osmanlı imparatorluğu tarihi hakkında bilgiler listesi

osmanlı imparatorluğu tarihi hakkında bilgiler listesi için eklenen 26 entry bulunmaktadır.
 

orhan gazi.

orhan gazi 1281 yılında doğdu. babası osman gazi, annesi kayı aşiretinin ileri gelenlerinden ömer bey'in kızı mal hatundu. orhan gazi, sarı sakallı, uzunca boylu, mavi gözlüydü. yumuşak huylu, merhametli, fakir halkı seven, ulemaya hürmetli, dindar, adaletli, hesabını bilen ve hiçbir zaman telaşa kapılmayan, halka kendisini sevdirmiş bir beydi. sık sık halkın arasına karışır, onları ziyaret etmekten çok hoşlanırdı.
orhan gazi, babası osman gazi'nin 1326'da vefatı üzerine beyliğin başına geçti. orhan gazi 1346'da bizans imparatoru vi.yoannis kantakuzinos'un kızı teodora ile evlendi.
ayrıca, yarhisar tekfur'unun kızı holofira, bilecik tekfuruyla evlendirilirken, düğün basılıp holofira esir alındı ve orhan gazi ile evlendirildi. müslüman olduktan sonra adı nilüfer hatun olarak değiştirildi; bu evlilikten, ileride osmanlı devletinin üçüncü hükümdarı olacak murad hüdavendigar doğdu.

erkek çocukları: süleyman paşa, murad hüdavendigar, ibrahim, halil, kasım
kız çocukları: fatma hatun

askeri başarılar:

savaşlarda daima ordusunun başında bulunan orhan gazi'nin siyasi ve askeri en önemli başarısı kuşkusuz bursa'nın 6 nisan 1326'da alınmasıydı. alaaddin ali bey'i kendine vezir atayan orhan gazi, orhaneli kazasını ele geçirerek, bursa önlerine geldi ve şehri kuşattı. şehir, ciddi bir çatışmaya girmeden teslim alındı. devletin merkezi bilecik'ten bursa'ya nakledildi.

akçakoca, karamürsel, abdurrahman gazi gibi öncü komutanlar ise kandıra, aydos ve semendire kalelerini aldılar. böylece osmanlı sınırları karadeniz ve istanbul boğazı'na doğru genişletildi. 15 yaşından beri hayatı savaşlar ve zaferlerle geçen orhan gazi askeri bir düzenleme yaparak 1328 yılında "yaya" ismini verdiği bir ordu kurdu.

osmanlıların kocaeli yarımadasındaki kaleleri alarak, istanbul boğazı'na kadar gelmeleri, bizans imparatorluğunu telaşlandırdı. imparator iii. andronikos, hem fethedilen kaleleri geri almak hem de kuşatılmış olan iznik'i kurtarmak için bir ordu hazırladı. orhan gazi iznik'te bir miktar kuvvet bırakarak bizanslılara karşı harekete geçti. iki ordu palekonon'da (maltepe) karşılaştı, yapılan palekonon savaşında bizans ordusu yenildi (1329).

kazanılan bu önemli zaferden sonra orhan gazi, iznik kuşatmasına devam etti. bizans imparatorluğundan ümidini kesen iznik kumandanı bazı şartlarla teslim olacağını bildirdi. orhan gazi ileri sürülen şartlara uyulacağına ve halka iyi davranılacağına dair söz verdi. hristiyanlığın en önemli kentlerinden biri olan iznik böylece türk hakimiyetine girdi (1330).

orhan gazi fetihlere devam ederek; 1331'de taraklı, göynük ve mudurnuyu, 1333'de gemlik'i osmanlı topraklarına kattı. orhan gazi 1337'de önemli bir ticaret merkezi olan izmit'i ve çevresini (koyunhisar, hereke, yalova, armutlu) fethetti ve buranın idaresini oğlu süleyman paşa'ya verdi.
1342 yılında balıkesir yakınlarındaki rumlara ait kirmasti, mihaliç ve ulubat kaleleri fethedilince karesioğulları beyliği ile sınır komşusu olunmuştu. orhan gazi karesioğulları beyliğindeki taht kavgalarından yararlanarak bu beyliğin topraklarını ele geçirdi (1345). karesi beylerinden hacı ilbey ile evrenos gazi, osmanlı hizmetine girdiği gibi, beyliğin donanması da osmanlı devletine katıldı. marmara adaları, üsküdar ve kadıköy fethedildi(1352). 1354 yılında ise gerede beyliği ele geçirildi ve ankara ilk kez fethedildi.

idari düzenlemeler:
orhan gazi, babası osman gazi'den 16.000 km.kare olarak aldığı devlet topraklarını oğlu murad hüdavendigar'a 95.000 km.kare olarak devretti. orhan gazi devletin bir idare sistemi olması gerektiğini düşünüyordu, bu amaçla teşkilat işini alaaddin paşa ile şeyh edebali'nin bacanağı çandarlı kara halil paşa'ya verdi. orhan gazi devlet teşkilatı içinde üç önemli nokta üzerinde duruyordu; bunlar para, ordu ve kıyafetti. fethettiği yerlere adli ve idari işler için kadılar, askeri işler için subaşılar tayin etti. ilk osmanlı parası, 1326 yılında orhan gazi tarafından basıldı.

mimari eserler:
orhan gazi imar ve şehir planlamasına da önem veren bir padişahtı. iznik'in fethedilmesinden sonra, 1331 yılında iznik'teki meşhur ayasofya kilisesi camiye çevrildi. ayrıca 1333'de yine iznik'te osmanlı tarihinin
ilk camisi olan hacı özbek cami yaptırıldı. orhan gazi'nin yaptırdığı diğer eserler şunlardır; iznik hacı hamza cami ve kümbeti, iznik yeşil cami, bilecik orhan cami, bilecik orhan gazi imareti, gebze orhan cami, bursa orhan cami, iznik nilüfer hatun imareti. bilime ve eğitime büyük önem veren orhan gazi bursa medresesini de yaptırdı.

 

şeyh bedreddin meselesi.

osmanlı tarihi açısından tam bir bilmecedir. üzerinde çok söz söylenmiştir. bir kısım peşin hükümlü tarihçiler şeyh bedreddin’i, osmanlı döneminin cumhuriyetçisi ve ihtilalcisi diye başlarına taç etmişlerdir. komünizm’in revaçta olduğu günlerde, “kadın hariç her şey ortaktır” dediğini iddia ederek, tarihin ilk türk komünisti diye nazım hikmet'e manzum mehdiye bile yazdırmışlardır. alevi grup ise, osmanlı devleti’ne isyan eden börklüce mustafa ve torlak kemal’in haline bakarak onu bir alevi dedesi olarak görmüşlerdir; hatta kendilerine rehber edinenleri bile çıkmıştır. bunun yanında, osmanlı tarihçilerinin mühim bir kısmı, başlangıçta şeyh bedreddin’in büyük bir islam alimi ve hukukçusu olduğunu, ancak sonradan şeyh’likten şahlığa heveslendiğini ve devlete isyan ettiği için idam edildiğini ifade etmişlerdir. bazı samimi araştırmacılar ise, şeyh bedreddin’in başından beri batın fikirlere sahip bir ehl-i dalalet olduğunu hükme bağlamışlardır. acaba hangisi doğrudur?

kanaatimize göre ifrat da tefrit de doğru değildir. meseleyi olduğu gibi yansıtmaya çalışmak en güzelidir. bu sebeple şeyh bedreddin’i yakından tanımak en doğrusudur. hayatı hakkında en geniş bilgiyi torunu halil tarafından menâkıb-ı şeyh bedreddin adıyla kaleme alınan eserden öğreniyoruz. şeyh bedreddin hakkında şunları biliyoruz: asıl adı mahmud olan bu zatın babası israil, bir osmanlı emiri, bir gazi ve de 1361’de edirne fethedildikten sonra ele geçirilen dimetoka’ya bağlı simavna veya samavna denilen beldenin de ilk kadısıdır. burada kadılık yaparken oğlu mahmud dünyaya gelmiş ve adına ibn-i kâdî simavna veya simavna kadısı oğlu denmiştir. bunun kütahya simav ile ilgisi yoktur. tahsilini kadi-zâde-i rumî ile birlikte onun babasının yanında yapan ve sonra da kahire’ye giderek başta seyyid şerif cürcânî olmak üzere büyük âlimlerden ders okuyan mahmud, kahire’de inzivada olan hüseyin-i ahlâtî’den tasavvuf dersi almış ve timur'un huzurunda yapılan ilmi tartışmada islami ilimlere olan vukufunu ispatlamıştır. bu arada tebriz ve ilim merkezi kazvin’e uğrayan şeyh, orada bazı nakillere göre batınilik fikirlerinin etkisinde az da olsa kalmıştır. 1397 yılında şeyhi hüseyin ahlati’nin vefatı üzerine onun yerine geçen şeyh bedreddin, daha sonra anadolu’ya gelmiş ve nihayet özellikle islam hukuku konusundaki uzmanlığından dolayı sultan musa'nın kazaskerliğine tayin edilmiştir.

sultan musa tasfiye edilince şeyh bedreddin çoluk çocuğuyla birlikte, 1000 akçe maaşla iznik'e getirilmiş ve gereken saygı gösterilmekle beraber, göz hapsinde tutulmuştur. daha evvel anlattığımız gibi, börklüce mustafa denilen ve dede sultan diye de bilinen alevi dedesinin isyanı, bunu torlak kemal denilen bir yahudi dönmesinin takip etmesi ve şeyh bedreddin’in de bunlarla olan irtibatı, şeyh’in gizli bir şekilde rumeli’ye geçmesine, eflak beyine sığınmasına ve neticede ortaya çıkan bu alevi isyanının reisi gibi görünmesine yol açmıştır.

önemle ifade edelim ki, şeyh bedreddin aslında alevi falan değildir. bunun en büyük delili, hem neslinin ortada oluşu ve hem de telif ettiği eserleridir. bunun tek istisnası varidat adlı eseridir ki, bunun gerçekten onun tarafından yazılıp yazılmadığı da tartışmalıdır. gerçek olan şeyh’in şahlığa heveslenmesi, fesat grubunun içinde yer alması ve de sultan mehmed'e isyan edenlerin manevi reisi durumuna düşmesidir.

şeyh bedreddin’in eserlerine baktığımızda, islam hukukuna dair letâif’ül-işârât başta gelir. iznik'te göz hapsinde iken kaleme aldığı bu eser, hanefi mezhebi ile alakalı mükemmel bir mukayeseli hukuk kitabıdır. bunu câmi’ul-fusûleyn adlı üstrûşenî ve imadi isimli büyük hanefi hukukçularının kaleme aldığı fusul isimli hukuk eserlerini birleştirerek ve asrın meselelerini de ilave ederek telif ettiği mükemmel bir hukuk kitabı takip eder. bu zikredilenler ve edilmeyenler, tamamen sünni ve hanefi esaslarına göre kaleme alınmış eserlerdir. bunlarda batınilik, alevilik veya materyalist bir vahdet’ül-mevcudculukla alakalı tek bir cümle yoktur.
geriye varidat adlı ona isnat edilen tasavvufa dair bir eser kalmaktadır. bu kitabın ona ait olmadığı ve hatta onu isyan için kullanan bazı bozuk fikirli insanlar tarafından uydurulduğu, ileri sürülen iddialar arasındadır. ancak bu kitaba baktığımızda, şeyh bedreddin’in öteki eserlerinin tam tersine, islamın temel esaslarına ters düşen ve insanı tamamen dinden çıkarabilecek hususlar bulunmaktadır. bu eserin bazı yerlerinde allah’dan ve onun peygamberlerinden bahsederken, bazı yerlerde vahdet’ül-vücud’dan ziyade vahdet’ül-mevcud nazariyesiyle tam bir materyalist gibi hareket ettiği görülmektedir. alemin ezeli ve ebedi olduğu ileri sürülen aynı eserde, kıyamet inkar edilmekte ve buna bağlı olarak haşr-i cismani denilen haşir ret olunmaktadır. cennet ve cehennemin de inkar edildiği eserde, melek, cin ve şeytanla alakalı islamın esasları da tamamen saptırılmaktadır. eğer bu eser, şeyh bedreddin'e ait ise, islamiyetin telkin ettiği şekliyle allah, peygamber ve ahiret inancı olmayan, eskilerin tabiriyle kadınlar dışında her şeyin insanlar arasında ortak olduğuna inanan ibâhiyye mezhebinin mensubu bulunan bir zındık ve mülhit karşımızda demektir.

acaba şeyh bedreddin bu mudur? bu soruya hemen evet diye cevap vermek çok zordur. zira hapisteyken yani idamından bir kaç sene önce kaleme aldığı islam hukuku eserinde tam bir ehl-i sünnet gibi islamın esaslarını anlatan bir âlimin bir iki sene içinde bu hale gelmiş olması akla zor gelmektedir. nitekim sa’deddin teftezânî’nin talebesi olan mevlana haydar herevi, ilim meclisinde şeyh bedreddin ile tartışmış, kuran, sünnet ve diğer kaynaklara dayanarak şeyh’i ilzam etmiş ve bizzat şeyh bedreddin’in kendi suçunun cezasını ikrar ettikten sonra ıslah-ı alem ve hıfz-ı nizam-ı beni adem için idamına fetva vermiştir. çoğu osmanlı tarihçilerinin kanaati de bu yöndedir.

o halde karşımızda bir kaç tane şeyh bedreddin vardır: birincisi, sünni-hanefi islam hukukçusu ve eserleri alimlerce asırlarca ders kitabı olarak okutulan ve musa çelebi'nin kazaskeri olan şeyh bedreddin'tir. ikincisi, islamın temel esaslarını reddeden, simaviler diye bilinen müritleri namaz ve oruç gibi islamın hükümlerinden habersiz bulunan ve en önemlisi de vahdet’ül-mevcudcu yani neredeyse panteist ve inkarcı bir şeyh bedreddin'tir. üçüncüsü, kerametleri olan veli ve mutasavvıf bir şeyh bedreddin'tir. dördüncüsü ise, toplumda karışıklık çıkaranların rehberi olan, bu vesileyle aslında alevi olmadığı halde anadolu’da isyan eden alevi grupların merci haline gelen ve şeyhliği şahlığa değiştirmek isteyen ihtilalci şeyh bedreddin'tir.

osmanlı kaynaklarından ve ebüssuud’un fetvasından anladığımız, şeyh bedreddin'e ait gibi görünen bu şahsiyetlerden birincisi ve dördüncüsünün birleştirilerek kabul edilmesi şeklindedir. yani şeyh bedreddin, büyük bir islam alimidir; alevi değildir; kazvin’de batınilikten etkilenmiş olması kuvvetle muhtemeldir; osmanlının kargaşa döneminde tahriklere aldanmış ve isyancı alevilerin ve hatta alevilerin de kabul edemeyeceği vahdet’ül-mevcudcu bir dalalet grubunun dairesine girmiş ve neticede kamu düzeni gereği isyanı sebebiyle idama mahkum edilmiştir; varidatın böyle bir alimin eseri olmasını akıl kabul etmemektedir. ebüssuud’un sorulan bir soruya verdiği cevapta “anın müritlerinden olan kafirlerdir’ demek lazımdır; sair kefere gibi adın anmayub la’net etmeyip kendi halinde olan müslüman kafir olmaz” demesi çok manidardır. herevi’nin idam fetvasında, ısrarla “insanları bilerek dalalete sevk edenlerden olduğunu ispat etmesi” de önemlidir. fakat, ali ve benzeri tarihçiler, bedreddin’in büyük bir alim olduğunu, devlete isyanının çevresinin planlarına ve yapılan isnatlara dayandığını açıkça ifade etmekte ve şeyh bedreddin’i övmektedirler.

kaynakça​
1âli, künh’ül-ahbâr, c. v, sh. 142-144; lütfi paşa, tevârîh-i âl-i osman, sh. 73-74; solakzâde, sh. 134-136; aksun, osmanlı tarihi, c. i, sh. 99-106; uzunçarşılı, osmanlı tarihi, c. i, sh. 360-367; bozkurt, mahmûd esat, inkılâb tarihi, istanbul 1997, sh. 104-106; mecdî efendi, hadâık, c. i, sh. 71-73; ayrıntılı bilgi için bkz. ocak, ahmed ya’şâr, osmanlı toplumunda zındıklar ve mülhidler (15. –17. yüzyıllar), istanbul 1998, sh. 136-202; kâtip çelebi, keşf’üz-zunûn, (neşr. yaltkaya, şerafettin- bilge, kilisli rıfat), istanbul 1971, c. i, 566, c. ii, 1551; yılmaz, ömer faruk, belgelerle osmanlı tarihi i-ii, istanbul 1998, c. i, sh. 185-188; uyanık, mevlüt, “osmanlı düşünce tarihinde toplumsal bir muhalefet olarak şeyh bedreddin ve haraketinin tahlili”, belleten, c. lv, sayı 212-214(1991), sh. 341-349.

 

istanbul'un fethinde gemiler karadan yürütüldü mü?

istanbul’un fethi sırasında gemilerin karadan yürütüldüğünün doğru olmadığını söyleyenler var. bu iddialar hakkında kaynaklar ne söylemektedir?

istanbul’un fethi sırasında gemilerin karadan yürütülmesi hadisesi, hemen hemen yerli ve yabancı kaynakların ittifakı ile sabit bir olaydır. hatta bizans askerleri, sabahleyin osmanlı gemilerini haliç’te görünce, herhalde zincirleri kırıp geçtiler diye zincirleri kontrol etmişler ve gördükleri manzara karşısında hayrete düşmüşlerdir. ancak sabaha karşı yapılan bir harp planı olması hasebiyle ve de gemilerin geçirildiği bölgenin o günlerde ormanlık olması sebebiyle, güzergâhı ve karadan yürütülen gemilerin sayılarında farklı görüşler bulunmaktadır.

istanbul’un fethedilmesi için bazı gemilerin haliç’e indirilmesinin zaruret olduğu görüldü. zira haliç’e gerilen zincir hasköy ile ayvan saray’da bulunan iki ordunun buluşmasına mâni teşkil ediyordu. önce gemilerin karadan çekileceği yer tespit edildi. burası tophane önündeki sahilden başlayarak boğazkesen’den geçiyor ve buradan güney batıya dönüp sırtları aşarak löbon pasta hanesi tarafına çıkıyor ve tepeyi aşarak perapalas yanından kasımpaşa’ya yani haliç sahiline çekiliyordu. yapılan ölçümlerde, tophane’den dört yol ağzına 980 adım ve buradan tepebaşı’na kadar 240 ve kasımpaşa’ya kadar da 906 adım ki, toplam 2156 adımdır ve bu da yaklaşık 3 mil kadar tutmaktadır. hazırlıklar tamamlandı. tophane’den ayrılan 50 ila 70 adet arasındaki gemi, 21-22 nisan gecesinde kasımpaşa’ya kadar indirildi. bu olayın doğruluğunu, hem savaşta hazır olan bizans tarihçileri ve hem de osmanlı tarihçileri ittifakla açıklamaktadırlar.

kaynakça​
1kemalpaşazâde, tarih vii, süleymaniye kütp. fâtih, nr. 4205, vrk. 64/a; şerafettin turan neşri, sh. 52-55; kritovulos, tarih-i sultân mehmed hân-ı sânî, istanbul 1328, sh. 66; tâcîzâde ca’fer çelebi, mahrûse-i istanbul fetihnâmesi, toem ilavesi, 1331, sh. 15; dukas, türk-bizans tarihi, sh. 271; clot, fâtih, sh. 52 vd.; âli, künh’ül-ahbâr, c. v, sh. 253-254; solakzâde, sh. 196; aksun, osmanlı tarihi, c. i, sh. 138-139; uzunçarşılı, osmanlı tarihi, c. i, sh. 479-482; yılmaz, belgelerle osmanlı tarihi, c. i, 299-303; karşı görüş için bkz. aydın, erdoğan, fâtih ve fetih, mitler ve gerçekler, 6. bölüm’deki basit iddialar. hemen hemen bütün kaynaklar burada zikredilebilir. ancak uzatmamak için bu kadarla yetiniyoruz.

 

ulubatlı hasan olayı bir efsane midir?

hayır değildir. bunun efsane olduğunu söyleyenler, bizzat bizans ve batı tarihçileri dukas, francis ve clot’un beyanlarını da inkâr edememektedirler. ak şemseddin ve molla gürani gibi maneviyat erlerinin fethi müjdelemeleri ve fatih’i teşvik etmeleri üzerine, osmanlı ordusu 29 mayıs salı günü sabaha karşı edirnekapı ile topkapı arasında umumi bir hücum başlatmışlardır. savunmanın temel direği olan venedikli general giustiniani’nin yaralanıp cepheyi terk etmesi müslüman askerleri heyecana getirmesi ve fatih’ten dördüncü saf osmanlı askerinin de topkapı surlarına tırmanması emrini almasıyla birlikte ulubatlı hasan isimli küçük rütbeli ve genç bir asker veya subay, maiyetindeki 30 askerle beraber, osmanlı bayrağını surlara dikmişlerdir.

burada önemli olan, olayın yani bir müslüman askerin sancağı surlara dikmesidir ve bu konuda dost düşman bütün tarihçiler ittifak halindedirler. tarihçi francis bu konuda ayrıntılı bilgi verdiği gibi, dukas da olayı doğrulamaktadır. ismini tam vermemeleri veya yanlış vermeleri önemli değildir. önemli olan böyle bir olayın yaşanmasıdır. nitekim beraberindeki 30 kişiden, atılan ok ve ateşlerle, 18’inin şehit olduğu gelen nakiller arasındadır.

kaynakça​
1kemalpaşazâde, tarih-i feth-i kostantınıyye, süleymaniye kütp. şehit ali paşa, nr. 2720/14, vrk. 217/a; clot, fâtih, 63-65; aksun, osmanlı tarihi, c. i, sh. 141-142; uzunçarşılı, osmanlı tarihi, c. i, sh. 487-488, ii, 9-11; ducas, m., istoria turca-bizantina (türk-bizans tarihi), bucarest, 1958; kritobulos d’imbros, history of mehmed the conqueror, princeton 1964; karşı görüş için bkz. aydın, erdoğan, fâtih ve fetih, mitler ve gerçekler, sh. 86 vd.

 

fetih ile ilgili iddialara cevaplar.

fâtih sultan mehmet'in istanbul’u kılıç gücüyle aldığı, başta ayasofya’yı camiye çevirme olmak üzere, hıristiyanlara ait mabetleri yok ettiği, şehirde katliam yaptığı ve en önemlisi de istanbul’u yakıp yıktığı söylenmektedir. bunlar doğru mudur?

hemen şunu ifade edelim ki, bu tür iddiaları, bizzat fethe katılan bizans tarihçileri bile söylemeye cesaret edememiştir. zira fâtih sultan mehmet, istanbul’un fethini de ve diğer fetihlerini de tamamen islâm hukukunun hükümleri çerçevesinde yapmıştır. islâm hukukuna göre, bil-fiil harp halinde bile, islâm ordularına düşmanın şahıs ve mallarına karşı bazı fiillerin icrası, yasaklanmıştır. ecdadımızı zaferden zafere koşturan en önemli sebeplerden biri, bu esaslara harfiyen uymalarıdır. zaten zaferler, bu esaslara uymaları ile doğru orantılıdır.

yasak fiilleri kısaca sayalım: zulüm ve işkence ile öldürmek; muharip sınıfına girmeyen kadınları, küçükleri sahiplerine hizmet için gelmiş köleleri, sakat ve müzminleri, yaşlıları, hastaları, akıl hastalarını ve dünyadan el etek çekmiş din adamlarını öldürmek yasaktır. ancak bunlardan biri bedeni, fikri ve malı ile savaşa katılırsa, öldürülebilirler. insan ve hayvanların uzuvlarının kesilmesi (müsle) de yasaktır. verilen söze veya muahedeye aykırı hareket yasaktır. savaş zarureti bulunmadan ziraî mahsuller, orman ve ağaçlar yakılmaz. zina ve gayr-i meşru münasebetler yasaktır. rehineler öldürülemez; ölülerin başı ve uzuvları kesilemez ve katliam yapılamaz. başta baba olmak üzere yakın akraba, savaşla ilgisi olmayan esnaf ve tüccarlar öldürülmez. daha başka yasaklar da bulunmakla beraber, biz bu kadarıyla iktifa ediyoruz.

bu hükümleri, fatih’in kazaskeri olan molla hüsrev’in kitabından naklediyoruz. bu hükümleri resmi kanun hükümleri olarak kabul ve tatbik eden bir devlet adamına, istanbul’u ve içindekileri yaktı yıktı gibi isnatlarda bulunmak, sadece delilsiz konuşmanın kötü örneklerini teşkil eder.

gelelim istanbul’un fethinin hangi yolla olduğuna ve ayasofya meselesine;
islâm devletler hukukunun hükümlerine göre, sulh yolu ile fethedilen ülkelerde mevcut olan ehl-i kitaba ait mabetlere asla dokunulmaz; ancak yenilerinin inşasına da müsaade edilmez. eskiden beri var olanlar tamir edilebilir. savaş yoluyla fethedilen topraklarda ise, durum tam tersinedir. yani islâm hükümdarı, isterse, başka dinlere ait bütün mabetleri yok eder ve gayr-i müslimleri de sürgün edebilir. işte istanbul, tamamen savaş yoluyla fetih olunmuştur. ayasofya'nın ve benzeri bazı kiliselerin camiye çevrilmesinin meşruiyet sebebi zikredilen hükümdür. bu hüküm, istanbul çapında tatbik edilseydi, istanbul'daki bütün kilise ve havraların yıkılması gerekirdi. istanbul'u allah'ın yardımı ve kılıcının kuvvetiyle fetheden fâtih sultan mehmet, ayasofya'yı cami haline getirdikten sonra, papaz ve hahamlardan oluşan bir heyeti huzurunda kabul eder.

papaz ve hahamlar heyeti, istanbul'u savaşla fethettiğini, dilerse istanbul'da hiçbir kilise ve havra bırakmayacağını bu durumun devletler hukukundan doğan bir hakkı olduğunu fatih’e ifade ederler; ancak kendisine, kendilerine ve mabetlerine karşı istanbul'un sulh yol ile fethetmiş gibi kabul etmesini ve geç de olsa toplu halde huzuruna gelişlerini bu manaya vesile saymasını ısrarla talep etmişlerdir.

çevresindeki din âlimlerine danışan fâtih sultan mehmet, bu isteklerini geri çevirmemiş ve camiye çevrilenlerin dışında kalan kilise ve havralara, hakkı olduğu halde müdahale etmemiştir. günümüze kadar yaşayan kilise ve havraların gerçek sırrının, fatih’in din ve vicdan hürriyeti anlayışı olduğunu, osmanlı devleti'nin şanlı şeyhülislâmı ebussuud efendi, verdiği bir fetvada vuzuha kavuşturmaktadır. bu fetvanın aslı aynen şöyledir:

“merhum sultan muhammed hân hazretleri, mahmiye-i istanbul'u ve etrafındaki karyeleri unveten fetih eylemiş midir? el-cevap: maruf olan unveten (cebir ile) fetihtir. amma kenais-i kadime (eski kiliseler) sulh iken fethe delâlet eder. 945 tarihinde bu husus teftiş olunmuştur. 130 yaşında bir kimesne ve 110 yaşında bir kimesne bulunup yehud ve nasara taifesi el altından sultan muhammed hân ile ittifak edip tekfura nusret etmeyecek olup sultan muhammed dahi anları seba etmeyip (esir almayıp) halleri üzere mukarrer edecek olup bu veçhile fetih olundu diye şahadet edip bu şehadet ile kenâsi-i kadime hali üzere kalmıştır. ketebehu ebussuud”.

bu anlattıklarımızı, tarihçilerin verdiği bilgi de doğrulamaktadır. fâtih sultan mehmet, 23 mayıs’ta isfendiyar oğlu damat kasım bey’i elçi olarak bizans’a göndermiş ve kendisine şu haberleri yollamıştır: ilk umumi hücumda şehir düşecektir. bu gerçeği tam bir asker olan imparator da kabul etmelidir. eğer sulh yolu ile teslim olurlarsa, islâm hukukunun kuralları gereği, can ve mala asla zarar verilmeyeceğini; cebir ile fethedilirse hem kan döküleceğini ve hem de sorumluluk kabul etmeyeceğini bilmelidir. maalesef bu habere rağmen sulhu kabul etmeyince cebir ile fetih olunmuş ve buna rağmen yine de anlattığımız gibi muamele yapılmıştır. ayasofya’daki mozaikleri tamamen tahrip etmemesi ve istanbul surlarını yıkmaması, fatih’in bu konudaki tavrını ortaya koymaktadır.

görülüyor ki, fâtih sultan mehmet’in sırbistan'da tatbik edeceğini vaat ettiği “her caminin yanında birer kilise inşasına müsaade” durumu, istanbul'da da tatbik olunmuştur. fener'de abdi subaşı mahallesindeki caminin bitişiğinde rum patrikhanesi ile kilisenin mevcudiyeti, osmanlı devleti'nin gerçek manada din ve vicdan hürriyetini göstermiyor mu? edirnekapı caddesinin son kısmında yer alan mihrimah sultan camii'nin hemen karşısında bir rum kilisesinin inşasına müsaade etmek, bu hürriyetin maddî delillerinden değil midir?

istanbul’un harap edilmesi iddiası da doğru değildir. buna ayrıntılı cevap vermek yerine, istanbul’un fethini geçen bin yılın en önemli yüz olayı arasında zikreden cnn, time ve benzeri kuruluşların yaptıkları tespitten bir cümle nakledelim: istanbul, fâtih tarafından fethedilmeden evvel, tam bir harabe ve ölü şehir idi. fetihten sonra hem avrupa’nın ve hem de müslüman memleketlerin ticaret merkezi ve mamur bir dünya şehri haline geldi. nitekim rus tarihçi ouspensky bile “türkler 1453’te, haçlıların 1204’te yaptıklarından çok daha insanca ve hoşgörüyle davrandılar” diyebilmektedir.

kaynakça​
1molla hüsrev, dürer ve gurer, i/282 vd.; mevkufati, mülteka tercümesi, i/343; damad, mecma’ul-enhür şerhu mülteka’l-ebhur, i/643 vd.; ebüssuud, ma'ruzat, ist. üniv. kütp. ty. nr. 1798, vrk. 130/a-b; ibn-i kemal, tevârih-i âl-i osman, vii. defter, sh. 62 vd.; baştav, şerif, “xiv. asırda yazılmış grekçe anonim osmanlı tarihine göre istanbul’un muhasarası ve zabtı”, sh. 51-82; cin-akgündüz, türk hukuk tarihi, c.1, sh. 448 vd.; âli, künh’ül-ahbâr, c. v, 251-260; solakzâde, 191-201; âşıkpaşa-zâde, sh. 141-143; clot, fâtih, 60 vd.; karşı görüş için bkz. aydın, erdoğan, fâtih ve fetih, mitler ve gerçekler, 66-67, 94-95, 127-128.

 
üst bottom