollarını bekledik.
bu muhlis ve size itaat eden bendelere yardım edesiniz. bizim beldelerimiz kızılbaş diyarına yakındır, komşudur ve hatta karışıktır. nice yıllar bu mülhidiler, bizim evlerimizi yıkmışlar ve bizimle savaşmışlardır. sadece islâm sultan’ına muhabbet üzere olduğumuz için, bu inancı saf insanları o zalimlerin zulümlerinden kurtarmayı merhametinizden bekliyoruz. sizin inayetleriniz olmazsa, biz kendi başımıza müstakil olarak bunlara karşı çıkamayız. zira kürtler, ayrı ayrı kabile ve aşiret tarzında yaşamaktadırlar. sadece allah'ı bir bilip muhammed ümmeti olduğumuzda ittifak halindeyiz. diğer hususlarda birbirimize uymamız mümkün değildir. sünnetullah bizde böyle cari olmuştur.”
bu mektup üzerine konya beylerbeyisi hüsrev paşa kumandasında ve idris-i bitlisî'nin manevî yardımlarıyla toplanan on bin kişilik gönüllüler ordusu, şah ismail'in diyarbakır’ı muhasara altına alan ordularını tarumar eylemiştir. xx. asrın idris-i bitlisî'si olan bediüzzaman 1910'larda osmanlı devleti'ne karşı isyan etmek isteyen kürt aşiret reislerine hitaben diyor:
“altı yüz seneden beri tevhit bayrağını umum âleme karşı yücelten ve millî âdetlerini terk ederek ihtiyarlanan bizim şanlı türk pederlerimize, kuvvet ve cesaretimizi hediye edelim. ona bedel, onların akıl ve marifetinden istifade edeceğiz ve asaletimizi de göstereceğiz. elhâsıl, türkler bizim aklımız, biz onların kuvveti; hep beraber bir iyi insan oluruz. dik başlılık etmeyeceğiz ve kendi başına hareket yapmayacağız. bu azmimizle başka milletlere ibret dersi vereceğiz. iyi evlat böyle olur... ittifakta kuvvet var, ittihada hayat var, uhuvvette saadet var, hükümete itaatte selâmet var. ittihadın sağlam ipine ve muhabbet şeridine sarılmak zaruridir.”
diyarbakır’ın safevî devleti'nden alınmasından sonra kürt beyleri arasındaki gayretlerini sürdüren büyük âlim idris-i bitlisi, bu faaliyetlerinin neticesinde kısa zamanda doğu ve güneydoğudaki kürt ve türkmen beylerinin osmanlı devleti'ne itaatlerini temin eylemiştir.
idris-i bitlisi vasıtasıyla doğu ve güneydoğu anadolu bölgelerinin kısa bir zaman içinde ve hem de yerli beylerin istek ve arzularıyla osmanlı devleti'ne ilhak edildiğinin haberini alan yavuz sultan selim, bu büyük âlimi taltif etmek üzere kendisine bir ferman gönderir. mektubunun başında diyarbakır vilayetinin sulh ile ve istim alet yolu ile fethine vesile olduğu için idris-i bitlisî'ye teşekkür eder. sonra da manevi takdirleri yanında ona gönderdiği bazı maddî hediyeleri zikreder. osmanlı devleti'ne kendi arzularıyla tâbi olan beylerin ve bunlara bağlı olan sancakların miktarlarını ve tahrirî bilgileri hazırlamasını emreder. diyarbakır beylerbeyi bıyıklı mehmet paşa'ya beyaz hükm-i şerifler gönderdiğini ve osmanlı devleti'ne bundan sonra da tâbi olacak olan bey olursa, gönderilen tuğralı beyaz kâğıtlar kullanılarak onlara beratlarının yazılmasını emreder. yani bugünün vilâyetleri ve hatta devletleri, kendi arzu ve istekleriyle ve hem de birer mektup ile osmanlı devleti'ne bağlanmaktadır. devlete bağlanan beyler arasında ihtilaf ve ihtilal vuku bulmaması için gereken tedbirlerin alınmasını ve inam ve ihsanların da ona göre yapılmasını ister.
mektubun sonuna doğru, anadolu'yu şiileştirmek isteyen şah ismail'in kendisine elçiler gönderdiğini, bin bir türlü yağcılıklar yapıp sulh istediğini, ancak onun sözlerine ve ıslah olduğuna inanılmaması icap ettiğini belirterek gerekli tedbirlerin ihmal edilmemesini emretmektedir.
bu gayretlerin neticesinde, yıllar sürecek harplerle elde edilemeyecek zaferlere ulaşıldı. şark diye adlandırabileceğimiz ve bugün doğu anadolu, güneydoğu anadolu, musul ve kerkük’ten itibaren kuzey irak ve halep’i de içine alan kuzey suriye bölgelerinde yaşayan çok sayıda arap, türkmen ve kürt aşiretleri osmanlı devleti'ne iltihak eylemiştir. bu iltihaklardan bazılarını beraber görelim:
1) kürt ve türkmen beylerinden istim alet ile kendi meyil ve arzuları ile itaat eden 25'den fazla aşiretten ve reislerinden bazıları şunlardır: bitlis hâkimi emir şerefüddin; hizan meliki emir davud, hısn-ı keyfâ emiri melik halid; imadiye hâkimi sultan hüseyin, cezire hâkimi şah ali bey; çemişgezek hâkimi melik halil, pertek hâkimi kasım bey... ayrıca suran, urmiye, atak, cizre, eğil, garzan, palu, siirt, meyyafarakin, sason, sincar, çermik, malatya, urfa, besni, harput, mardin ve benzeri yerlerdeki aşiretler de arka arkaya osmanlı devleti'ne iltihâk etmişlerdir.
2) kürt ve türkmen aşiretleri gibi, güneyde yer alan arap aşiretleri de yine kendi irâdeleriyle osmanlı devleti'ne iltihâk etmişlerdir. aralarında ibn-i harkuş, ibn-i said, benî ibrahim, benî sâyim, benî atâ aşiretleri, safed ve gazze şeyhleri ile haleb ileri gelenlerinin bulunduğu seçkin bir temsilciler heyetinin yavuz'a takdim ettikleri ve aslı topkapı sarayı’nda bulunan şu itaat mektubu çok manidardır:
“bizler, canlarımız, mallarımız, iyilimiz ve dinimizin emniyeti için size itaati arzuluyoruz. ilamı tatbik ve adâleti tesis için sizin hâkimiyetinizi zaruri görüyoruz “.[1]
yavuz sultan selim ve kürtler konusunda ileri sürülen önemli fikirlerden biri de yavuz sultan selim’in doğuda bağımsız bazı küçük kürt devletlerine müsaade ettiği ve asırlarca bu devletlerin varlığını sürdürdüğü iddiasıdır. bu konuyu da önce osmanlı devleti’nin doğuda kurduğu idare tarzı nasıldı onu kısaca açıkladıktan sonra, bu iddiaların doğru olup olmadığına işaret edelim. esasen bu iddiaların da osmanlı devlet teşkilâtını bilmemekten ve konu ile ilgili bazı belgeleri yanlış yorumlamaktan kaynaklandığını hemen burada işaret edelim.
bilindiği gibi, osmanlı devleti'nin idarî yapısının temelini kaza, sancak ve eyaletler teşkil ediyordu. ancak osmanlı devleti, bugünün amerika’sı gibi, mutlak bir merkeziyetçilikten tamamıyla uzak bir anlayışa sahipti ve idaresi altına aldığı bölge ve cemiyetleri, çeşitli özelliklerine göre farklı idare tarzlarına tabi tutuyordu. yani eyalet ve sancakların istanbul'a olan bağlarında ayrı ayrı statüler söz konusuydu. işte osmanlı devleti, çaldıran zaferi’nden sonra doğu anadolu'da diyarbakır merkez kabul edilerek musul, bitlis, mardin ve harput da dahil olmak üzere bütün doğu anadolu'da gayet geniş bir eyalet meydana getirmişti. kanunî süleyman devrinde yeni bir düzenleme yapılarak van'da ayrı bir eyalet daha teşkil olundu.
doğu anadolu'daki sancakları, idare tarzı açısından, her iki eyalette de üç ana guruba ayırmak mümkündü. bunları kısaca özetlemekte yarar görüyoruz.
birinci gurup, klasik osmanlı sancakları şeklindeydi. yani osmanlı devleti'nin diğer bölgelerinde tatbik edilen idare usulü burada da cari idi. sancakbeyleri doğrudan merkezden tayin olunurlardı ve herhangi bir imtiyaza sahip değillerdi. bu sancaklar tımar sistemine dahildi. diyarbakır ve van eyaletlerindeki bu tür sancaklar, umumiyetle aşiret yapısı kuvvetli olmayan yerlerde teşkil edilmiştir. diyarbakır eyaleti’nde merkez amid, harput, hasankeyf, akçakale, sincar, zaho, ergani ve çemişkezek sancakları ile van eyaleti’ndeki erciş ve adilcevaz sancakları, bu tür sancakların başlıca örneklerini teşkil ederdi.
ikinci gurup, yurtluk ve ocaklık tarzındaki sancaklardır. fetih esnasında bazı beylere hizmet ve itaatleri karşılığında, devamlı olarak sancak ve has şeklinde tevcih edilmiştir. bunlara ekrâd sancakları da denir. hatta kürdistan eyaleti sancakları da denmektedir. bunlar klasik osmanlı sancaklarından farklıdırlar. zira sancakların idaresi genellikle bölgeye eskiden beri hâkim ola-gelen nüfuzlu, eski mahallî beyler ve hanedanlara terk edilmiştir. hayat boyu sancakbeyi olan bu idareciler vefat ettiğinde, yerlerine oğulları veya diğer yakınlarından biri geçmektedir. devlete ihanet ettikleri takdirde değiştirilebilmektedirler. seferde beylerbeyi’nin hizmetine girmekle mükelleftirler ve bu memleketlere merkezden kadı tayin edilir. arazileri tımar nizamına tabidir. imtiyazlı sancaklar da diyebileceğimiz bu sancaklardan diyarbakır eyaleti’ne bağlı 13 ve van eyaletine bağlı olarak da 9 adet mevcut idi. çermik, pertek, kulp, mihrani, siirt ve atak diyarbakır’a bağlı bu tür sancaklardandırlar. mukus ve bargiri de van'a bağlı bu tür sancaklardandırlar.
üçüncü gurup ise, hükümet adı verilen sancaklardır. bunların idaresi, fetih esnasında gösterdikleri hizmetlerden dolayı tamamen yerli beylere terkedilmiştir. sancakbeylerinin tayinine merkezî idare asla karışmaz ve ellerine verilen ahitnameler gereğince, bunlar azla ve nasb edilemezler. arazisinde tımar nizamı cari değildir. dahilde tamamen müstakil olan bu bölgeler, hariçte yani askeri ve siyasi alanda bölgedeki osmanlı beylerbeyine tabidirler. diyarbakır eyaletinde hazzo, cizre, eğil, tercil, palu ve genç sancakları; van eyaletinde ise, bitlis, hizan, hakkâri ve mahmûdi sancakları bu mahiyette osmanlı sancaklarıdır. yani bunlar, bağımsız birer devlet tarzında değil, sadece icranın başı olan beyin tayini ile arazinin statüsünün tespitinde müstakil yetkilerle donatılmışlardır. zaten toprak itibariyle de diyarbakır veya van eyaletinin içine serpiştirilmişlerdir.
kısaca özetlediğimiz bu sistem, daha ziyade doğu anadolu’da ’da uygulana gelmiştir. sebebi bu bölgede daha önce müstakil veya iran’a bağlı beylerin fetih esnasında osmanlı devleti'ne sadakat göstermeleri ve en önemlisi de hem itikadı açıdan ve hem de amelî açıdan, osmanlı devleti ile aralarında herhangi bir farkın bulunmamasıdır. başlangıçta hizmet ve sadakat karşılığı verilen bu sancakların durumu, daha sonra ailelerin tasarrufuna bırakılmış ve tanzimat dönemine yani 1840'lara kadar bu hal aynen devam etmiştir.