türkiye tarihi hakkında bilgiler listesi

türkiye tarihi hakkında bilgiler listesi için eklenen 97 entry bulunmaktadır.
 

karluklar.

çin kayıtlarında ko-lo-lu {kalaluk) şeklinde zikredilen adları türkçe "karlık" (kar yığını) manasında olan karlukların türk soyundan geldiği ve bir gök-türk boyu olduğu çin kaynağında (t'ang-shu) belirtilmiş ve oturduğu saha olarak da altayların batısındaki kara-îrtiş ve tarbagatay havarisi gösterilmiştir. karluklar burada üç kabileden kurulu birlik halinde bulunuyorlardı. daha istemi zamanında türk hakimiyetinin hazar'ın kuzeyi ve maveraünnehire doğru genişlemesinde şüphesiz büyük rolleri olan kar-luk'ların her iki gök-türk hakanlığı devrindeki durumu yukarıda açıklanmıştı. 630-680 yılları arasında, diğer türk boyları gibi bunların da kendi başlarına buyruk olarak, zaman zaman çin'e karşı geldikleri görülmektedir.

640 sıralarında tufan'ın kuzeyine kayan karluklar, çinliler tarafından mağlup edilerek (650, 654) p'ei-ting eyaleti (tanrı dağlarının kuzey sahası)'ne bağlandılar. fakat her kabile kendi reisinin kontrolü altında idi. bu haberi veren çin kaynaklarının, 665'e doğru, tekrar toparlanan karlukların çin nüfuzundaki ne batı, ne doğu gök-türk kanadına tabi olmaksızın yaşadıklarını kaydetmesi dikkate değer . evvelce "kül-erkin" unvanını taşıyan üç-karluk beyi bu tarihlerde "yabgu" unvanını almış ve kuvvetli bir orduya sahip olmuştur. daha sonra kapgan kağan tarafından ii. gök-türk hakanlığına bağlandığını gördüğümüz karluklar, çin'in teşvik ve tahriki ile gök-türklere karşı ayaklanarak şiddetli mücadelelerde bulunmuşlardı.

bil-ge kağan'ın ölümünden sonra tekrar faaliyete geçerek, uygur ve bas-mıl'larla birlikte, gök-türk hakanlığının yıkılmasında etkili oldular. basmıllar hakim duruma geldikleri sırada (742), "sağ (batı) yabgu" mevkini alan karluk başbuğu, uygur hakanlığının kurucusu kutluğ bilge kül zamanında "sol (doğu) yabgu" oldu. fakat bu, karlukların tamamını temsil etmiyordu. beş-balık havarisinde oturan karlukların kendi seçtikleri tun-bilge adında ayrı bir yabguları vardı ancak ötüken'de yeni kurulan uygur hakanlığı bütün karluklar tarafından üst tanınıyor ve yabgular hakana bağlı bulunuyorlardı.

batıda emevi-arap ilerlemesini durdurmuş olan türgiş hakanlığının çöküntüye doğru gittiği bu tarihlerde orta asya türk ülkelerinin korunması gibi bir tarihi vazife bu defa karluklar'a düşmüştü. zira maveraünnehir yine arapların nüfuzu altına girmiş ve hatta seyhun-ötesinde bazı arap ileri harekatı görülmüştü. ancak bu, eski devir emevi istilacılığından farklı idi. gittikçe hızını artıran abbasi propagandası, emevilerin "imtiyazlı arap milleti adına fetih" düsturu yerine, bütün müslümanlar arasında farklılığın kaldırılması ve eşitlik fikrini yayıyordu. böylece arap baskısının gücünü kaybetmesi çinlileri orta asya'da bir iktidar boşluğu husüle geldiği düşüncesine götürmüş, dolayısıyla çinliler eski orta asya siyasetlerini canlandırarak, karluk'ların dahil bulunduğu bölgelere yeniden el koymak istemişlerdi. bu suretle neticede meşhur talas (taraz; bugün evliya-ata bölgesi) muharebesi vuku geldi (751 temmuz).

islamlarla çinliler arasında cereyan eden bu muharebeye kadar karluklar t'ang'ların tarafını tutmakta idiler. fakat onların gittikçe açığa çıkan siyaseti karşısında, araplarla işbirliği yaparak, çinlilerin ağır yenilgiye uğramasını sağladılar. tarım havzasından itibaren batı karluklara, doğu bölgesi uygurlara ait olmak üzere orta asya'nın yine türk hakimiyetinde kalmasını temin eden bu savaşta uğradığı bozgun yüzünden çin, ağır iç buhranlara sürüklenmiş (uygurlar) ve artık batı ile ilgilenememiştir.

karluklar, kısa bir müddet, uygurlarla orta asya'da iktidar yarışına giriştilerse de (747), uygur kağanı moyen-çor karşısında tutunamayarak tarım bölgesinden daha batıya çekildiler ve 7-8 yıl içinde (756) cungarya'ya ve 766'da da çöken türgiş iktidarının yerine balasagun, talas havalisine yerleşmek suretiyle eski batı gök-türk hakanlığı sahasında hakimiyet tesis ettiler (arslan il-tirgüg zamanı) başkentleri balasagun idi. ötüken'in üstünlüğünü tanımakta devam ediyorlar, aynı zamanda, siyasi bir isim olarak "türkmen" adını da taşıyorlardı. kendi soylarını gök-türk hakan ailesi, aşına sülalesine bağlayan kariuk yabguları hakimiyetin "kutlu ötüken" ülkesi ile sıkı alakası inancını muhafaza ediyorlardı. fakat uygur hakanlığı orada yıkılınca (840), oradaki yeni kırgız hükumetini dikkate almayan karluk yabgusu, türk hakanlarının "meşru halefi" sıfatı ile, kendini, "bozkırların kanuni (yani töre gereği) hükümdarı" ilan ederek "kara han" unvanını aldı (bilge kül kadır kagan) ve merkez olarak da, balasagun (ka-ra-ordu=kuz-uluş=kuz-ordu)'u seçti. islamiyeti resmen kabul eden (sa-tuk buğra 904-911 arasında) ilk türk kütlesi olmak ve müslüman samanilerle siyasi mücadelelere girişmekle beraber hem türk, hem islam tarihinde çok mühim yer tutan gelecekteki büyük kara-hanlı devletini kurmak gibi tarihi rol oynayan, sonra da, bir pendname'de gazneli sultan mahmud'un babası sebük-tegin'in o çağda karluk ülkesi olan barshan (bars-gan)'dan neşet ettiği belirtildiğine göre, türk-islam dünyasına gazneli sultanları gibi diğer bir büyük sülale vermiş bulunan karluklar, o sırada islam çevresinin en yakın komşuları olduklarından, arapça-farsça eserlerde kendilerinden çok bahsedilmiştir (karlukh, kharlukh, halluk). hudüd'ul -alem (10. asrın son çeyreği)'de verilen bilgiye göre, karluk ülkesi; doğuda tanrı dağları, kuzeyde oğuzlar, güneyde yağmalanan bir kısmı ve batıda maveraünnehir ile sınırlanmış çok bakımlı bir memleket olup "türk ülkelerinin en güzeli" idi. eserde burada mevcut olan 15 şehir ve kasabanın adları sayılmakta ve türk kabileleri zikredilmektedir.

kara-hanlı devletinin yağma, çiğil, tohsı'larla birlikte, esas kütlesini meydana getirdiği anlaşılan karluklar, bu hanedan üyeleri arasında mücadeleler baş gösterdiği tarihlerde devlete karşı cephe alarak huzursuzluk çıkarmaya başladılar ki, bu tutumları kara-hitay hakimiyetinin orta asya'da çabucak gelişmesinde tesiri olmuş görünmektedir. kara-hitay hükümdarı yeh-lu ta-şih (kür-han) 1137'de semerkand kara-hanlı hanı mahmud'u mağlup ettiği zaman, bu han'ın dayısı olan büyük selçuklu sultanı sencer'e yaptığı şikayet, uğranılan yenilgi ile karlukların ilgisini göstermektedir. sultan sencer de karlukları tedip etmek için çıktığı seferde karşısında kür-han'ı bulmuştu. sencer'in bu savaşta yenilmesi (1141 katavan savaşı), mühim bir hadise olarak, "put-perest" kara-hitayların ta horasan sınırlarına kadar sokulmalarını sonuçlandırmıştı.

harezmşahlar (il arslan zamanı: 1156-1172) ile kara-hitaylar arasında da birçok anlaşmazlıklara sebep olan karlukların, bu arada başbuğları yabgu-han öldürüldü (1157), diğer bir karluk başbuğu, ayyar bey, kara-hitaylar tarafından esir edildi (1172). karluklara karşı, harezmşah 'alaüddin tekiç de (1172-1200) bozkırlar bölgesine el atarak kanglı ve kıpçak gibi diğer türk boylan ile kendini takviye ihtiyacını duymuştu. bununla beraber, az sayıda da olsa, harezmşahlar ordusunda hizmet gören karlukların, kara-hanlı tabiiyetinde olmak üzere türkistan'da bir beyliğe sahip bulundukları anlaşılıyor. moğol istilası başladığı sıralarda (1215) merkezi kayalıg (ili nehrinin doğusunda) olarak devam eden bu beyliğin başında arslan han vardı. arslan han, uygur idi-kut'u barçuk ile birlikte, asya türk ülkelerini baştan başa çiğneyen moğollann hükmü altına girdi. cengiz han'a itaat eden ilk müslüman hükümdar olup 1221'de ölen bu karluk hanının oğluna da, özkent şehri verilmişti. cengiz han zamanı moğol devleti idaresinde vazife almış karluklar görülmektedir. halen badahçan bölgesi (afganistan-tacikistan sınırı) özbekleri arasında karluk adlı bir kabile yaşamaktadır.

 

oğuzlar

oğuz adının manası üzerinde türlü açıklama tecrübeleri yapılmıştır. gy. nemeth'e göre ise, oğuz kelimesi türkçede aynı zamanda "kabile" (bir siyasi kuruluşa bağlı kabile) manasına gelen "ok" sözüne eski türkçedeki çoğul eki z ilavesiyle türemiş (ok + uz) olup, "kabileler" demektir. gy. ne-meth'in bu izah tarzının, bazı itirazlara rağmen , doğru ve -mesele sadece "linguistique" açıdan değil de- türk tarihinin sosyal ve siyasi gelişmesi bütünü içinde ele alındığı takdirde bilhassa tutarlı olduğu bellidir. oğuz kelimesinin çince'ye "kabileler" diye tercüme edilmesi de bu görücü destekler. anlaşılıyor ki, "oğuz" adı aslında "ethnique" bir isim olmayıp, doğrudan doğruya "türk kabileleri" manasını ifade eden bir kelimeden ibarettir (oğuz tabirinin r'li söylenişi olan "oğur" şeklinin ayrı ad olarak milattan önceki çin kaynağında geçmesi eski çağlarda çinlilerin türk topluluğunu yakından tanımadıklarından ileri gelmiş olmalıdır.

6. asırdan itibaren gök-türk hakanlığında toplanmış olan türk kabilelerinden bir kısmı, 630'da başlayan fetret devresinde, diğer birçok türk boyları gibi, kendi aralarında birlik kurarak, tola-selenga ırmakları bölgesinde dokuz-oğuz "kaganlığını" meydana getirmişlerdi. 682 yılında ilteriş tarafından mağlup edilen oğuzlar (inekler gölü savaşı) bu durumda idi ve muharebede ölen oğuz devleti başkanı baz kağan'ın balbalı, sonra, ilteriş kağan'ın mezarına dikilmişti.

gök-türk hakanlığı devrinde oğuzların davranışlarını ve isyanlarını yukarıda görmüştük. kitabelerdeki ilgili ifadeler, oğuzlarla gök-türkler arasında bir ayırım yapılmadığını, hatta hakanlığın temelini oğuzların teşkil ettiğini belirtmeye yeter. bu sebeple oğuzlara gök-türklerin aynı olduğu zaten kabul edilmişti. ancak, v. thomsen, tonyukuk kitabesine tahsis ettiği son makalesinde oğuzla "türklerin yüksek hakimiyetinde bir kabile birliği" olarak göstermiş ve bu tarihi gerçek sonra, hatalı olarak, "ethnique" (soy, kavim) açıdan değerlendirilmeye girişilmiş, mesele yeni araştırmalarla daha da derinleştirilmiştir. böylece, oğuzlar "türk" mü, yoksa "başka bir ethnique teşekkül" mü saymak gibi çok mühim bir anlaşmazlık noktası ortaya çıkmıştır. burada, önce üzerinde durulması gereken husus, oğuzlara mukabil, 'türk" adını taşıyan bir "ethnique" topluluğun var olup olmadığıdır. buna hemen menfi cevap vermek mümkündür. çünkü "güç-kuvvet" manası ile "türk" adının, türk soylu kütleler tarafından kurulan gök-türk devletini ifade etmek üzere kullanılmış bir siyasi ad olduğu açıklanmıştı. o halde hem oğuzlar, hem "gök-türkler" aynı kavmi zümreye mensupturlar. ikinci mesele, gök-türk devletinin sahibi hangi "türk" kolundan idi? bilindiği üzere bu devlet, adı "aşına" olan eski bir türk hükümdar ailesi tarafından, etrafındaki "türk soylu" kütlelerin yardımı ile kurulmuştu. bu kütleler ise, ancak, kabileler birliği (=oğuz) haline gelmiş türkler olabilirdi. w. barthold'un "gök-türk hakanlarının do-kuz-oğuzlardan neşet ettiği" görüşü , kadim aşına ailesinin tahsisen bu oğuz bölüğü ile ilgisini ispat etmeyi gerektirir ise de, 6.-7. asır türk (gök-türk) kütlesinin doğrudan doğruya oğuzların bu grubundan teşekkül ettiği çin kaynaklarınca açıklanmaktadır. t'ang devri vesikalarında (t'ang-shu ve kiu t'ang-shu yıllıkları ve ayrıca 5 haltercümesi), dokuz kabile (kitabelerdeki "dokuz-oğuzlar) bazen "türklerin (gök-türklerin) dokuz kabilesi" veya "dokuz kabilenin türkleri (gök-türkleri)", bazen de "tö-leslerin dokuz kabilesi" diye kaydedilmiş ve haltercümelerinde bunlardan 5'inin adı da bildirilmiştir. pa-ye-ku (bayırku), p'u-ku (buku, buğu), t'ımg-lo (tongra), sse-kie (sıqar), hun. demek ki, oğuz kabileleri, gök-türkleri meydana getiren topluluktan başkası değildi.

çin kaynaklarında çinlilerce artık çok iyi tanınan gök-türk hakanlığı devrinde oğuzların kendi başlarına (yani doğrudan doğruya "oğuz" olarak) zikredilmeyip sadece dokuz kabile ("kiu sing") diye, oğuz kelimesinin tercümesinin verilmesi, bizzat t'u-küe (türk)'den ibaret topluluğun ayrı bir isim altında belirtilmesine ihtiyaç bulunmadığını gösterir. kitabelerde i. gök-türk hakanlığı çağında "oğuz" adının geçmemesi de aynı sebepten ileri gelmiş olmalıdır. ancak fetret devrinde bazı kabileler kendi aralarında teşkilatlanarak bir "devlet" kurmuşlardı ki, ii. gök-türk hakanlığı zamanında hükümdar ailesine karşı ayaklanan ve hükumetin diğer imkanları ile bastırılmasına çalışılan, bu "teşkilatlanmış" birlik (=oğuz)'tir. "türk bodun" tabiri de şüphesiz umumi olarak hakana bağlı kütlelerin (oğuzlardan bir kısmı ile, içinde uygurların da yer aldığı töles boyları ve tarduşlar) tümünü ifade etmekte idi. kitabelerde hakanın "oğuz bodunu türk bodunundan idi" demesi ile, bu oğuzların isyan halinde olmaları arasında bir çelişme görmek güçtür, zira, mesele, "halkın" vaktiyle destekleyip yücelttiği hanedan ile mücadelesinden ibarettir (türk tarihinde bunun başka misalleri de vardır: karlukların kara-hanhlara karşı direnmeleri ve bizzat bir oğuz olan sultan sencer'in asi oğuzlarla çarpışması vb.)

bilhassa islam kaynaklarında uygurlardan da "dokuz-oğuz" olarak bahsedilmesinden doğan karışıklık, uygur ile dokuz-oğuz kabilelerinin tespitinden sonra (uygur hakanlığı) giderilmiş olmalıdır. uygur hakanlığının başlangıcında henüz "tegin" olan moyen-çor oğuzların başına getirilmişti. o, dokuz-oğuzları topladı, fakat sekiz-oğuz birliğini meydana getiren öteki boylarla savaşmak zorunda kaldı. kağan olduktan sonra da moyen-çor, otuz-tatarlarla ittifak etmiş olan bu oğuzları bur-gu'da ve selenga kıyısında arka arkaya mağlup etti. oğuzlar selenga'yı geçerek çekildiler.

bundan sonra, anayurt bölgesindeki "oğuz" topluluğu hakkında fazla bilgi yoktur .herhalde batı yönünde geniş ölçüde bir hareketi bahis konusudur. ibn ül-esîr, halîfe el-mehdi zamanında (775-785) oğuzların mavaünnehir havalisine geldiklerini bildirmekte ve et-taberî'de zikredilen 820-821 yılında usrüşana (seyhun-semerkand arası)'ya yapılmış bir "dokuz-oğuz" akınının bunlarla ilgili olduğu tahmin edilmektedir. buna dayanılarak "oğuz birliği" mensuplarının, hem de çok kalabalık kütleler halinde, önce talas havalisine göç etmiş olmaları gerektiği ve seyhun oğuzlarının 11. asırda konuştukları türkçenin kelime ve söyleyiş itibariyle doğu türklerininkinden farklı olduğu dikkate alınarak, bu göçün 9. asırdan önce vuku bulmuş olması lazım geldiği ileri sürülmektedir. oğuzlar sir-derya (seyhun) boyunda 9. asrın 2. çeyreğinden beri oturmakta idiler.

10. asrın ilk yarısında oğuzlar seyhun bozkırları ile o civardaki karacuk (farab) ve sayram (îsfîcab) şehirleri havalisinde görünüyorlardı. islam coğrafyacılarına (el-belhî, istahrî, îbn havkal) ve hudüd iil-alem'e göre, oğuzların sahası batıda hazar denizine (bu denizin doğusundaki yarım ada bu sebeple türkçe mankışlak adını almıştır), güneyde gürgenç şehri ile, bunun kuzeybatısındaki cit kasabasına ve aral gölünün güneyindeki baratekin kasabasına, maveraünnehir'de buhara'nın kuzeyine, karacuk dağlarının eteğindeki sabran şehrine kadar yayılmıştı ve karacuk dağlarından hazar uzanan yarı çöle "oğuz bozkırı" (mafazat'ul-guzîya) denilmekte idi. buralarda yeni-kent, karacuk, cend, suğnak, karnak, süt-kent barçınlıg-kent vb. adlı oğuz şehirleri vardı.

oğuzlar 10. asrın ilk yarısında, kışlık merkezi yeni-kent olan bir devlet kurmuşlardı 74. başta yabgu bulunuyor, kül-erkin unvanlı bir başbuğ ona naiplik yapıyor, orduyu sü-başı idare ediyordu. yabgu devletinin komşuları peçenekler ve hazarlarla münasebetinin pek dostane olmadığını gösteren deliller vardır. ibn fadlan (10. asrın ilk çeyreği) ve el-mes'üdî'ye göre, aralarında savaş eksik değildi. harezm'in yerli hanedanı afrîgî'ler, oğuz baskısı altında idiler. oğuzların doğudaki komşuları karluklar ile de mücadele halinde oldukları, aralarındaki savaşlardan birinde oğuz yabgusunun ölmesinden anlaşılıyordu. diğer taraftan kaşgarlı mahmud, oğuzlarla çiğiller arasında köklü bir düşmanlıktan bahseder. kuzeyde kimekler ile ise bazen dostça, bazen düşmanca münasebetler devam edip gidiyordu. bu oğuzlar, umumi "türk" adı yanında, yine siyasi bir isimlendirme olarak "türkmen" adını da taşıyorlardı ki, müslüman ülkelerine geldikten sonra islam kaynaklarında bu isimle de anılmışlardı.

oğuz yabgu devletinin tarihi hakkında başkaca açık bilgi yoktur. son oğuz yabgusu olarak ali han adında birini zikreden ve selçukluların "can düşmanı" olarak, tuğrul ve çağrı beyleri hayli uğraştırdığını bildiğimiz meşhur cend "hakimi" şah-melik'i de ali han'ın oğlu gösteren reşîd üd-din (14. asrın ilk çeyreği)'in bu haberi gerçekten ziyade "destani" vasıfta görülmektedir.

yabgu devleti zamanında oğuzlar üç-ok ve boz-ok diye eski 2'li teşkilat halinde idiler. kolları meydana getiren kabileler hakkında biri kaşgarlı mahmud'un dlt ' ünde, diğeri reşîd üd-din'in cami'üt-levarih'inde olmak üzere iki liste mevcuttur. dlt'de ayrı ayrı damgaları ile birlikte 22 kabile gösterilmiş; reçîd üd-din ise, hem kabile sayısını 24'e çıkarmış, hem boz-ok üç-ok tasnifi yapmış; ayrıca, damgalara ilaveten, her kabilenin "ongon"unu belirtmiştir:
boz-ok'lar. kayı, bayat, alka-evli (alka-bölük), kara-evli (kara-bölük), yazır, döğer, dodurga, yaparlı (dlt'de yok), afşar, kızık (dlt'de yok), beğdili, karkın (dlt'de yok. bunun yerine çaruklu).
üç-ok'lar: bayındır, peçene, çavuldur, çepni, salıır, eymür, alayuntlu, yüreğir, iğdir, buğdüz, yıva (iva), kınık.
1000 yıllarına doğru oğuz yabgu devleti yıkıldı. bunun, kimeklerden bir kol olup 9. asırda bir kuvvet olarak beliren kıpçaklar(kumanlar)'ın baskısına ilaveten, selçuklu ailesinin kendilerine bağlı kütlelerle birlikte ayrılmaları neticesi vuku bulduğu kabul edilir. kaşgarlı'nın haritasına (dlt, ii.'e ilave) göre, 11. asır ortalarında kıpçaklar "oğuz bozkırı"nı ve seyhun nehrinin aşağı yatağı sahasını işgal etmiş bulunuyorlardı.

yabgu devletinin çöküşü üzerine, oğuzlardan kalabalık bir kısım karadeniz'in kuzeyinden batıya göçmüş , diğer bir kısım cend bölgesine, oradan da horasan'a ve sonra anadolu'ya yönelmiştir (selçuklular). yerlerinde kalan oğuzların 11. asır ortalarında karacuk dağları bölgesinde, mankışlak'ta ve seyhun kıyısındaki kasabalarda oturdukları, moğol istilası sırasında da cend'de ve karakum'da "türkmen"lerin bulunduğu görülmektedir.

bugün orta asya'daki "türkmenistan" halkı bu oğuzların çocuklandır. anadolu'da da birçok köy yukarıda zikredilen oğuz boylarının adlarını taşır.

gök-türk çağının türk milletine yön verici, merkezi bir hüviyet taşıdığını baş tarafta söylemiştik. asya hunlarından daha geniş ölçüde ve tabir caizse daha şuurlu bir şekilde asya türklüğünü idaresi altında birleştirmiş olan bu hakanlık, orta asya'nın batı sınırlarında türk halkının -kesafetini kaybettiği yerlerde- siyaseten zayıf düştüğü zamanlarda bile türk nüfuzunun yayılmasında büyük rol oynamıştır. kaynaklardan anlaşılıyor ki, 8. asır ortalarında maveraünnehir, taşkent, fergane, huttal, şüman ve toharistan'da görülen "krallıklar" ya türkler tarafından kurulmuş veya türk siyasi ve kültürel tesiri altında gelişmiş teşekküllerdi: huttal kıralı "erkin" unvanını taşıyor ve çin'e tarhan unvanlı elçiler gönderiyordu (733, 740, 750 yıllarında). buhara "kralı" tuğ-şad, 720'de kardeşi arslan-han'ı çin'e elçi göndermişti. şüman "kralı"nın elçileri de (743) tarhun ve şad unvanlarını taşıyorlardı. taşkent "kral"ının adı "tegin" idi. fergane'den gönderilen elçi (749) ars-lan tarhan adında idi. toharistan "kral"ının unvanı ise "yabgu" idi ve bunun çin'e gönderdiği (738) elçisi inancu tarhan idi. 729 yılında kutlug, toharis-tan yabgusu bulunuyor ve bu yabgu ailesi aşına sülalesine bağlanıyordu.bir görüşe göre, abbasî halîfesi el-mu'tasım zamanında (833-842) ünlü türk kumandanı aşnas, toharistan yabgu'larına mensuptu.

uygur, türgiş, karluk hakanlıkları gök-türk hakanlığının devamı idiler. görüleceği üzere batıda aşına oğulları tarafından idare edilen hazar hakanlığı da öyle idi ve uz, peçenek, kuman-kıpçak boyları gök-türk hakanlığından ayrılmış zümrelerdi yukarı irtişa bölgesindeki kimekler aral gölü'nün kuzeyinde bir kıpçak grubu olan kanglılar ; kaşgar'ın kuzeydoğusu, özkent, talas ve çu bölgelerinde karluklardan bir kabile olması muhtemel yağmalar işık gölün güney-batısında, sonraları ta-las civarında, barsgan ötesinde, kaşgar havalisinde ve maveraünnehir'de oturan çiğiller; yine karluklara bağlı bir kabile olarak, isık göl-çu ırmağı arasında görülen tohsılar; toharistan, gazne, belh, sicistan-kuzey hindistan'da, ak-hunların torunları olduğu bildirilen kalaçlar; kaşgar-bala-sagun-talas-fergane arasında: argu, yabaku, çomııl, iğrak, çaruk, ezgiş, kençek vb. toplulukları aslında hep "doğu türk" kolları olup gök-türklerle bağlantılı bulunuyorlardı.
ayrıca karluk, yağma, çiğil karması olarak ve aşına ailesinden inen hükümdar sülalesi ile kara-hanlı hakanlıkları;
vaktiyle aynı toplulukta yer alan çeşitli türk grupları yolu ile: gazneliler devleti;
harezmşahlar ; hindistan türk devletleri; ve oğuz boylan yolu ile;
büyük selçuklu imparatorluğu, selçuklu devletleri, atabeylikler, türkmen beylikleri, kara-koyunlu ve ak-koyunlu devletleri, kadı burhaneddin, ramazan-oğullan, dulkadırlılar, berçem-oğulları ve yamklular, iran'da av-şar, kaçar hanedanları vb. anadolu beylikleri, osmanlı imparatorluğu ve türkiye cumhuriyeti;
hep gök-türk hakanlığının kavmi, sosyal, idari, askeri ve kültürel varisleri olmuşlardır. bu durum çeşitli türk kütleleri arasında, bilhassa 11. asırdan itibaren 200 yıl süren göçleri ile bütün orta-doğu sahasını tutarak yukarıdaki siyasi teşekkülleri ve anadolu'da ebedi bir türk vatanı kuran oğuz zümresinin türk, islam ve dünya tarihindeki seçkin mevkini ortaya koyar.

 

sabar devleti.

m. 5.-6. yüzyıllarda batı sibirya ile kafkasların kuzey bölgesinde mühim tarihi rol oynadığı, çeşitli yabancı kaynaklardaki dağınık bilgilerin yardımı ile tespit edilebilen türk topluluğu bizans tarihlerinde sabar, sabeir, sa-ber; ermeni, süryanî, islam kaynaklarında sırasıyla savır, sabr, s(a)bir, sebir vb. olarak adlandırılmaktadır. sabarlann islav veya moğol yahut fin-ugor menşeden geldiklerine dair iddialar eskimiş ve bugün onların türk olduğu gerek taşıdıkları ad, gerek tarihi ve kültürel durumlarıyla anlaşılmıştır. türlü dillerdeki ses değişmeleri neticesinde farklı şekillerde görülen adlarının esasını teşkil eden ve ancak türkçe ile açıklanabilen sabar ke-imesi "sab+ar" (=sap-ar=sapmak, fiiline+ar ekinin ilavesiyle. başka örnekler: kazar, bulgar, kabar vb.)'dan meydana gelmiş olup "sapan, yol değiştiren, başıboş kalan, serbest" manasındadır ve türklerde ad verme usulüne uygundur. ayrıca sabarlara ait şahıs adları da türkçedir: balak, îlig-er, bo-arık =buğ-arık vb.

sabarların erken tarihleri iyi bilinmiyor. adlarının gösterdiği gibi, herhangi bir ana kütleden kopmaları bahis konusu ise, onların, asıl yurtları gibi görünen tanrı dağlarının batısı - ili nehri sahasında iken asya büyük hun imparatorluğuna bağlı topluluklardan biri olmaları icap eder.

sabarlara ait ilk kesin haber, 461-465 yıllarında batı sibirya kavimleri arasındaki büyük kımıldama ve geniş ölçüdeki göç hadiseleri münasebetiyle, bizans tarihçisi priskos (5. yüzyıl) tarafından verilmiştir. daha sonra prokopios (6. yüzyıl) ve k. porphyrogennetos(10. yüzyıl)'un eserlerinde de tekrarlanan bu habere göre, doğudan gelen avar baskısı karşısında sabarlar yerlerini terk edip batıya yönelmişler, altaylar-ural dağları arası düzlüklerde (bugünkü kazakistan bozkırlarının güney sahası) yaşayan oğur-türk boylarını yurtlarından atarak, tobol ve içim ırmakları çevresinde yerleşmişlerdir. geçen asrın sonlarına doğru batı sibirya'da vogullar, ostiyaklar ve irtiş tatarları arasında araştırmalar yapan s. patkanoffun tespitlerine göre, sabarlar bu bölgede yerli halkınkinden çok üstün kültürleri ile yüzyıllarca süren derin tesirler yapmışlardır: tobolsk dolaylarında, ob, tura ve îrtiş boylarında sabar, saber (tapar), soper, savri, sabrei, sıbır (sı-vır) gibi yer ve kale adları yaygındır. ay-sabar, kün-sabar gibi şahıs adlarına da rastlanır. tobolsk ahalisi buranın en eski sakinlerini sybyr, syvyr diye anmaktadır. ayrıca, bu civar halkın masallarında ve kahramanlık hikayelerinde sabarlar geniş yer tutar. sabarları kendi büyükleri olarak kabul eden os-tiyaklar yanında, vogulların da, sonraları tabiiyetine girdikleri ruslara "sa-per" adını vermiş olmaları, halk nazarında eski sabarların üstün durumlarını ortaya koyar. aynı sahada kurulduğu bilinen sibir hanlığı(16. asır)'nın da başkenti sibir adını taşıyordu. bu kelime zamanla çok geniş bir coğrafyayı ifade etmiştir (sibirya). rusların önce sibir (isker) şehrini ele geçirerek bölgeye verdikleri bu ad, rus harekatı doğuya ilerledikçe daha geniş sahaları göstermiş böylece sabar türklerinin hatırası günümüze kadar yaşamaya devam etmiştir.

daha 503 yılında doğu avrupa'ya doğru hakimiyetlerini genişleterek bir kısım bulgar gruplarını idarelerine alan sabarlardan kalabalık bir kütlenin 515 sonlarında itil (volga)-don nehirleri arasında ve kafkasların kuzeyindeki kuban ırmağı boyunda yerleşmesi ve doğrudan doğruya bizans ve sasanî imparatorlukları ile temas kurması sabarlann doğu avrupa tarihinde ön safa çıkmalarına yol açtı. iran-bizans savaşlarının devam etmekte olduğu o yıllardan itibaren hükümdar balak (belek?) idaresinde büyük çapta askeri faaliyet gösteren sabarların sasanîlerle anlaşarak, bizans'a karşı savaştıkları (516), ermeni'ye bölgesine akınlar yaptıkları ve arkasından anadolu'ya girerek kayseri, ankara, konya dolaylarına kadar ilerledikleri bilinmektedir. bu münasebetle, sabarların büyük savaş gücü ve bilhassa yüksek harp malzeme tekniği bizans'ta hayret uyandırmış görünmektedir: "sabarlar insan hafızasının hatırlayabildiği zamandan beri ne iranlılardan, ne romalılardan hiç kimsenin düşünemediği makinelere sahiptirler.

öyle ki, her iki imparatorlukta fenci eksik olmamış ve her devirde muhasara makineleri yapılmıştır, fakat şimdiye kadar bu "barbar"lanrıkine benzer bir buluş ne ortaya konmuş, ne de onlar gibi kullanılabilmiştir. bu şüphesiz insan dehasının bir eseridir" balak (ölm. 520'ler)'tan sonra yerine geçtiği anlaşılan dul hatunu bo(ğ)arık savaşçılığı, idareciliği ve güzelliği ile meşhur bir türk kraliçesi idi ve "100 bin" kişilik sabar ordusuna kumanda ediyordu. bizans imparatoru justinianos 1 (527-565) çeşitli gümüş vazolar ve diğer zengin hediyeler karşılığında boğarık ile anlaşmayı tercih etti (528). bizans yıllardan beri sürüp gelmekte olan sasanîler savaşında sabarları kendine dost ve müttefik yapmayı daha uygun bir siyasî davranış saymış olmalı idi. 531 yılına kadar bizans ile işbirliği halinde görülen sabarlar hakkında, sonraki senelere ait açık bir habere rastlanmamakla beraber, onların şehinşah anüşîrvan (adil) zamanında, sasanîlerin kafkaslardaki sürekli ve başarılı savaşlarında (bilhassa 545'de) hayli telefat verdikleri tahmin ediliyor ki, neticede bir askeri güç olmaktan çıkmışlar, üstelik 557'ye doğru avarlardan da ağır bir darbe yemişlerdir. sabar sahası az sonra, karadeniz'e ulaşan gök-türk idaresine girmiştir. 576'da güney kafkaslardaki hakimiyetleri bizans tarafından yıkıldıktan sonra bir kısmı kür nehrinin güneyine yerleştirilen sabarların adlarına 7. yüzyıl ortalarına kadar dağınık şekilde rastlanmakta ve bu tarihlerde aynı bölgede büyük bir devlet olarak ortaya çıkan hazarların esas kütlesini teşkil ettikleri, hazar kabileleri olarak görülen belencer ve semender'in aslında iki büyük sabar kütlesi olduğu anlaşılmaktadır.

 

avar hakanlığı.

orta avrupa'da, frank krallığı ile bizans imparatorluğu arasında, eski hun, sabar kalıntıları ve oğur (bulgar)'lar gibi türk kütlelerinin desteği ile kudretli bir devlet kurarak, çeşitli germen ve özellikle kalabalık islav kabilelerini hakimiyetleri altına almak suretiyle 250 sene kadar (558-805) avrupa siyasetine yön veren avarların kimliği meselesi tarihçi ve dilcileri hayli uğraştıran başlıca konulardan biri olmuştur. hala da, uzmanların fikir birliği haline geldikleri bir sonuç ortaya çıkmıştır denemez ise de, avrupa avar (bizans kaynaklarında: abares, abaroi, latince'de: awari, awares, îslav dillerinde: abari, obri vb...) hakanlığı kurucularının türklüğü, araştırmalar ilerledikçe daha da kesinlik kazanmaktadır. vaktiyle, moğolistan'daki ju-an-juan devleti (4. yy. başları- 552/555)'nin gök-türkler tarafından yıkıldıktan sonra, tahminen 20 bin kişilik bir kütlenin batıya doğru göçtüğüne dair bizans tarihçisi th. simokattes (7. yy. 2. çeyreği)'deki bir haber 558'de bizans'ın doğu sınırlarından elçi göndererek kendilerine yardım ve yerleşecek arazi verilmesini rica eden kütle ile, orta asya'dan batıya yöneldikleri, daha sonra da avrupa içlerine ilerledikleri söylenen bu grup arasında bir bağlantı kurulmasına yol açmış ve juan-juanların umumiyetle ve hatalı olarak "avar" ve çok defa "asya avarları" diye anılması (j. marquart, 1914, gy. nemeth, 1930, 0. franke, 1936, w. eberhard, 1947 vb.) bu bağlantı fikrini kuvvetlendirmiş, diğer taraftan juan-juanlar moğol kabul edildiklerinden, avrupa avarlarının da aynı soya mensup bulunması tabiî sayılmaya başlanmıştır ki, geçen asır sonlarında moğolistan'da, avrupa avarlarını hatırlatan var-guni (bar-guni) adlı bir kabilenin yaşadığının tespit edilmesine ilaveten, macaristan'da avar çağına ait mezarlardan çıkarılan insan iskeletlerinin çoğunlukla mongoloid bulunduğunun beyanı ve üstelik avar hakanının adı olan bayan'ın moğolca bir kelime olduğu iddiası, bu kanaati perçinlemiş gibidir.

fakat gerçekte ta de guig-nes'den beri (1756) menşe meselesi ile ilgili, yukarıda adları geçen ve geçmeyen uzmanlardan hiçbiri, moğolistan juna-juanları ile avrupa avarlarının soy ve kültür birliğine sahip olduklarına dair kesin bir şey söyleyememiş ve sadece tahminler ve yorumlarla yetinmişlerdir. bunun başka sebebi de, hadiselere hem zaman, hem mekan bakımından en yakın durumda olan bizans kaynaklarındaki, birbirleri ile çelişkili görünen, türlü açıklamalara elverişli haberlerdir.
burada durumu kısaca aydınlatabilmek için şu 3 noktanın belirtilmesi faydalı olacaktır:

a) bizans tarihçisi priskos (5. yy. ortaları) daha orta asya'da juan-juan hakimiyetinin çökmesinden 100 sene önce (461-465 hadiseleri, bk. sabarlar, oğurlar), batı sibirya bölgesinde "avar" kavminden bahsetmiştir. diğer bir kaynak (zakharias rhetor, 550 sıraları) da, yine moğolistan hadiselerinden önce, batıda bir "abar" topluluğunu zikretmektedir. bunlara ilaveten, eski grek coğrafyacısı strabon (m. 1. yy)'un eserinde "abar-noi"lerin bahis konusu edildiği, hatta, çok daha eski tarihlerde grek efsaneleri ile karışık olarak "abaris" adının geçtiği bildirilmektedir.

b) bu kayıtlara göre, bahis konusu avar (abar)'ların, m. s. 555'de ta-mamen yıkılan moğolistan juan-juanları ile bir ilgisi olmayacağı açıktır.

c) esasen, dikkate değer ki, bizans tarihçisi th. simokattes (7. yy. 2. çeyreği), avarlar hakkında "hakikî avar" ve "sahte avar" diye bir ayırım yapmıştır. bu kayıt üzerindeki incelemelerde varılan sonuçlara göre, "sahte avar" denilen kütle, aslında, batı türkistan-kuzey kafkasya arası ve don-til (volga) nehirleri dolaylarındaki oğur boylarına komşu olarak yaşayan ve bizans kaynaklarında (menandros, 6.yy. sonları) "avar" adı ile anılan warkhon(yani var ve hun: simokattes'te)'lardır ki, gök-türkler, hunlar gibi y'lı türk lehçesi konuşan bu iki türk grubu önce 350 yılını takiben, bağlı olduktan juan-juan idaresini terk edip, batıya yönelerek, türkistan-afganistan-kuzey hindistan'da ak hun (eftalit) devletinin kuruluşuna katılan (bk. orta-doğu hunları), sonra da, juan-juanların 458-459 yılında tabgaç orduları karşısındaki yenilgileri üzerine yine moğolistan'daki yabancı hakimiyetinden koparak, hazar-aral kuzeyi sahasına gelen war (var) ve hun adlı türk kabileler birliği idiler ve yaptıkları işe uygun olarak, batıda topluca apar (abar, avar) diye anılmışlardır.

demek ki avrupa avar hakanlığının kurucularını ve hakim zümresini, asya içlerinden gelen ve güney rusya düzlüklerinde karşılaştıktan ogur boylan ile birlikte, aralarında, gök-türklerin siyasi genişlemesi dolayısıyla baskı altında kalarak batıya çekilen bazı moğol ve alan gibi iranlı yabancı unsurların da bulunduğu kalabalık türk kütleleri teşkil ediyordu (bundan dolayı avar hakanlığında hakim tabakanın kimlikleri hakkında şöyle görüşler ileri sürülmüştür: ak hunlarla yakın ilgileri vardır /j.marquart, 1914, r. grousset, 1941, k. czegledy, 1954, 1969/; fin-ugorlarla karışmış türklerdir /gy. györffy, 1941, d. csallany, 1958/; eski grek kayıtlarında ve eftalit paralarında "türk" diye anılan "altaylı" bir topluluk olabilir/ h.w. haussig, 1956/; daha çok ogur-türk gruplarından meydana gelmişlerdir/c. a. ma-cartney, 1944, m.i. artamonov, 1962/; türk-moğol karışımı / a. kollautz, 1970).

esasen avar hakanlığında mevcudiyeti anlaşılan bazı türk idari makamlar yine türkçe deyimlerle anıldığı gibi (tudun, yugruş, tarhan, boyar, ban vs. unvanları), adları tarihe geçmiş avar devlet adamları şüphesiz türk menşeli idiler ; ünlü hakan nayan'ın adı da türkçe bir kelimedir.

avar çağı mezarlarındaki iskeletlerde mongoloid tipin fazlasıyla baskın olduğu beyanı da inandırıcı olmaktan uzak görünmektedir. zira, avar imparatorluğu nüfuz sahasına giren bölgelerde (macaristan, arnavutluk, hırvatistan, çekoslovakya, avusturya, güney almanya) 1970'lere kadar yapılan, avar çağı ile ilgili arkeolojik kazılarda çıkarılan insan iskeletlerinde germen, islav, iranlı, fin-ugor gibi türlü tipler arasında türk tipinin de (braki-sefal) dikkati çekecek ölçüde olduğu, hatta bazı buluntu yerlerinde, aslı türk soyunu temsil eden "andronovo-tipi"ne bile % 10-15 gibi oldukça yüksek bir nispette rastlandığı tespit edilmiştir.

558 yılında sabar hakimiyetini yıkıp kafkaslara doğru ilerleyerek, iranlı alanları ve oğur boylarını tabiiyete aldıktan sonra bizans'a elçi gönderen avarlar, yıllık vergi ve kendilerinin yerleşebilecekleri arazi istediler. o sıralarda bir yandan balkanlar'da, dalmaçya'da geniş çapta fütuhat ile, bir yandan da trakyayı ansızın istilaya girişen oğurlara karşı mücadelelerle meşgul olan imparator justinianos vergiyi red etmemekle beraber, ülkesine bir avar akınını durdurmak maksadıyla aşağı tuna havzasında, başta ant'lar olmak üzere kalabalık islav kütlelerinden bir set kurmaya çalıştı. fakat 562'de bu engeli kolayca parçalayan avarlar aşağı tuna'yı işgal ederek bizans ile sınırdaş oldular ve avrupa içlerine kadar akınlara başladılar. împarator justinos (565-578)'un vergiyi ödemede tereddüt göstermesi dolayısıyla da, 565'lerden itibaren hakan bayan'ın idaresinde bizans'ı baskı altına alarak, orta karpatlar'a girdiler; tuna'nın batısındaki germen kavimlerinden longobard'larla anlaşarak doğu macaristan'daki gepid'leri hakimiyetlerine aldılar ve 568'de longobardların kuzey italya'ya göçmeleri üzerine de bugünkü macaristan'ı tamamıyla işgal ettiler. böylece avarlar orta avrupa'da büyük bir devlet kurmuş oluyorlardı. bundan sonra batıda frank kıralı siegebert'i mağlup ederlerken, 582'lerde güneyde singidunum (belgrad) ve sirmium (eszek) gibi mühim bizans sınır şehir-kalelerini ele geçirmişlerdi. yukarıdaki fetihleri yapan büyük teşkilatçı bayan hakan'ın 592 yılında istanbul'a yürümek maksadı ile çorlu'ya kadar gelerek bizans başkentinde korku uyandırdığı tarihte "don nehrinden galia 'ya, kuzey islav bölgelerinden italya 'ya kadar diğer taraf avar askeri faaliyet sahası haline gelmişti.
asıl çekirdeğini türk unsur teşkil etmekle birlikte çeşitli islav ve germen kabilelerinden toplanan kalabalık yardımcı kıt'aların desteklediği ordusu ile bilhassa başlıca pazar şehirlerini ve ticaret yollarını daima elde ve emniyet içinde tutmaya gayret ettiği anlaşılan avar hakanlığının, avrupa'da 200 yıl kadar süren hakimiyeti devrinde mühim askeri teşebbüsleri istanbul kuşatmalarıdır.

sasanîlerle anlaşarak yapılan ve imparator herakleios (610-641)'u başkenti terk edip kartaca'ya gitmeyi düşündürecek kadar baskılı olan ilk muhasara (617 veya 619)'dan sonra, ikinci harekat, yine sasanî imparatorluğu ile ortaklaşa gerçekleştirilmişti (626). iran-bizans savaşlarının şiddet kazandığı ve şehinçah husrev ii (590-628)'nin bütün el-cezire, filistin ve suriyeyi ele geçirdiği bu yıllarda doğu karadeniz sahillerinde bulunan imparator herakleios, hazar türklerinden askeri yardım sağlamak üzere tiflis'e giderken, şahrvaraz kumandasındaki iran ordusu bütün anadoluyu geçerek boğaziçi'ne ulaştığı zaman, bulgar kuvvetleri ile takviyeli avar ordusu da balkanlar'ı ve trakyayı aşarak istanbul surları önüne gelmiş bulunuyordu.

gerçek kuşatma avar ordusu tarafından yapılmakta idi (626, temmuz-ağustos). patrik sergios ile patricius bonos tarafından müdafaa edilen başkentte büyük heyecan uyandıran bu harekat tarihi hatıralar bırakmıştır. bizans'ta kurtuluşu anmak üzere "bayram" ilan edilen gün ("büyük perhiz'in 5. haftasındaki cumartesi günü) kiliselerde ayinler şeklinde yüzyıllarca devam etmiş ve "akathistos" ilahisinin bu avar kuşatması ile ilgili olduğu anlaşılmıştır. kuşatma 626 donanmasızlık yüzünden başarıya ulaşmamış ve avar ordusunun sonuç alamadan, müşkül şartlar altında çekilmek zorunda kalması hakanlığın nüfuz ve itibarını kaybederek zayıflamasına yol açmıştır. yardımcı kuvvetler dağılmış ve bilhassa hakanın 630'da ölümünden sonra, tabi kütleler, bizans'ın da teşvik ve desteği ile baş kaldırmış, uzun mücadeleler neticesinde balkanlar bulgarlara geçmek üzere elden çıkmış, tuna-sava bölgesi hırvat-sloven gibi islav kabilelerine, bohemya sahası da çeklerin atalarına terk edilmiştir. bu suretle bir hasım devletler çemberi içine alınan ve iktisadi imkanlarını kaybeden avar hakanlığı 8. asır boyunca gittikçe kuvvetten düştü ve 791'den itibaren 15 yıl aralıksız devam eden -ve amansız bir din muharebesi yapan- frank imparatorluğunun (ka-rolus magnus=şarlman zamanı: 768-814) hücumları (orta macaristan'daki avar başkent müstahkem mevki 796'da pepin tarafından zapt edilmişti) sonunda tamamen ortadan kalktı (805). parçalanan avar grupları doğu macaristan ve balkanlar'a dağıldı, kısa zamanda hristiyanlarak yerli kalabalık içinde eridi.

bununla beraber, avar tesiri avrupa'da devamlı olmuş görünmektedir. hırvatların en büyük askeri-idari unvanlarından olan "ban" (gök-türkçe baga, avar dilinde bagan. ayrıca bulgarlarda, macarlarda mevcut) boyar ve yugruş gibi, yunanistan'da navarino (=pylos, aslı avarino) ve arnavutluk'ta antivari (=bar, eskiden civitas avarorum) şehirlerinin adlan da onların hatıralarından izlerdir. aynca macaristan'da ortaya çıkarılan avar çağı arkeolojik eserleri (dökme aletler ve üzerilerinde hayvan mücadele tasvirleri ve grifonlar bulunan at koşum takımları) orta asya'da gelişen türk sanatının (hayvan üslubu) avrupa'daki örnekleri kabul edilmekte ve bu üslubun izleri meroving'ler devrinde fransa'da da görülmektedir. arnavutluk'taki prostovats altın hazinesi avar'lara ait olduğu gibi, arkeolojik araştırmalar avar türk sanatının germen ve islav sanatları üzerindeki tesirini ortaya koymuştur. orta macaristan'ın nagy szent miklos mevkinde 1799'da ele geçmiş olup hangi türk kavmine ait bulunduğu hala münakaşa edilen, üzerileri türkçe kitabeli 23 parça altın kaptan müteşekkil ünlü hazinenin avar çağından kaldığı da ileri sürülmüştür.

avar hakanlığının özellikle islav kavimleri üzerinde büyük tesiri olduğu anlaşılıyor. 4. yüzyıla kadar germen got'ların, daha sonra hun imparatorluğuna bağlı olarak türklerin hakimiyetine giren islav toplulukların tarihi o zamandan itibaren aşağı yukarı "türk tarihinin bir parçası" durumuna girmiştir. kalabalık islav kütlelerinin çeşitli doğu avrupa bölgelerine ve balkanlar'a dağılması hadisesi daha çok avarlar devrinde vuku gelmiş ve bu büyük ölçüdeki göçler "avar hakanlığınca ihtiyaç duyulan toprak mahsullerini elde etmek için onlara tarım işleri, aynı zamanda, sınır bekçiliği yaptırmak maksadı ile avar idaresi tarafından hazırlanmış ve tatbik edilmiştir. bu suretle türlü islav kabileleri bugünkü çekoslovakya'ya, elbe nehri boyuna, dalmaçya kıyılarına, balkanlar'a sevk edilmişlerdir. 750 sıralarında atina çevresinde "avar" denilen islavlardan bahsedilmekte, aynı devirlerde hırvatları adriatik sahiline götüren başbuğların şu adları sıralanmaktadır: kiıliik, lobel (alp-el?), kösenci (koşuncu), buga, tugay "9. pannonia (batı macaristan) ve morva islavlarının başında, islavlaşmış avar beylerinin bulunduğu ileri sürülmekte, diğer taraftan germen kabilelerinin çek memleketindeki yurtlarından ayrılmalarının, savaş kabiliyetleri pek zayıf olan islavlar yüzünden değil, avar başbuğularının baskısı sonucu vuku geldiği ve bu hadisenin doğu almanya'da meydana çıkan avar sanatı ile ilgili eserlerde de doğrulandığı bildirilmektedir. böylece, 584'de piskopos suri-yeli johannes'in ifadesi ile "eskiden ormanlardan dışarı çıkmaya cesaret edemezken, avarlar sayesinde savaşa alışan ve altın, gümüş, at sürüsü sahibi olan islavların sistemli götürülmeleri yolu ile günümüz orta ve doğu avrupa etnik haritasının avar hakanlığı tarafından çizildiği anlaşılmaktadır. bugün kafkaslar'da yaşayan avar zümresinin de onların torunları olduğu kabul edilir.

 

birinci dünya savaşı öncesi genel durum;
15. ve 16. yüzyıllarda avrupa'da önemli gelişmeler yaşandı. bu gelişmelerin en önemlileri coğrafi keşifler , rönesans ve reform hareketleriydi.18. yüzyıla geldiğimizde avrupayı sosyal, siyasi ve ekonomik anlamda kökten değişikliklere uğratan fransız ihtilali ve sanayi inkılabı gerçekleşti. sanayi inkılabı ingiltere'de başlayıp daha sonra fransa ve diğer batı avrupa devletlerini de etkisi altına aldı. sanayi inkılabı, üretimde makinelerin kullanılmasıyla başladı. böylece üretimde artış sağlandı. bunun sonucunda ham madde gereksinimi arttı. 19. yüzyıla gelmeden önce portekizliler ve ispanyollar, coğrafi keşiflerle başlayan sömürgeciliğin öncüleri olmuşlardır. 15. yüzyılın 2. yarısında afrika kıyılarını keşfettiler. ümit burnuna (1487) ve hindistan kıyılarına (1498) kadar ulaştılar. hint okyanusu ve afrika'da sömürgeler yaptılar. ispanyollar kuzey ve güney amerika'nın doğu kıyılarını ele geçirdiler. fransızlar, kanadayı sömürgeleri haline getirdiler. ingilizler fransa ile giriştikleri sömürgecilik mücadelesinde üstün oldular. hollandalılar malezyayı sömürge haline getirdiler.

sanayi inkılabı , 19. yüzyılda ingiltere'nin gelişip güçlenmesini sağladı.18-19. yüzyıllarda avrupa'da birçok alanda yenilikler yaşandı. fransız ihtilalinin getirmiş olduğu fikirler, önce avrupa'ya daha sonra bütün dünyaya yayıldı.

fransız ihtilali ile ortaya çıkan milliyetçilik , hürriyet, eşitlik, adalet vb... düşünceler hızla yayıldı.
fransız ihtilali ile yaygınlaşan hürriyet ve eşitlik düşüncesi devletlerin siyasi yapısını büyük ölçüde etkiledi. mutalikiyetçi yönetimlerin egemenliği sona erdi. insan hak ve özgürlükleri önem kazanmaya başladı.
19. yüzyılın 2. yarısında italya ve almanya , siyasi birliklerini kurarak güçlü bir devlet oldular.
diğer bir sömürgeci devlet olan rusya çarlığı 18-19. yüzyıllarda kafkasya ve orta asyadaki türk devletlerini hakimiyeti altına aldı.böylece büyük okyanusa kadar uzanan geniş bir sömürge imparatorluğu kurdu.balkanlarda karışıklıklar çıktı. rusya'nın amacı akdeniz'e inmekti.

19. yüzyılda sömürgeci faaliyetler hızlandı. asya, afrika ve amerika'da birçok ülke sömürgeci devletlerin ürettiği mallar için önemli birer pazar ve ucuz ham madde kaynağı haline geldi. 19. yüzyılın sonunda japonya, uzak doğuda güçlü bir devlet haline geldi. japonya 1905'te rusyayı yenerek mançurya'dan uzaklaştırdı. kalabalık nüfusa sahip olan çin , 9. yüzyılda iç karışıklıklar , isyanlar ve batılı devletlerin sömürge faaliyetleri karşısında çok zor durumda kaldı.1776 'da kurulan abd zengin ham madde kaynaklarına sahipti . abd 19. yüzyılda sanayisi oldukça güçlendirdi. avrupa devletleriyle rekabete başladı. 19. yüzyıl sonlarına doğru avrupa devletleri arasındaki rekabet ve çıkar çatışmaları arttı.

 

savaşın başlaması ve gelişmesi.

20. yüzyılın başlarında üçlü ittifak ve üçlü itilaf devletlerinin oluşturdukları bloklar arasındaki sömürgecilik ve silahlanma yarışı artarak devam etti.

1914 yılının haziran ayı içinde avusturya-macaristan imparatorluğu veliahdı, bosna-hersek'in başkenti saraybosna'da bir sırp milliyetçisi tarafından öldürüldü.

yunanistan ve romanya ile gerginlik yaşayan bulgaristan, 2. balkan savaşında kaybettiği topraklarını geri almak için almanya'nın yanında itilaf devletlerine karşı savaşa girdi. romanya ve yunanistan, savaşın başında tarafsız olduklarını ilan ettiler. bir süre sonra ingiltere ile anlaşan japonya, almanya'nın asya ve büyük okyanustaki sömürgelerine saldırarak savaşa girdi. avrupa'da başlayan savaş kısa sürede dünyaya yayıldı.

 
üst bottom