mustafa kemal atatürk anıları ve hikayeleri listesi

mustafa kemal atatürk anıları ve hikayeleri listesi için eklenen 19 entry bulunmaktadır.
 
en son bir yetkili düzenledi:

mustafa kemal paşa ve yunan kuvvetleri komutanı trikopis.
bütün bu taarruz esnasında gazi'nin yanında bulunan arkadaşlar, yunan kuvvetleri komutanı general trikopis'in başkumandan çadırına nasıl getirildiğini şöyle anlattılar:
"trikopis, diğer esir kolordu ve fırka (tümen) kumandanları ile birlikte gazi'nin huzuruna çıkarıldıkları vakit, hepsi çok heyecanlı ve bitkin halde imişler. gazi, bunları oturtmuş, kendilerini teselli için bu gibi mağlubiyetlerin tarihte misalleri olduğunu, sevk ve idarede vazifesini bi hakkın yapmış iseler, vicdanen müsterih olabileceklerini söylediği zaman trikopis:
"askeri vazifemi tamamen yaptığıma eminim. fakat asıl vazifemi maalesef yapamadım"diye intihar edemediğini anlatmak isterken gazi:
"o size ait bir düşüncedir" diye sözünü kesmiş ve harita üzerinde:
"şurada bir fırkanız vardı. niçin onu şuraya almadınız. filan yerdeki kuvvetlerinizi falan yere süreydiniz daha iyi olmaz mıydı?" gibi bazı tenkitler yapmış, trikopis:
"ben öyle hareket etmek için emir verdim. fakat (yanındaki kolordu komutanını gösterirken) bu yapamadı!" demiş.
bu görüşmeler olurken esir fırka kumandanı yavaşça yanında bulunan zabitlerimizden birine:
"bizim ile konuşan bu general kimdir?" diye sormuş zabit:
"başkumandan mustafa kemal" deyince adam hayrete düşmüş:
" şimdi anladım biz niçin mağlup olduk! bizim başkumandan izmir'de vapurda oturuyordu!" diyerek derdini dökmüş.

 

ankarayı neden başkent yaptım.
sıcak bir günün akşamında yanında bazı ileri gelenler ile köşkünün bahçesinde dolaşıyordu. ben de o sıralar eski köşkün tavan dekorlarıyla meşguldüm. tozlu ve sisli bir akşam ankara'nın üzerine çökmüştü. yer yer toz hortumları semaya doğru yükseliyor ve manzaraya daha boğucu bir hava ekliyordu. bize:
" ankarayı hükumet merkezi yapmakla iyi mi ettim?" diye sordu.
tabii herkes müspet cevap verdi. arkasından:
"neden?" suali gelince, kimi staratejiden, kimi siyasetten bahsetti. hatta birimiz kayalık güzeldir gibi bir estetik nazariye de ortaya attı. atatürk:
"şimdi dalkavukluğu bırakın" diyerek münakaşayı kapattı. ankara'nın hükumet merkezi olmak için saydığınız meziyetleri beni ikna etmeye yetmez. ben ankarayı hükumet merkezi yapmakla büsbütün başka bir hedef güttüm. türk'ün imkansızı imkan haline getiren kudretini dünyaya bir kere daha tekrar etmek istedim. bir gün gelecek şu çorak tarlalar, yeşil ağaçların çevirdiği villaların arasından uzanan yeşil sahalar asfaltlarla bezenecek. hem bunu hepimiz göreceğiz. o kadar yakında olacak."

 

satı kadın.
ankara'da yakıcı bir yaz günü idi. atatürk beraberinde arkadaşları ve yaverleri olduğu halde kızılcahamam'a giderken kazan köyü yakınlarında durmuş ve otomobilinden inmişti. köyün kadını, genci, yaşlısı, ihtiyarı köylerin içinden geçen, köşede duran bu yabancı konukları görünce hep beraber koşuştular. kimi su getirdi, kimi ayran, bunlardan biri, güğümünden aktardığı soğuk ayranı ata'ya uzattı:
" bir soğuk ayran içer misiniz?" dedi.
bu çorak iklimin kavurduğu yüzünde bronzlaşmış türk kadının en bariz ifadelerini taşıyan, bir türk anası idi. böğrüne sıkıştırdığı kundağı biraz daha bastırdıktan sonra, sağ elindeki ayran bardağını uzattı, bekledi. ata'sı, ayranı kana kana içmiş ve bir an durakladıktan sonra ona;
"senin kocan kim?" diye sormuştu.
köylü kadını, yüzü tunçlaşmış, elleri nasırlı bir türk anası idi; ankara'nın kendine has şivesi ile kocasının sakarya harbinde boğazından yaralanmış bir cengaver olduğunu söyledi. ata bir soru daha sordu :
"ne zaman doğdun?"
"1919'da atatürk samsun'a çıktığı zaman doğdum."
ata, bir an düşündü. yıl 1934 idi. kadının bu ifadesine göre 15 yaşında olması lazım gelirdi. halbuki karşısındaki kadın 25 yaşlarında görünüyordu; tekrar sordu:
"nasıl olur?"
evet, nasıl olurdu. bu satı kadın hiç tereddütsüz, o her zamanki nüktedan haliyle ve memleketin işgal altında geçirdiği acı yılları ima ederek:
"evet paşam, ondan evvel yaşamıyordum ki!"
bu espri ata'yı bir hayli düşündürdü. ayrılırken yaverine kadının ismini ve adresini not ettirdi. daha sonra biz, satı kadını büyük millet meclisi'ne giren ilk kadın milletvekili olarak görmekteyiz.

 

hatay.
1923 yılı mart’ının on beşi pazar günüydü. atatürk, adana istasyonunda trenden inmiş; sağı solu dolduran halkın coşkun alkışları, “ yaşa var ol!” sesleri arasında yaya olarak kente giriyordu.
yarı yolda karalar giymiş bir kadın kalabalığı göze çarptı; sonra onların arasından ikişer levha taşıyan dört genç kız çıktı; atatürk’ün önünde durdular. arkalarından bir kız daha göründü ve önüne geçti. hıçkırıklar, iniltiler ve yalvarışlarla dolu bir nutuk söylemeye başladı. bu genç kızın kişiliğinde henüz tutsak bulunan iskenderun’ la antakya'nın türk olan bütün halkı:
“ bizi de kurtar” diye yalvarıyordu.
herkesin gözleri yaşarmıştı, hıçkırıklarını tutamayanlar vardı.
atatürk’ün de gözleri nemliydi ve başı eğilmiş gibiydi. genç kızın nutku bitince atatürk’ün alnı yükseldi; mavi gözlerinde ve pembe yüzünde bir çelik parıltısı görüldü. her kelimesi üzerinde kuvvetle durarak:
- kırk asırlık türk yurdu yabancı elinde kalamaz! dedi.
on altı yıl sonra hatay sorunun en heyecanlı günlerinde, hasta ve bitkin olmasına rağmen, hatay'a yakın olmak için tekrar adana’ya gitti. dört saat ayakta durmak, birliklerin geçidini izlemek gibi olağanüstü bir dayanıklılık gösterdi. hatay kurtuldu, fakat atatürk'ü yitirdik.
ismail habib, bu konuyu şöyle bitirir:
“ hatay, hatay! seni kurtaran, aynı zamanda senin şehidin oldu!”

 

ata ve köylü.
bir gün bir köylü atatürk’ün orman çiftliği sınırları içindeki bir tarlayı, kendi tarlasıymış gibi sürüyordu. onu gördüler. uyardılar, dinletemediler. bunun üzerine atatürk'e söylediler.
atatürk denetlemeye çıktığı zaman o tarafa gitti. yanındakiler toprağı sürmekte olan köylüyü göstererek:
-işte budur, dediler.
atatürk yavaş yavaş ona doğru yürüdü; yaklaşınca sordu:
-burada ne yapıyorsun?
köylü gülümsüyordu. son derece sevip saydığımız, fakat asla korkmadığımız bir insan karşısında nasıl durursak köylü de öyle duruyordu. sakin bir sesle cevap verdi:
-tarlayı sürüyorum.
-iyi ama, bu tarla senin midir?
-değildir.
-kimindir?
-atatürk’ündür!..
köylü bu cevapları vermekle suçu kabul etmiş oluyordu. bu itibarla dava kaybolmuş demekti. atatürk, kendi toprağına tecavüz edildiği için değil, haksızlık yapıldığı için sertlendi ve sordu:
-iyi ama, sen başkasına ait bir toprağın ona sorulmadan ve izin alınmadan sürülüp ekilemeyeceğini bilmiyor musun?
köylü hiç telaş etmiyordu. aynı sükunetle dedi ki:
-biliyorum, fakat benim bu tarlayı sürüp ekmeye hakkım vardır!
atatürk’ün kaşları çatıldı, büyük bir merak ve hayretle ona sordu:
-bu hakkı nereden alıyorsun?
- çok basit... atatürk bizim babamız değil midir? insan babasının tarlasını sürüp ekerse kabahat mi işlemiş olur?
atatürk’ün yüzünde takdir ve sevgi duygularının en coşkununu anlatan engin bir gülümseme oldu; köylünün sırtını okşadı ve:
-haklısın!.. diyerek uzaklaştı.

 

yunan bayrağı.
atatürk izmir’in kurtuluşunda halkın coşkun gösterileri arasında kalacağı evin önüne gelince, kapının önüne serilmiş bayrağı görünce durdu: bu, ipekten kocaman bir yunan bayrağı idi. üzerine basılarak geçilecek bir yol halısı gibi serilmişti:
kapıdaki kalabalık halk yalvarıyordu:
- buyurunuz, geçiniz. bizim öcümüzü alınız! yunan kralı, bu evden içeri, bizim bayrağımıza basarak girmişti. siz lütfedin. bu karşılıkla o lekeyi silin! burası sizin şehrinizdir. bu ev sizin evinizdir. bu hak sizindir.
atatürk, o yerde serili bayrağın önünde, bulunduğu noktada kaldı. çevresindekilere tatlılıkla baktı.
-o, geçmişse hata etmiş. bir ulusun bağımsızlık simgesi olan bayrak çiğnenmez. ben onun yanlışını tekrar edemem.
bayrağı yerden kaldırttı, bembeyaz mermerlere basarak içeri girdi.

 

Bu listeler ilginizi çekebilir!

üst bottom