islamiyet tarihi hakkında bilgiler listesi

islamiyet tarihi hakkında bilgiler listesi için eklenen 12 entry bulunmaktadır.
 

peygamberimiz fil vakasından 50 gün sonra, rebiyülevvel ayının ön ikinci pazartesi günü,tan yeri ağarırken, mekke'de doğdu.

peygamberimiz doğduğunda bazi hadiseler vuku geldi.
peygamberimiz doğduğunda bazı hadiseler vuku geldi, bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: peygamberimiz, anadan sünnetli ve göbeği kesik olarak doğdu. peygamberimiz doğarken, çocukların yere düştükleri gibi düşmeyip ellerini, yere dayamış başını şemaya kaldırmış olarak doğdu. peygamberimiz doğduğu zaman, bir yıldız doğmuş ve bilginler, bu yıldızın doğduğu gece ahmed doğmuştur dediler. bir çok yahudi alimi tevrattan inceleme ile peygamberimizin bu gecede doğduğunu yakınlarına bildirmişlerdir.

peygamberimiz doğduğu gece kısranın sarayından on dört şerefe yıkıldı. iranlıların, bin yıldan beri hiç sönmeden yanan ateşleri sönüverdi. save golünün suyu çekildi. sema ve vadisini şu bastı. iran şahı, arapların, ülkesini istila edeceğini rüyasında gördü ve telaşa düştü.

peygamberimizin babasi hz. abdullah.
peygamberimizin babası hz. abdullah kureyş'in ileri gelen delikanlılarından idi. güzel yüzlü, iki gözü arasında peygamberlik nurunu taşıyordu. mekke'nin bütün genç kızları onunla evlenmek için can atarlardı. babasına o kadar itaatlıydı ki babasının izinden hiç çıkmazdı. hatta birinde babası abdulmuttalip allah'a dua etmiş ve "allah'ım eğer bana on erkek evladı verirsen onlardan birini senin için kurban edeceğim"demiş, on evladı olunca da allah'a verdiği sözü tutmak için oğlu abdullah'ı kurban etmek istemiştir. oğlu abdullah babasına itiraz etmemiş ve boyun eğmiştir. etraftan yapılan eleştirilerle oğlunu kurban etmekten vazgeçmiş onun yerine 100 adet deve kurban etmiştir. hz. abdullah hz. amine ile evlendikten kısa bir müddet sonra gittiği ticaret kervanından dönerken yolda hastalandı. medine'de dayısı beni adıy bin. neccar'ın yanında bir ay hasta aldıktan sonra vefat etti. hz. abdullah vefat ettiği zaman peygamberimiz henüz anne karnında altı aylıktı.

peygamberimizin süt anneye verilişi.

yeni doğan çocukları süt anneye vermek; kureyş ve şair arap eşrafının adeti idi. bu da; kadınların kocaları ile daha iyi meşgul olmalarını ve çocuklarında, özellikle, havasının güzelliği, rutubetinin azlığı ve suyunun tatlılığı ile tanınan yerlerde yaşayan şerefli kabileler arasında, sağlam vücutlu, sıkı etli, cesaretli yetişmelerini ve düzgün, pürüzsüz konuşmayı öğrenmelerini sağlamak içindi.

mekke çevresinde ve harem içinde oturan kabilelerden süt annesi olanlar, her yıl iki defa, yaz ve güz olmak üzere mekke'ye gelirler, çocukları alıp götürürlerdi.
peygamber efendimizi(a.ş) ben'i sa'd b.bekr kabilesinden süt annesi halime hatun götürdü.
peygamberimizin süt kardeşleri şunlardır:
abdullah b. haris,üneyse binti. haris,seyma bint-i haris.
peygamberimizi yetim olduğu için arap kadınları kabul etmemiş; sadece kabilesine götürecek çocuk bulamayan halime, eli boş gitmemesi için peygamberimizi kabul etmişti. peygamberimizi aldıktan sonra halime ve ailesinin yaşam tarzı bir anda değişti.

bunlardan bazılarını halime'nin dilinden dinleyecek olursak; halime hatun der ki;" içinde bulunduğumuz kuraklık ve kıtlık yılında hiç bir şeyimiz kalmamıştı. ben, kır merkebimin üzerinde idim. yanımızda, yaşlı bir devemiz vardı, bize bir damla süt vermiyordu.

üzerinde bulunduğum merkebin ağır yürümesi yol arkadaşlarımı çileden çıkartıyordu. nihayet mekke'ye varıp emzirilecek oğlan çocukları aramaya başladık. icimizden hiç bir kadın muhammedi almak istemiyor, ondan uzak duruyorduk. çünkü, bizler emzireceğimiz çocuğun babasından bahisse kavuşmayı ve ondan armağanlar almayı bekliyorduk.

bir ara muhammed'in dedesi abdulmuttalip ile karşılaştım, bana; ismin nedir? diye sordu. halime dedim. bana; ey halime! benim yanımda bir yetim çocuğum var onu emzirmek için beni sa'd kabilesi kadınlarına teklif ettim öksüz olduğu için kabul etmediler. sen kabul eder misin? ben ,"bana biraz müsaade ette kocama bir danışayım"dedim.

hemen kocamın yanına döndüm, ona haber verdim. kocam izin verince muhammedi aldım. muhammed bize gelince, evimiz öyle bereketlendi ki kocamla hayretler içinde kaldık. sütü çekilmiş olan devemizde sütler fazlaca akmaya, zayıf olan merkebimize, yolda başka hiç bir binek hayvan geçememeye, davarlarımıza inen süt hiç bir davara inmemeye başladı.

peygamberin çocukluğu daha değişikti. daha iki aylık iken, her tarafa yuvarlanmaya çalışıyordu. üç aylık olunca da durmaya çalışıyordu. dört aylık olunca, duvara tutunup yürüyordu. beş aylık olunca bir yere tutunmadan yürüyebiliyordu. altı ayı tamamlayınca, yürümeyi hızlandırmıştı. yedi aylık iken her tarafa gidebiliyor, koşabiliyordu. sekiz aylık iken, konuşuyor, konuşulanı anlayabiliyordu. on aylık iken ok atabiliyordu. iki yılı doldurduğu zaman, oldukça, iri ve gösterişli bir çocuk olmuştu. onu annesine götürdük, amma, biz, onun yüzünden gördüğümüz hayır ve bereketten dolayı, yanımızda bir müddet daha tutmaya çok istekli bulunuyorduk.

hz. amine'nin medine ziyareti ve vefati.
hz. amine peygamberi de yanına alarak medine'deki neccar oğullarından olan dayılarını ziyarete gitti. orada peygamberle, bir ay kadar misafir oldular.

yahudi kavmi peygamberimizi orada görünce onu devamlı kontrol edip hal ve hareketlerine dikkat ediyorlardı. hz. amine yahudilerin peygamberimiz hakkında takındıkları tavırlardan korkmaya başladı ve acilen mekke'ye dönmek için yola koyuldular.

hz. amine, mekke'ye gelirken, yolda hastalanıp evba köyünde durakladı. başucunda duran peygamberimizin yüzene baktı. sonra da şöyle hitap etti: "ey çekilen dehşetli ölüm okundan, allah'ın lütfü ve yardımı ile yüz deve karşılığında kurtulan zatın oğlu! allah, seni, mübarek ve devamlı kılsın! eğer rüyada gördüklerim doğru çıkarsa, sen celal ve bol ikram sahibi tarafından, adem oğullarına helal ve haramı bildirmek üzere gönderileceksin! allah, seni milletlerle birlikte devam edip gelen putlardan, putperestlikten de, esirgeyecek, alıkoyacaktır.

her canlı varlık ölecektir. bende öleceğim. fakat temelli anılacağım çünkü, temiz bir oğul doğurmuş, arkamda hayırlı bir anı bırakmış bulunuyorum demiştir. ve hz. amine ebva da vefat etti. hazret-i amine vefat ettiğinde 30 yaşlarında idi.

dünyada, böylece babasız ve annesiz kalan peygamberimizi, yüce allah, hamisiz bırakmadı: önce dedesi abdulmuttalibin yanında, sonra da amcası ebu talib-in yanında kaldı. peygamberimiz, sekiz yaşına kadar, dedesi abdulmuttalibin yanında, sekiz yaşından sonra da amcası ebu talib-in yanında kaldı.

peygamberimizin ticaret hayatina atilişi.
kureyşliler, öteden beri ticaretle uğraşırlardı. ticaretle uğraşmayanların ise,ellerinde hiç bir şeyleri bulunmazdı. peygamberimizin de, hazreti hatice hesabına ticarete başlamadan önce, ticaretle uğraştığı olmuştur. nitekim, said b.ebu saib, islamiyetten önce peygamberimizin ticaret ortağı idi. peygamberimizin, ticaret yapmak için, sermayesi olmadığından, hazreti hatice peygamberimizi ücretle tuttu ve kureyşlilerden tuttuğu, başka bir zatı da, peygamberimizin yanına kattı. hazreti hatice yapacağı her sefer için, peygamberimize, ücret olarak genç ve yiğit birer erkek deve veriyordu. peygamberimiz, hazreti hatice'nin ticaret malını şam'a götürmek için, ilk defa dört tane erkek ve genç deveye anlaştılar. peygamberimizle kervan halkı şam'a gitmek için yola koyuldular: şam topraklarından büşra'ya vardıklarında peygamberimiz orada getirdiği bütün malları çok karlı bir şekilde satıp alacaklarını aldıktan sonra, mekke'ye yardımcısı olan meysele ile birlikte geri döndü.

peygamberimizin evlenmesi.
peygamberimiz hazreti hatice adına ticaret yaparken, peygamberimizdeki harikulade halleri görmüş ve yardımcısı meysele ile peygamberimize evlilik teklif etmişti. peygamberimiz bu teklifi kabul ederek kureyşlilerin en soylu kadınlarından olan hazreti hatice ile evlendi.

peygamberimizin çocuklari.
peygamberimizin, hazreti hatice'den, iki erkek çocuğu, dört kız çocuğu doğmuştur. isimleri şöyleydi: kasım, abdullah, zeynep, rukayye, ummu kulsum, fatıma ve cariyesi mısırlı maria'dan doğan ibrahim'di.

kabe'nin kureyşliler tarafindan yeniden yapilişi ve peygamberimizin hakemliği.
bir kadın, kabe hareminde buhurdanlıkta öd ağacı yaktığı sırada, buhurdanlıktan sıçrayan bir kıvılcımdan kabe'nin kat kat olan örtüsü tutuşup tamamı ile yanmış, bu yüzden duvarlar da her taraftan gevşeyip çatlamış bulunuyordu. zaman, zaman sahilden gelen sel baskınları ile de kabe'nin tabanı ve duvarları da iyice yıkılacak duruma gelmişti.

bunun için, kureyşliler kabe'nin duvarlarını onarıp sağlamlaştırmak ve üzerine de tavan çatmak istiyorlar, fakat yıkmaya kalkarlarsa azaba uğrayabileceklerinden korkuyorlar, aralarında meşhere ediyorlardı.

ama bu sırada rum tüccarlarından birisine ait olan inşaat malzemesi yüklü bir gemi cüdde sahillerinde parçalandı, bunu fırsat bilen kureyşliler aralarında yardımlaşarak bu batan gemiden kabe inşası için gerekli malzemeleri almış oldular. ve kabe'nin inşaatına başladılar.

hacerul esved taşı yerine konulacağı zaman kabileler, birbirleriyle anlaşamadılar. hatta işi o kadar ilerlettiler ki aralarında kavga yapmaya çok az bir zaman kaldı. kureyşliler, bu iş üzerinde, dört veya beş gece durdular. sonra kureyşin yaşlılarından ebu umeyye b. mügire bir teklifte bulundu;

teklifine göre, mescidin kapısından giren ilk kişi bu taşı koymak için hakem olacaktı. bütün kavmin uluları bu teklifi kabul ettiler. tam bu sırada peygamberimiz içeri girdi, bütün kureyşliler el çırparak el-emin'in hakemliğine razıyız dediler.

peygamberimiz de hakemlik yaparken bütün kabilelerden birer kişi alarak hacerul esved-i bir beze koydurdu ve onu konulacak yere getirttikten sonra besmele çekerek kendi elleriyle hacerul-esvedi yerine koymuş oldu.

 

ficar savaşları.

cahiliye döneminde müşrik araplar arasında haram aylar dan birisinde yapılan savaşlar.

islam'da yasak olduğu gibi cahiliye döneminde de müşrikler arasında haram aylarda savaş yapmak, kan dökmek, haksızlık ve kötülüklerde bulunmak yasaklanmış idi. muharrem, receb, zilkade ve zilhicce aylarından oluşan bu aylarda yasağın ihlal edilmesi, büyük bir günah ve suç sayılıyordu.

bu telakkiye rağmen cahiliyeye döneminde zaman zaman haram ayların kutsiyeti çiğnenmiş, kanlı bazı savaşlar meydana gelmişti. işte bu savaşlar, müşrikler tarafından, günahın işlendiği savaşlar anlamını ifade etmek üzere "ficar savaşları" diye adlandırılmıştır.

arap tarihinde dört ficar savaşı vuku bulmuştur. i. ficar savaşı, gifâr kabilesinden bir şahsın ukâz panayırında ayaklarını uzatıp oturarak "arapların en şereflisi benim!" demesine kızan bir şahsın, kılıcıyla onun ayaklarını kesmesi üzerine iki tarafın adamları arasında cereyan etmiştir.

ii. ficar savaşı, kureyş'ten benû amir ile kureyş'ten benû kinâne arasında meydana gelmiştir. yine ukâz panayırında benû amir'den bir kadına kinâne oğullarından bazı gençlerin sarkıntılık etmesi bu savaşa sebep olmuştur.

iii. ficar savaşı ise, kinâne oğullarından bir şahsın, âmir oğullarından birisine olan borcunu zamanında vermediği gibi oyalama cihetine gidip ödemeye yanaşmaması sebebiyle bu iki kabile arasında ortaya çıkmıştır.

iv. ficar savaşı ise, kinâne oğullarının yanı sıra kureyş ile hevâzin'in kays-ı aylan kabileleri arasında meydana gelmiştir. hire hükümdarının çıkardığı bir kervana kılavuzluk ve muhafızlık etme konusunda aralarında ihtilaf ve husumet çıkan kinâne oğullarına mensup bir şahsın kays-ı aylan'dan birisini öldürmesi bu savaşa sebep teşkil etmiştir. kinâne oğullarının yanında kureyş'in diğer sülaleleri de savaşa katılmış, bu arada peygamber efendimiz de amcalarıyla birlikte bu savaşta bulunmuştur. ancak genellikle kabul edildiğine göre o sırada yirmi yaşında olup savaşabilecek güçte olmasına rağmen sadece savaş alanının gerisine düşen okları toplayıp amcasına vermekle yetinmiştir. sonunda bu savaş, iki tarafın ölülerinin sayılıp oluşu fazla olan tarafa fazlalık miktarınca diyet verilmesi kararı ile sulha bağlanarak neticelendirilmiştir.

kaynakça​
1ferhat koç - ahmet önkal.

 

hz. fatıma'nın doğumu.

hz. fatıma'nın (a.s) doğum tarihi hakkında islam alimleri ihtilaf etmişlerdir. ehl-i sünnet alimleri çoğunlukla o hazret'in hz. resulullah'ın bi'setinden beş yıl önce doğduğunu rivayet ederken, ehl-i beyt imamlarından gelen hadislerde daha çok hz. fatıma'nın (a.s) bi'setin beşinci yılının cemaziyülahır ayının yirmisinde cuma günü doğduğu belirtilmiştir. ebu basir'in naklettiği bir hadiste hz. imam cafer sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "fatıma (a.s) hz. resulullah (s.a.s) kırk beş yaşında iken cemaziyülahır ayının yirmisinde dünyaya geldi. ömrünün ilk sekiz senesini babasıyla birlikte mekke'de geçirdi. on sene de medine'de babasıyla beraber kaldı. babasının vefatından sonra ise, sadece yetmiş beş gün hayatta kaldı ve hicretin on birinci yılında cemaziyülahır üçünde dünyadan göçtü."

 

davet`in beş devresi olup birinci devresi: nübüvvet devresidir.
davetin ikinci devresi: en yakın hısım ve akrabayı, ahiret azabıyla korkutup uyarma devresidir.
davetin üçüncü devresi: kendi kavmini, ahiret azabıyla korkutup uyarma devresidir.
davetin dördüncü devresi: kendilerine, daha önce ahiret azabıyla korkutup uyarma devresidir.
davetin beşinci devresi ise: zamanın sonuna kadar, bütün cinlerden ve insanlardan, kendilerine davet erişebilecek olanları, ahiret azabıyla korkutup uyarma devresidir.

peygamberimizin vazifesini açiktan açiklamasinin emredilmesi.
peygamberimiz, tebliğin ilk devresi olan nübüvvet devresini üç yıl geçirdikten sonra açıktan tebliğ emri geldikten sonra akrabaları olan abdulmuttalip oğullarını kendisine inanmalarını ve ona yardımcı olmalarını istemişti. fakat akrabaları kendisine yardım etmediği gibi amcası ebu leheb hakaret etmiş, bizi buraya bunun için mi çağırdın diyerek hakaret etmişti.

bundan sonra peygamberimiz, kureyş kabilelerini, safa tepesi yanına toplayarak onları islama davet etti, bu davetten de kureyşlilerden açık bir destek alamadı. hatta amcası ebu leheb peygamberimize hakaret ederek ona taş attı, bunun sonucu tebbet süresi inzal oldu.

işkenceler.
peygamberimiz tebliği açıktan yapmaya başlayınca kureyşliler müslüman olanlara işkence yapmaya başladılar. bu işkencelerin en fazlasını peygamber efendimiz aleyhisselam görüyordu. ona, hakaret ediyorlar, namazını kılarken üzerine pislik atıyorlar, geçeceği yollara diken, butrak gibi şeyler saçıyorlardı. secde de iken deve işkembesini ve pisliğini kafasına atıyorlardı. diğer müslüman olan insanların da hemen hemen hepsi işkence görüyordu. bunlardan köle ve cariye olanların işkencesi öylesine ağırlaşmıştı ki tahammül sınırlarını aşmıştı. en çok işkence gören sahabeleri şöyle sıralamak mümkün:

bilal-ı habesi, zinnüre hatun, ummu ubeys, nehdiyye hatun, amir b.füheyre, lübeyne hatun, ebu fukeyhe, habbab b. eret, yaşır b.amir, miktat b. amr, süheyb b.sinan vb...

ebu cehl'in peygamberimizi öldürmeye kalkişmasi ve nadr b.harisin bir konuşmasi.
nadr b. haris'in peygamberimiz hakkındaki konuşması:
ebu cehl, başından geçeni, kureyşli müşriklerine anlatınca, nadr b. haris, kalkıp "ey kureyş cemaati! vallahi, sizin başınıza hiç bir zaman, bir benzeri ile müptela olmadığınız, bundan sonra da, kolay kolay çaresini bulamayacağınız bir iş gelmiş bulunuyor!

muhammed; şakaklarına ak düştüğünü gördüğünüz zamana kadar, içinizde, en çok hoşunuza giden bir gençti. en doğru sözlünüz ve en emininiz idi. nihayet, size getirdiği şeyle gelince, ona (sihirbaz!) dediniz.
hayır! vallahi, o, bir sihirbaz değildir! biz, sihirbazları ve onların üfürmelerine, düğümlemelerini görmüşüzdür.
siz, ona (kahin!) dediniz. hayır! vallahi, o, bir kahin değildir. biz, kahinleri ve onların titreyişlerini, görmüş ve seci'li sözlerini, dinlemişizdir. siz, ona (şair!) dediniz. hayır! vallahi, o, bir şair de, değildir. biz, şiiri görmüş ve onun her çeşidini: hezeç'ini, recez'ini.. dinlemişizdir. siz, ona (mecnun!) dediniz. hayır! vallahi, o, bir mecnun da değildir. biz, delilikleri, görmüşüzdür. onun işe, ne boğulması, ne çarpınıp titremesi, ne evhamlanması, ne de, sözlerini, karıştırması, vardır. ey kureyş cemaati! durumunuzu iyice düşününüz, gözden geçiriniz!
çünkü, vallahi, sizin başınıza, büyük bir iş gelmiştir! dedi.

 

muhammed (a.s), kırk yaşına gelince, allah (c.c) onun kerametini açıklamayı ve kullarına, onunla rahmet etmeyi dilediği zaman, kendisine, ilk vahiy ve peygamberlik başlangıcı, uykuda sadik rüyalar görmekle olmuştur. peygamberimiz, altı ay bu hal üzere kaldı.

yüce allah, bu altı ay içerisinde peygamberine, uykuda, sonrada uyanık vahiy etti. peygamberimiz, her yıl, ramazan ayında hira dağında bir ay itikafa girer, kureyşlilerin yapageldikleri gibi, yanına gelen yoksullara yemek de yedirirdi. peygamberimiz, kavminin sürü sürü putlara tapıp durduklarını gördükçe, onlardan uzaklaşmayı, halvet ve uzlete çekilmeyi özler, hira dağına girer, halvet ederdi.

peygamberimiz (a.s), yüce allah tarafından peygamber olarak gönderileceği ve ilahi rahmetin, kulları, onunla ihsan olunacağı gün, gelmiş bulunuyordu.

peygamberimiz; ramazan ayının on beşinci cumartesi ve on altıncı pazar gecelerinde, hira mağarasında uyuduğu bir sırada, rüyasında, vahiy meleği cebrail (a.s) atlastan bir kap içinde bir kitapla gelip peygamberimize oku dedi.
peygamberimiz`neyi okuyayım?` diye sordu.
cebrail, peygamberimizi, nefesi kesilinceye kadar, sıktı.
peygamberimiz, kendisini ölecek sandı.
bundan sonra, cebrail (a.s), bırakıp peygamberimize, oku! dedi.
peygamberimiz neyi okuyayım? diye sordu.
cebrail aleyhisselam, peygamberimizi, tekrar, nefesi kesilinceye kadar sıktı.
peygamberimiz, kendini ölecek sandı.
sonra, cebrail aleyhisselamin sıkmasından kurtulmak için`neyi okuyayım?` diye sorduğu zaman, cebrail aleyhisselam, alak suresinin başındaki beş ayeti okudu.
peygamberimiz de, onları, okudu.
cebrail aleyhisselam, ayrılıp gittiği ve peygamberimiz, uykudan uyandığı zaman, o ayetler, sanki bir kitap olarak peygamberimizin kalbine yazılmış gibi idi.
peygamberimiz, mağaradan ayrılıp hira dağının ortasına geldiği zaman, gökten bir ses işitti ki: ya muhammed! sen, allah'ın resulüsün! ben, cebrail'im! diyordu.
peygamberimiz, başını kaldırıp bakınca, cebrail aleyhisselam`i ayaklarını, göğün ufkuna basmış bir insan suretinde gördü!
``ya muhammed! sen, allah'ın resulüsün! ben, cebrail'im! diyordu.
peygamberimiz, duraklamış, ona, baka kalmıştı.
ne bir adim ilerleyebiliyor, ne de, gerileyebiliyordu!
eve döndüğünde, gördüklerini hazreti hatice'ye anlattı, hazreti hatice,``sana müjdeler olsun!
yüce allah sana, hayırdan başka bir şey yapmaz! diyerek onu teselli etti.

hazreti hatice'nin peygamberimizi verakaya götürmesi:
peygamberimiz, yüce allah tarafından, cebrail aleyhisselamın getirip tebliğ ettiği risalet vazifesini kabul ederek evine dönerek, hiç bir ağaca ve taşa rastlamadı ki, kendisini selamlamasın!.
peygamberimiz, yüreği titreyerek eve gelip, `beni örtünüz!, beni örtünüz!`buyurdu.
kalkınca, hazreti hatice'ye başından gecen olayları anlattı.

hazreti hatice de onu alıp hristiyanlığa girmiş olan, veraka b. nevfel´in yanına götürdü. ona, ey amcamın oğlu! dinle bak! kardeşinin oğlu ne söylüyor!
veraka!´´ ne gördün kardeşimin oğlu?´´ diye sordu.
peygamberimiz; gördüklerini, işittiklerini, haber verince, veraka: ´´senin bu gördüğün, allah tarafından musa aleyhisselama indirilmiş olan namusul-ekber´dir.
ah keşke, kavminin, seni (yurdundan) çıkaracakları zaman, ben, sağ ve genç dinç olsaydım!´´ dedi.
peygamberimiz´´ onlar, beni çıkaracaklar mı ki? !´´ diye sordu.
veraka ´´evet! çıkaracaklardır.
çünkü, senin gibi, bir şey getirmiş kimse yoktur ki, düşmanlığa ve işkenceye uğramasın!
eğer, ben, senin davet günlerine yetişirsem, sana, son derece yardım ederim!´´ dedi.
çok geçmeden de, vefat etti.

ilk abdest ve ilk namaz.
peygamberimiz, hiradan döndüğü ve mekke´nin yukarı tarafında bulunduğu sırada cebrail aleyhisselam, gelip vadinin bir köşesinde ökçesini yere vurdu.
oradan, bir su kaynadı.
cebrail aleyhisselam, ondan abdest aldı.
peygamberimiz, cebrail aleyhisselamın abdest alışına bakıyordu.
cebrail aleyhisselam, namaz için nasıl abdest alınıp temizleneceğini görsün diye, yüzünü dirseklerine kadar ellerini yıkadı.
ağzını, şu ile çalkalandı.
burnuna, şu çekti ve ona abdest almayı, namaz kılmayı öğretti.
peygamberimiz de hanımı hazreti hatice'ye, cebrail'in öğrettiklerini öğretti.

peygamberimizin tebliğe başlamasi ve ilk müslümanlar.

allah (c.c) ilk tebliğ emri olan ´´ey örtülere bürünen (resulüm), kalk ve insanları uyar.´´ ayeti celilesi gelince peygamberimiz tebliğ görevine başlamış ve insanları allah'ın birliğine, davet etmeye başlamıştı.
davete ilk icabet edip müslüman olanların isimleri şunlardır:
ilk müslümanlık şerefine sahip olan kişi hazreti hatice´dir.
hz. ali
hz ebubekir
hz zeyd b. harise
bilal-ı habesi ve annesi hamame
ebu fukeyhe
halid b. said
umeyne bint-i halef
amr b. said
zubeyr b. avvam
hz. osman
hz. talha b. ubeydullah
şad b. ebi vakkas
abdurrahman b. avf
ebu ubeyde b. cerrah
ebu seleme
hz. ummu seleme
osman b. mazun...

 

hılfu'l-fudul antlaşması.
ibnu hişam, ibnu ishak'tan naklen şöyle diyor: "... bir antlaşma yapmak üzere kureyş kabileleri birbirlerini davet ettiler ve abdullah ibnu ced'an'ın evinde toplandılar. şerefine ve yaşına hürmeten toplantı onun yanında yapıldı. haşim oğulları, muttalib oğulları, esed ibnu abdiluzza, zühre ibnu kilab ve teym ibnu mürre gerek mekke halkından, gerek mekke dışından oraya gelen biri zulme uğradığında onun yanında yer alacakları konusunda yemin ettiler. zulmü def edinceye kadar zalimin karşısında dikileceklerdi. işte bu antlaşmaya kureyşliler, hılfu'l-fudul adını verdiler." ibnu ishak diyor ki: "muhammed ibnu zeyd ibni muhacir'in talha ibnu ubeydillah ibni avf'tan onun da zühri'den rivayet ettiğine göre zühri, resulullah (s.a. s.)'in şöyle dediğini duymuştur: "ben abdullah ibnu ced'an'ın evinde yapılan bir antlaşmada hazır bulundum. böyle bir toplantıda hazır bulunmam benim için kırmızı develere sahip olmamdan daha sevimlidir. islam'da da böyle bir antlaşmaya davet edilsem yine icabet ederim."

süheyl'i diyor ki: "humeydi'nin süfyan'dan, onun abdullah'tan, onun da hz. ebu bekir'in muhammed ve abdurrahman isimli iki oğlundan rivayet ettiği şu hadisi şerif yukarıdakinden daha kuvvetli ve evladır: "ben abdullah ibnu ced'an'ın evinde yapılan bir antlaşmada hazır bulundum. eğer islam'da böyle bir antlaşmaya davet edilseydim kabul ederdim. orada, hakları alıp sahiplerine iade etmek ve zalimin mazlumu ezmesine engel olmak üzere ahitleştiler."

hılfu'l-fudul antlaşması ficar savaşından sonradır. çünkü tercih edilen rivayete göre ficar savaşı, resulullah (s.a.s.)'ın on yaşlarında olduğu sırada şaban ayında gerçekleşmişti. hılfu'l-fudul ise, peygamberlikten yirmi yıl önce zilkade ayında meydana gelmiştir.

arap kavmi arasında en şerefli antlaşma olarak kabul edilen antlaşma işte bu antlaşmadır. bu fikri ilk defa ortaya atan ve insanları böyle bir antlaşmaya ilk davet eden zübeyr ibnu abdilmuttalib'dir.

hılfu'l-fudul antlaşmasının sebebi.
hılfu'l-fudul antlaşmasını hazırlayan gelişme şu olay oldu: zübeyd oğullarından bir kişi mekke'ye ticaret malı getirmişti. as ibnu vail onu satın aldı. fakat hakkını vermedi. bunun üzerine zübeyd oğullarından olan kişi daha önce anlaşmalı olduğu kabilelerin ileri gelenlerine müracaat etti. fakat onlar kendisine yardım etmekten çekindiler ve onu kovdular.

zübeydi başına gelen bu bela üzerine ebu kubeys dağının tepesine çıktı. o sırada kureyşliler kabe'nin çevresinde kendilerine ait localarında bulunuyorlardı. zübeydi yüksek sesle şöyle bağırdı:
"ey fihroğulları! bir mazluma yetişin.
mekke'nin ortasında malı elinden gitti.
ey toplananlar! kabe'de grup grup umresini yapamayan perişan bir ziyaretçi var.
ey hicr ile haceru'l-esved arasında toplananlar!
bu mukaddes yer, keremini tamamlayanlarındır.
günahkar ve zalim kişinin elbisesi, ona saygı ve asalet vermez."

bu çağrı üzerine zübeyr ibnu abdilmuttalib ayağa kalkarak: "bu işin peşi bırakılmaz" dedi. sonra abdullah ibnu ced'an'ın evinde toplandılar. ev sahibi onlara yemek hazırladı. haram aylardan olan zulkade ayında antlaşma yaptılar. zalime karşı mazlumun yanında birlik halinde bulunacakları ve zalimden hakkını alıp mazluma iade edinceye kadar mücadele edecekleri üzere allah'a söz verdiler. sonra yürüyüp as ibnu vail'in yanına gittiler. satılan malın karşılığını kendisinden çekip aldılar ve sahibine verdiler."

abdurrahman ibnu avf (r.a.) resulullah (s.a.s:) efendimizin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "amcalarımla birlikte iyi kişiler antlaşmasında bulundum. o zaman daha genç yaştaydım. bu anlaşmayı bozmam karşılığında kırmızı develerimin olmasını istemem (yani karşılığında kırmızı develer verilse de yine bu anlaşmayı bozmak istemem.)."

hılfu'l-fudul antlaşmasından çıkarılacak önemli bazı dersler.
1. zulüm ve şirkin insanları kuşattığı zamanlarda allah (c.c.) o zulüm ve şirki kaldırmak için peygamberler göndermiştir. peygamberler ve onlara iman edenler, yeryüzünde zulüm ve şirk kalmayıncaya kadar zulüm yuvaları ve şirk müesseseleriyle mücadele etmeyi kendilerine prensip edinmişlerdir. son peygamber hz. muhammed (s.a.s.) daha peygamberlikle görevlendirilmeden "mazlumun yanında durmak ve zalimin karşısında direnmek" maddesinden ibaret olan dolayısıyla hem cahiliye devrinde hem de islam'da büyük önem taşıyan hılfu'l-fudul antlaşmasına katılmıştır. resulullah (s.a.s.) peygamberlikle görevlendirildikten sonra da hep mazlumun yanında yer almış zalimin karşısına çıkmıştır. nitekim resulullah (s.a.s.) henüz zayıf durumda olduğu mekke döneminde ebu cehil tarafından malı gasp edilerek zulme uğrayan ve baş vurduğu her kapının yüzüne kapatılması sonucunda çaresiz duruma düşen bir yabancının hakkını ondan almıştır. ayrıca resulullah (s.a.s.)'ın zulme uğrayan sahabelerine ilk hicret mekanı olarak habeşistan'ı tercih etmesinin sebebi orada zulmün olmamasıydı. kısacası resulullah (s.a.s.) hayatı boyunca mazlumun yanında zalimin karşısında olmuştur. resulullah (s.a.s.)'den sonra yeni bir peygamber gelmeyeceğine göre peygamberlerin varisleri olan gerçek alimlerin zulme karşı mücadelede halka önderlik ve rehberlik yapmaları ve halkı zulüm hakkında yeteri kadar bilgi sahibi kılmaları gerekmektedir. resulullah (s.a.s.)'in zulümle mücadele metodu kitap ve sahih sünnet kaynaklarımızda mevcuttur. şu asrımızda zulmün karanlığının her tarafı kapladığı herkes tarafından bilinmektedir. zulmün karanlığını dağıtabilmek için müslümanların mutlaka tekrar kitap ve sünnetin etrafında toplanmaları ve diğer meselelerde olduğu gibi zulme karşı mücadele etmede de resulullah (s.a.s.)'in kur'an ve sünnette belirtilen mücadele metoduna göre hareket etmeleri gerekmektedir.

2. resulullah (s.a.s.)'in kendi kavmi içindeki olaylara karıştığını görmekteyiz. resulullah (s.a.s.) hılfu'l-fudul antlaşmasına katıldığı gibi ondan yaklaşık on yıl önce de kabileler arasında vuku bulan meşhur ficar savaşına katılmıştır. resulullah (s.a.s.)'in daha gencecik yaşta kavmiyle haşir neşir olması ve olayların içinde bulunması onun dürüst ve "emin" lakabını kazanmasına vesile oldu. kitap ve sünnetin ihyası için gece gündüz demeden çalışan günümüz davetçilerinin de mutlaka halkla kaynaşmaları, onlarla haşir neşir olmaları, onların dertleriyle dertlenmeleri ve yararlı gördükleri her türlü etkinliğe katılmaları gerekmektedir. insanların arasına inmeyen bir davetçi halkın dert ve sorunlarını bilemeyeceği gibi onlara hiçbir yarar da sağlayamaz.

3. allah (c.c.) kur'an-ı kerim'de mealen şöyle buyurmaktadır: "zulmedenlere meyletmeyin. yoksa size ateş dokunur. sizin allah'tan başka dostlarınız yoktur. sonra yardım da göremezsiniz." (hud, 11/113) mealini verdiğimiz bu ayetten anlaşıldığı üzere değil zulme iştirak etmek, zulme meyletmek dahi çetin bir azaba yakalanmanın alametidir. ayrıca yukarıda mealini verdiğimiz ayetin, hakkında "hud suresi beni kocalttı" anlamındaki hadisi şerif bulunan "emrolunduğun gibi dosdoğru ol" mealindeki ayetten hemen sonra gelmesi ayrı bir anlam taşımaktadır. kur'an-ı kerim'de zulüm manasına gelen kelimelerin dışında sadece zulüm kelimesi ve ondan türeyen kelimeler yaklaşık 300, kütübi tis'a'da ise tekrarlarla birlikte yaklaşık 467 kere geçmektedir ki, bu da islam'ın zulme ne kadar karşı olduğunu göstermektedir. ayrıca bilindiği üzere islam'da bir halifenin bulunması farzdır. bunun da iki ana sebebi vardır: biri, dini muhafaza etmek; diğeri, mazlumlara yardımcı olmak ve onların haklarını korumak. bütün bunlar zulmün ne kadar menfur ve çirkin olduğunu göstermektedir.

4. resulullah (s.a.s.) "mazlumun yanında zalimin karşısında olmak" maddesini içeren daha doğrusu sadece bu maddeden ibaret olan hılfu'l-fudul gibi bir antlaşma hakkında "şimdi de davet edilsem icabet ederim" buyurarak o antlaşmayı övmüştür. günümüz müslümanlarının resulullah (s.a.s.)'in o sözlerine kulak vermeleri ve o sözler ışığında benzer meselelere yaklaşmaları gerekir. çünkü mazlumun yanında durmak ve zalimin karşısına dikilmek ancak gerçek müminlerin karıdır. dolayısıyla kimden sadır olursa olsun ve kime yapılırsa yapılsın zulüm zulümdür. başka bir adı da yoktur. müslümanlara düşen görev zulme dur deyip zalimin zulmüne engel olmaktır. şayet olamıyorlarsa en azından dile getirmeleri ve yazmaları gerekir. şunu da unutmamak gerekir ki, zalimin zulmüne karşı sessiz kalmak zulmü dolaylı bir şekilde benimsemek demektir.

şunu da unutmamak gerekir ki mazlumun dini sorulmaz. her şeyden önce ona yapılan zulme engel olmak lazımdır. binaenaleyh, mazlumun yanında olmak, onun hakkını aramak ve korumak ve zalimin zulmüne engel olabilmek amacıyla atılan her adımı desteklemek ve bu doğrultuda yapılan ciddi davetlere icabet etmek, bunu yaparken de şahsi çıkarları ve ırki saikleri hiçbir zaman ön plana çıkarmamak gerekmektedir. zulme uğrayan kürt ,türk, arap ya da başka bir ırktan olabilir. zulüm oklarının düştüğü yer irak kürdistan'ı veya bosna-hersek, çeçenistan, cezayir, filistin ya da keşmir olabilir. gerçek müslümanların görevleri hakkı haykırmak, yapılan zulmü dile getirmek ve bir ırka veya bir bölgeye karşı gösterdikleri hassasiyeti diğer bölgelere karşı da göstermektir. zira allah (c.c.) kur'an-ı kerim'de mealen: "müminler ancak kardeştirler." (hucurat, 49/10) buyuruyor. "ancak kürtler veya türkler ya da araplar kardeştir" demiyor. resulullah (s.a.s.) bir hadisi şerifte mealen: "müminler, birbiriyle kenetlenmiş bir duvarın kerpiçleri gibidirler" diyor. "kürtler veya araplar ya da türkler birbirleriyle kenetlenmiş bir duvarın kerpiçleri gibidirler" demiyor. şu halde kamil bir müslüman, insanlar ve bölgeler arasında asla ayırım yapamaz ve herhangi bir halka veya bir bölgeye yapılan zulmü kendi halkına ve kendi bölgesine yapılmış gibi kabul eder. şu hakikati dile getirmeden geçemeyeceğim: şuurlu müslümanların kamuoyunun hakimiyetini ellerinde tutan ve yıllardır kendimin de abone olduğu islami bazı gazeteler ve bu gazetelerde yazılar yazan kamuoyunda ün yapmış bazı köşe yazarları bosna'ya, keşmir'e, çeçenyaya vb. yerlere karşı duydukları ilgi ve gösterdikleri hassasiyeti (ki, bunu takdirle karşılıyorum) bugüne kadar müslüman irak kürdistanı'na daha doğrusu müslüman kürt halkına karşı göstermemişlerdir. irak kürdistanı'ndaki islami çalışmalar hususunda dahi buradaki halkı aydınlatmamışlardır. söz konusu gazete ve yazarların orada yaşayanların dertlerini dile getirmeleri ve o dertlere çare aramaları gerekirken maalesef: "aman dikkat! kuzey irak'ta amerika ve israil güdümünde bir kürt devleti kuruluyor" veya: "israil'in kürt kartı" başlığı altında sayfalar dolusu dizi yazılar yazdılar ve o yazılarda -doğru da olabilir yanlış da- bazı şahsiyetleri itham altında bıraktılar. kerkük ve çevresinde amerikan ve israil güdümlü bir türkmen devleti kurulsaydı acaba aynı alerjiyi duyacaklar mıydı? doğrusu merak ediyorum ve yine daha önce kurulmuş olan bazı bölge ülkeleri amerika ve israil güdümünde değiller mi? ve sabah akşam israil'i tesbih ederek kalkıp oturmuyorlar mı? ama sıra kürtlere gelince kıyametler koparılıyor. evet. amerika ve israil'in ajanları bölgede cirit atıyor ve ciddi bir oluşumun peşindeler ama buna sebep olan nedir? bana kalırsa müslümanların bölgeye karşı ilgisizliği ve oraya kardeş elini uzatmamalarıdır. tabii ki bölge ülkelerinin izledikleri siyaset de büyük rol oynamaktadır. ben ister irak kürdistanı'nda ister başka yerde olsun amerika ve israil'in desteklediği herhangi bir oluşuma karşı olduğumu ve ister kürt ister arap ister türk olsun zulme uğrayan herkesin yanında ve zalimin karşısında olduğumu ve zulmü kaldıracak hılfu'l-fudul gibi antlaşmaları desteklediğimi bir müslüman olarak burada ilan ediyorum.
kaynakça​
1ibnu hişam sireti
1a.g.e.
1münir gadban, resulullah'ın hayatı ve metodu, risale, ist., c. 1, sh. 93-95
1buhari, el-edebu'l-mufred, 567 (el-edebu'l-mufred, buhari'nin el-cami'u's-sahih'ten ayrı müstakil bir kitabıdır); ibnu hibban, el-mevârid, 2062; hakim, 2/220, tefsir. hakim: "isnâdı sahihtir, ancak buhari ve müslim sahih'lerine almamışlardır" demiş zehebi de ona muvafakat etmiştir. ahmed ibnu hanbel, 1/190-193; ibnu hacer el-heysemi, mecmeu'z-ze-vaid, 8/172

 

Bu listeler ilginizi çekebilir!

üst bottom