kumar oynarlardı.
cahiliye çağında kumar da çok yaygındı. cahiliyeye arapları kumar oynamakla övünürlerdi. öyle ki kumar meclislerine katılmamak ayıp sayılırdı. onların şairlerinden biri karısına şöyle vasiyette bulunur:
"ben ölürsem, sen, aciz ve konuşma bilmeyen, iki yüzlü ve kumar bilmeyen birini isteme."
tefecilik yaparlardı.
tefecilik almış yürümüştü. para ve benzeri şeyleri birbirlerine borç verirler; kat kat faiz alırlardı. borç veren kimse, borcun vadesi bitince borçluya gelir: "borcunu ödeyecek misin, yoksa onu artırayım mı?" derdi. onun da ödeme imkanı varsa öder, yoksa ikinci sene için iki katına, üçüncü sene için dört katına çıkarır ve artırma işlemi böylece kat kat devam ederdi. tefecilik ve faizin her çeşidini haram kılan allah, özellikle arapların bu kötü adetlerine dikkati çekerek "-ey iman edenler! kat kat faiz yemeyin." (ali imran,3/130) buyurmuştur.
faiz oranları çok büyüktü.
faizcilik araplar arasında o kadar yerleşmişti ki ticaretle onun arasını ayıramıyorlar; "faiz de tıpkı alış-veriş gibi" diyorlardı. bunun üzerine inen ayette: "allah alış-verişi helal, faizi ise haram kılmıştır. " (el-bakara, 2/275) buyrulmuştur.
fuhuş çok büyük orandaydı.
cahiliye arapları arasında fuhuş da nadir şeylerden değildi. cariyelerini zorla fuhşa sürükleyenler vardı. kur'an-ı kerim'de bu hususa işaretle: "iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. " (en-nur, 24/33) buyrulur.
kocanın birkaç metresi olduğu gibi, kadının da başkalarıyla ilişkide bulunması, bazı çevrelerce nefretle karşılanmayan bir davranıştı. fuhuşla ilgili cahiliye araplarının şu adetlerini zikredebiliriz:
kadın adetinden temizlendikten sonra kocası ona "şu adama git ve ondan hamile kal" derdi. kadın istenilen adamla beraber olduktan sonra kocası hamileliği belli oluncaya kadar ona yaklaşmazdı. sonra yaklaşabilirdi. bu, iyi bir çocuğa sahip olmak için yapılırdı.
sayıları üç ile ön arasında değişen bir grup erkek kadının evine girerek, sırasıyla hepsi de onunla cinsi münasebette bulunurdu. kadın hamile kalıp da doğum yaparsa doğumdan bir kaç gün sonra bu erkekleri çağırır, erkekler de zorunlu olarak bu davete iştirak ederlerdi. sonra onlara: "olanları biliyorsunuz, doğum yaptım" içlerinden birine işaret ederek "çocuğun babası sensin" derdi. o da bundan kaçınamazdı.
bazı fuhuş yapan kadınlar da tanınmaları için kapılarına bayrak asarlardı. bu tür kadınlardan biri doğum yaptığı zaman teşhis heyeti toplanıp çocuğun kime ait olduğunu tespit ederdi. o da çocuğun babası olduğunu kabul etmek zorunda kalırdı. (buhari, nikah, 36)
kadına değer verilmez, hak ve hukuku tanınmaz, adeta bir eşya gibi telakki edilip miras alınırdı. biri olup karısı dul kalınca ölenin varislerinden gözü açık biri hemen elbisesini kadının üzerine atardı. kadın daha önce kaçıp bu halden kurtulamazsa artık onun olurdu. dilerse mehirsiz olarak onunla evlenir, dilerse onu bir başkasıyla evlendirerek mihrini almaya hak kazanır ve kadına bundan bir şey vermezdi. dilerse, kocasından kendisine kalan mirası elinden almak için onu evlenmekten menederdi. bunun üzerine inen ayette: "ey inananlar! kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkmanız size helal değildir. " (en-nisa, 4/19) buyrulmuştur. (sevkânî, fethu'l-kadir, i, 440).
yiyeceklerin bazısı yalnız erkeklere ait olup kadınlara yasak ediliyordu. "onlar: bu hayvanların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, eşlerimize yasaktır. ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olur" dediler (en'âm, 6/139)
kızları diri diri toprağa gömerlerdi.
cahiliye araplarının kötü adetlerinden biri de kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleriydi. onlar bunu namuslarını korumak veya ar telakki ettikleri için, bazıları da sakat ve çirkin olarak doğduklarından yapıyorlardı. kur'an-ı kerim'de şu ayetlerde buna işaret edilir: "onlardan birine rahman olan allah'a isnat ettikleri bir kız evlat müjdelense içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi. " (ez-zühruf, 43/17), " diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suç la öldürüldüğü sorulduğu zaman... " (tekvir, 81/8-9), "ortak koştukları şeyler müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi süslü gösterirdi. "(el-en'âm, 6/137)
ekin ve hayvanlarını iki kısma ayırıyor bir kısmını allah'ın böyle emrettiğini sanarak allah'a veriyor ve bir kısmını da allah'a eş koştukları putlarına ayırıyorlardı. onlar bu batıl inanç ve adetlerinde biraz daha ileri giderek allah'ın payına düşeni alıyorlar, onu eş koştukları putların payına ekliyorlardı. ama putlarının payından alıp öbürüne ilave ettikleri görülmüyordu. "allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlardan o'na pay ayırdılar ve kendi iddialarına göre: "bu allah'indir, şu da ortak koştuklarımızındır" dediler. ortakları için ayırdıkları allah için verilmezdi. fakat allah için ayırdıkları ortakları için verilirdi. bu hükümleri ne kötüydü!" (el-en'âm, 6/136).
bir kısım hayvanlarla ekinlerin bazısını dilediklerinden başkasına yasaklıyorlardı. ayrıca bir kısım hayvanlara binerken ve keserken allah'ın adının anılmasına engel oluyorlardı. (el-en'âm, 6/138).
bunun dışında hayvanlarla ilgili şu adetleri de vardı:
deve beş batın doğurup beşincisinde erkek doğurursa kulağını centip serbest bırakırlardı. artık ona binmeyi ve sütünü sağmayı haram kabul ederlerdi. buna "bahîra"* derlerdi.
şaibe*; dileği yerine gelen kimsenin putlara adadığı deve idi. buna da binilmez ve sütü sağılmazdı.
vasîle*; köyün dışı doğurursa kendileri için; erkek doğurursa putları için olurdu. şayet biri erkek, biri dışı olmak üzere ikiz doğurursa, dişinin hatırı için erkeği de kesmezler ve buna "vasîle" derlerdi.
hâm* ; bir erkek devenin soyundan on döl alınırsa onun sırtı haram sayılır, şu ve otlakta serbest bırakılırdı. kimse ona dokunmazdı.
bütün bunlardan başka müşrikler atalarından devraldıkları birtakım adetleri devam ettirme konusunda direniyor ve hatta bunların bazılarının, kendilerini allah (c.c.)'a daha çok yaklaştırdıklarını ileri sürüyorlardı.
ibn ishak şunları aktarıyor: "kureys, ya fil olayından evvel veya daha sonra meydana geldiğini tahmin ettiğim bir bid'at ortaya çıkardı ki, tarihte (hums) diye anılıp, asalet-i diniye iddiasından ibarettir." bunlar: "biz, ibrahim'in evladıyız, ehl-i harem biziz, beyt'in sahibiyiz, mekke'nin de sakini bulunuyoruz. arap kabilelerinden hiçbir kabile, bizim sahip olduğumuz bu şeref ve itibara sahip değildir. binaenaleyh biz, bu müstesna mevkimizin şeref ve itibarını korumalıyız. bundan sonra harem haricinde hiçbir şeye tazım etmeyip bütün ihtiramatımızı harem dahilinde hasretmeliyiz. mesela, arafat'ta halk ile bir sırada, yan yana, omuz omuza durup vakfe etmek, sonra halk ile geri dönüp gelmek bizim kadrimizi tenzil eder" diyorlardı.
ibn ishak devamla: "kureyşliler bu asalet fikrini ortaya koydu ve uygulamaya da başladı. arafat'a çıkmayı, arafat'tan ifazâyi terk ettiler. herkes arafat'ta vakfe ederken, bunlar müzdelife'ye giderler, orada dururlardı. ve "biz ehlüllahiz, harem-i şerif'in hâdimleriyiz" diyerek, diğerleriyle eşitliği kabul etmezlerdi. fakat bunlar, arafat'ta vakfe etmenin ibrahim (a.ş.)'in dini muktezası olduğunu biliyorlardı. kinâne ile huzâaoğuları da bu hususta kureyş'e iltihak etmişlerdi.
bunlar hac için, umre için gelen bedevilere müdahaleye kadar ileri gitmişlerdir. harem haricinden gelen herkesin, beyt'in ilk tavafı siyab-ı hums ile tavaf etmelerini kararlaştırdılar ve uyguladılar. bu kararın neticelerinden biri: kim ki adı bir elbise ile gelip tavaf ederse, tavaftan sonra o elbiseyi çıkarıp atması zaruri idi.
bu kararların ikinci neticesi ise; asilzadelere mahsus bir elbisesi olmayan bedevi erkeklerin çıplak; kadınların da yalnız onu yırtmaçlı kısa iç gömleği ile tavafa mecbur edilmesidir.
bu ve bunun gibi pek çok adetler yürürlükte idi. resulullah (s.a.v)'a iletilinceye kadar da bu adetler yürürlükte kalmaya devam etti. daha sonra da a'râf süresinin 26, 27, 28, 31 ve 32. ayetlerinde, çıplak tavaf ile birlikte diğer bid'atler de yasaklanmıştır.
ebû hüreyre (r.a.)'den gelen bir rivayete göre, ebû bekr eş-sıddık (r.a.) veda hacc'ından (bir sene) evvel, hz. peygamber tarafından hac emiri* olarak (mekke'ye) gönderildiğinde, ebû bekr de ebû hüreyre'yi kurban bayramının ilk günü mina'da büyük bir cemaat içinde halka (şu iki maddeyi) ilana memur kılmıştır. (ebu hüreyre): "ey nas! iyi biliniz, bu yıldan sonra müşriklerin haccetmeleri, çıplakların da kabeyi tavaf etmeleri yasaktır" demiştir. (şahîh-i buhâri, tecrid-i sarıh tercümesi, vi,13) fakat onlar bunu kabule yanaşmamışlar, atalarını körü körüne taklide çalışmışlardır. "onlara: allah'ın indirdiğine ve peygambere gelin dendiği zaman: atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter' derler. alaları bir şey bilmeyen ve doğru yolu da bulamayan kimseler olsalar da mı?" (el-mâide, 5/104). islam, topluma hakim olunca bütün bu cahili sistemin ilkel davranışlarını tamamen yasaklamıştır" (el-mâide, 5/103).
bütün bunlara baktığımızda, cahiliyenin bir inanma biçimi olduğunu görüyoruz. cahiliye; bir şeyi gerçeği dışında bilmek, anlamak ve buna göre amel etmek demektir. bu duruma göre cahiliye; insanın ve toplumun islam öncesi ve islam dışı bir yaşayış biçimiyle yaşaması demektir.doğru yolun zıddı, ilmin aksi olan, eskiyen ve değişken olan, bölgelere, kavimlere ve anlayışlara göre kurulan her türlü islam dışı rejimler; cahili sistemler ve hükümlerdir.