islamiyet tarihi hakkında bilgiler listesi

islamiyet tarihi hakkında bilgiler listesi için eklenen 12 entry bulunmaktadır.
 

türklerin islamiyete girişi.

peygamberimizin, islam'ı tebliğiyle birlikte, dünyanın icra bir köşesinde yaşayan küçük bir kavim, yeni ve büyük bir millet haline geldi. meçhul, basit bir hayat süren ve hatta aşağılanarak yaşayan insanlar, bu dinle birlikte birdenbire, tarihin mümtaz kahraman, fatih ve dahileri oldular. halife hazret-i ömer, emrindeki bir avuç müslüman gazisiyle 641'de suriye ve mısır'ı fethederek, koca doğu roma'nın kanatlarını kırdı. 642'de büyük sâsânî imparatorluğunu yıkarak ceyhun kenarına ulaştı ve türklerle temasa geçti. ancak bu devrede islam'ın merkezinde hazret-i ömer ve yerine geçen hazret-i osman'ın şehit edilmeleri ve sonraki yıllarda başlayan iç mücadeleler, 8. yüzyıl başlarına kadar, türklerle müslümanların münasebetlerini bir sınır komşuluğundan ileri götürmedi. bazı kaynaklarda, hazret-i muâviye döneminde ubeydullah bin ziyâd'ın, müslüman olan türkleri kûfe'ye yerleştirdiği belirtilmektedir. daha sonra emeviler tarafından, islam imparatorluğunun bütün doğu bölgelerini içine alan irak genel valiliğine haccâc'ın getirilmesi ve bunun da horasan'a, devrin sayılı kumandanlarından kuteybe bin müslim'i tayin etmesi (705), savaşları birdenbire alevlendirdi. müslümanlar, kısa zamanda mâverâünnehir'e hakim olduktan sonra talas'a kadar akınlarda bulundular. ancak, türgiş kağanı şulu han idaresindeki türkler, 720 yılından itibaren cephelerdeki hakimiyeti ele alarak, emevî ordularını bozguna uğrattı. böylece emeviler döneminde, türkler karşısında başlangıçta başarıyla sürdürülen mücadeleler, sonuçta başarısızlıkla son buldu. ancak bu mücadeleler, türklerin islamiyeti yakından tanımalarına ve tetkik etmelerine zemin hazırladı. kısa bir süre sonra da, türklerin islam'ın bayraktarı olarak dünya sahnesine çıkmasına vesile oldu.

türklerin hiçbir baskı veya zorla karşılaşmaksızın islam'ı kabul etmeleri, üç ana sebebe dayanmaktadır. birincisi, türklerin inanç ve yaşayışlarının islam'a çok yakın olmasıdır. tek bir yaratıcıya iman, ahirete ve ruhun ölmezliğine inanma ve yaratıcıya kurban sunma gibi temel inanışlar islam'da da vardı. zina, hırsızlık, gasp, adam öldürme, yalancılık ve koğuculuk gibi kötü huylar, islam dininde de şiddetle men ediliyordu. nihayet, islamiyetteki cihat emri, türkün alplik ve fetih görüşüne uygun düşüyordu. bu gibi sebeplerle öncelikle mâverâünnehir (türkistan) bölgesinde yaşayan göktürkler arasında islamiyet yayılmaya başladı. türklerin islamiyeti kabullerinin ikinci safhası da bu sırada gerçekleşmeye başladı. daha kuzeyde ve batıda yer alan müslüman olmayan türkler, özellikle türkistan'la ticari faaliyetleri sırasında, kendi dillerini konuşan ırktaşlarının dinine, daha çabuk ve kolaylıkla girdiler.

türkistan türkleri arasında islamiyetin bu ilk yayılışıyla, diğer türklerin başka yabancı dinlere girişi, hemen hemen aynı devreye rastlar.

doğuda uygurlar mani, kuzeyde hazarlar musevi ve batıda tuna bulgarları hristiyanlık dinine girerlerken mâverâünnehir'deki türkler arasında da islam, 8. asrın başından itibaren yayılmaya başladı. bu durumun diğer türk ülkelerini de tesir ve cazibesi altına almaya başlaması, abbasiler döneminde oldu. abbasi halifelerinin, türklere fevkalade yakınlık göstermeleri, bu faaliyetin daha da hızlanmasına sebep oldu. halife el-mansur (754-775) zamanından itibaren türkler, arap ordularına asker olarak girmeye başladı. el-me'mun döneminde (813-833) türklerden özel muhafız birlikleri oluşturulmaya başlandı. nihayet, halife mu'tasım zamanında (833-842) halifelik ordusunun esasını türkler meydana getiriyordu. türk ordusu için samarra şehrini inşa eden halife, sarayını ve payitahtını da buraya nakletti. müellifler artık, türklerin araplarla aynı millet gibi olduklarını (islam milleti) ve bizanslılar gibi müşrikler yanında, gayrimüslim oğuzlarla bile savaştıklarını yazmaktadır. halife el-mütevekkil zamanında (847-861) ise abbasi devletinin en önde gelen üç şahsiyeti türk'tü. 10. asrın ilk yarısında, emîrül-ümerâlığa iki türk kumandanı, beckem ve tüzün, getirilmişti. türklerin bağdat'ta idareyi ele almaları üzerine, uzak eyaletlerde bulunan türk valiler, müstakil birer hükümdar gibi hareket etmeye başladılar. ilk müslüman türk devletlerden bazıları, bu suretle kuruldu. bunlar arasında, mısır'daki tulunoğulları devleti (868-905), ahmed bin tulûn adında bir türk kumandanı tarafından kurulmuştur. ahmed bin tulûn, dokuz oğuz türklerindendi. ibn-i tulûn, mısır'ı birçok mimari eserle süslemiştir. tulûnoğulları devleti, 905'te sona ermiş ve yerine az zaman sonra tuğaçoğlu mehmed'in kurduğu türk ihşidîler devleti ortaya çıkmıştır.

ancak bu devletlerde, idareci zümrenin türk olmasına karşılık, esas kitle yani halk tabakası, daha çok mısırlılardan oluşuyordu.

islamiyetin, devlet ve halk olarak türkler arasında kabulü, ilk defa itil (volga) bulgarları arasında gerçekleşti. batıya giden tuna bulgarları, toplu olarak hristiyanlaşırken, itil boyu ve kazan havalisinde kalan asıl büyük bulgarlar, özellikle türkistan'la olan ticari ilişkileriyle tanıma fırsatı buldukları islam'ı severek kabul ettiler. bulgar hanı almış, 920'de bağdat'taki halifeye başvurarak, islamiyetin öğretilmesi ve kaleler inşası için, kendilerine din ve ihtisas adamı gönderilmesini istedi. halife muktedir billah tarafından gönderilen kalabalık bir elçi heyeti, 922 mayısında, bulgar ülkesine geldi. almış han ve maiyeti, elçilere fevkalade bir hürmet ve kabul gösterdiler. bu tarihten itibaren bulgar ülkesi, abbasi halifelerine bağlı bir müslüman yurdu haline geldi. ülkede abbasi halifesi ve bulgar hanı namına sikkeler basılmakta, taş camiler, saraylar, kaleler ve diğer binalar yapılmaktaydı. bulgarlar, müslümanlığı kabul ettikten sonra, türk-islam medeniyetinin kuzeybatısında en ileri bir ucu olmakla, büyük bir değer kazandılar. bulgar ülkesine gelen abbasi elçilik heyeti içerisinde yer alan ibn-i fadlan, yazdığı seyahatnamesinde, bu ülke insanlarının temiz, doğru, çalışkan ve samimi müslüman olduklarından bahsetmekte ve bulgar ilinde gecelerin çok kısa olması dolayısıyla türklerin, sabah namazını kaçırmamak için, bir ay, geceleri uyumadıklarından söz etmektedir. bu sözler, türklerin, islam'ı ne derece güçlü bir inançla kabul ettiklerini göstermektedir.

 

cahiliye dönemi.

bilgisizlik, gerçeği tanımama. islam, tam bir aydınlık ve bilgi devri olduğu için, arabistan'da islamiyetin yayılmasından önceki devre, daha dar anlamı ile hz. isa'dan sonra peygamberimizin gelmesine kadar geçen zamana "cahiliye" devri adı verilmiştir.

cahiliye, insanın allah'ı gereği gibi tanımaması, ona kulluk etmekten uzaklaşması, onun ilahi hükümlerine değil de kişinin kendi hevâ ve hevesine uyması, insanların koyduğu emir ve yasaklara, siyasi sistem ve düşüncelere inanmasıdır. kur'an-ı kerim'de: "onlar hala cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar? gerçeği bilen bir millet için allah'dan daha iyi hüküm veren kim var?" (el-mâide, 5/50) buyrulur. islamın hakim olmadığı ortamlar cahiliye çağlarıdır. çünkü ilahi bilginin kaynağından yoksun olan ortamlardır. islamın gelişinden önceki dönemde yaşayan müşrikler allah'a isyan etmiş onun hükümlerine sırt çevirmiş bir toplum olarak son derece ilkel ve cahil hayat sürüyorlardı. cahiliye araplarının sürdüğü hayattan ve içinde yaşadıkları ortamdan bazı örnekleri şöyle sıralamak mümkündür:

putlara taparlardı.
cahiliye insanları allah'ın varlığını kabul etmekle beraber putlara taparlardı. onlar putlarının allah katında kendilerine şefaatçı olacaklarına inanırlar ve: biz onlara ancak bizi daha çok allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" (ez-zumer, 39/3) derlerdi.

içki içerlerdi.
şarap içmek adeti çok yaygındı. şairleri her zaman içki ziyafetinden bahseder, içki şiirleri edebiyatlarının büyük bir kısmını teşkil ederdi. hatta enes b. mâlik (r.a.)'in bildirdiğine göre islam'da içki, mâide süresinin doksan ve doksan birinci ayetleriyle kesin olarak haram kılınmış, hz. peygamber (s.a.v) tellal bağırttırarak bunu ilan ettiğinde medine sokaklarında sel gibi içki akmıştır (müslim, esribe, 3)

kumar oynarlardı.
cahiliye çağında kumar da çok yaygındı. cahiliyeye arapları kumar oynamakla övünürlerdi. öyle ki kumar meclislerine katılmamak ayıp sayılırdı. onların şairlerinden biri karısına şöyle vasiyette bulunur:
"ben ölürsem, sen, aciz ve konuşma bilmeyen, iki yüzlü ve kumar bilmeyen birini isteme."

tefecilik yaparlardı.
tefecilik almış yürümüştü. para ve benzeri şeyleri birbirlerine borç verirler; kat kat faiz alırlardı. borç veren kimse, borcun vadesi bitince borçluya gelir: "borcunu ödeyecek misin, yoksa onu artırayım mı?" derdi. onun da ödeme imkanı varsa öder, yoksa ikinci sene için iki katına, üçüncü sene için dört katına çıkarır ve artırma işlemi böylece kat kat devam ederdi. tefecilik ve faizin her çeşidini haram kılan allah, özellikle arapların bu kötü adetlerine dikkati çekerek "-ey iman edenler! kat kat faiz yemeyin." (ali imran,3/130) buyurmuştur.

faiz oranları çok büyüktü.
faizcilik araplar arasında o kadar yerleşmişti ki ticaretle onun arasını ayıramıyorlar; "faiz de tıpkı alış-veriş gibi" diyorlardı. bunun üzerine inen ayette: "allah alış-verişi helal, faizi ise haram kılmıştır. " (el-bakara, 2/275) buyrulmuştur.

fuhuş çok büyük orandaydı.
cahiliye arapları arasında fuhuş da nadir şeylerden değildi. cariyelerini zorla fuhşa sürükleyenler vardı. kur'an-ı kerim'de bu hususa işaretle: "iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. " (en-nur, 24/33) buyrulur.

kocanın birkaç metresi olduğu gibi, kadının da başkalarıyla ilişkide bulunması, bazı çevrelerce nefretle karşılanmayan bir davranıştı. fuhuşla ilgili cahiliye araplarının şu adetlerini zikredebiliriz:

kadın adetinden temizlendikten sonra kocası ona "şu adama git ve ondan hamile kal" derdi. kadın istenilen adamla beraber olduktan sonra kocası hamileliği belli oluncaya kadar ona yaklaşmazdı. sonra yaklaşabilirdi. bu, iyi bir çocuğa sahip olmak için yapılırdı.

sayıları üç ile ön arasında değişen bir grup erkek kadının evine girerek, sırasıyla hepsi de onunla cinsi münasebette bulunurdu. kadın hamile kalıp da doğum yaparsa doğumdan bir kaç gün sonra bu erkekleri çağırır, erkekler de zorunlu olarak bu davete iştirak ederlerdi. sonra onlara: "olanları biliyorsunuz, doğum yaptım" içlerinden birine işaret ederek "çocuğun babası sensin" derdi. o da bundan kaçınamazdı.

bazı fuhuş yapan kadınlar da tanınmaları için kapılarına bayrak asarlardı. bu tür kadınlardan biri doğum yaptığı zaman teşhis heyeti toplanıp çocuğun kime ait olduğunu tespit ederdi. o da çocuğun babası olduğunu kabul etmek zorunda kalırdı. (buhari, nikah, 36)

kadına değer verilmez, hak ve hukuku tanınmaz, adeta bir eşya gibi telakki edilip miras alınırdı. biri olup karısı dul kalınca ölenin varislerinden gözü açık biri hemen elbisesini kadının üzerine atardı. kadın daha önce kaçıp bu halden kurtulamazsa artık onun olurdu. dilerse mehirsiz olarak onunla evlenir, dilerse onu bir başkasıyla evlendirerek mihrini almaya hak kazanır ve kadına bundan bir şey vermezdi. dilerse, kocasından kendisine kalan mirası elinden almak için onu evlenmekten menederdi. bunun üzerine inen ayette: "ey inananlar! kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkmanız size helal değildir. " (en-nisa, 4/19) buyrulmuştur. (sevkânî, fethu'l-kadir, i, 440).

yiyeceklerin bazısı yalnız erkeklere ait olup kadınlara yasak ediliyordu. "onlar: bu hayvanların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, eşlerimize yasaktır. ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olur" dediler (en'âm, 6/139)

kızları diri diri toprağa gömerlerdi.
cahiliye araplarının kötü adetlerinden biri de kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleriydi. onlar bunu namuslarını korumak veya ar telakki ettikleri için, bazıları da sakat ve çirkin olarak doğduklarından yapıyorlardı. kur'an-ı kerim'de şu ayetlerde buna işaret edilir: "onlardan birine rahman olan allah'a isnat ettikleri bir kız evlat müjdelense içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi. " (ez-zühruf, 43/17), " diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suç la öldürüldüğü sorulduğu zaman... " (tekvir, 81/8-9), "ortak koştukları şeyler müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi süslü gösterirdi. "(el-en'âm, 6/137)

ekin ve hayvanlarını iki kısma ayırıyor bir kısmını allah'ın böyle emrettiğini sanarak allah'a veriyor ve bir kısmını da allah'a eş koştukları putlarına ayırıyorlardı. onlar bu batıl inanç ve adetlerinde biraz daha ileri giderek allah'ın payına düşeni alıyorlar, onu eş koştukları putların payına ekliyorlardı. ama putlarının payından alıp öbürüne ilave ettikleri görülmüyordu. "allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlardan o'na pay ayırdılar ve kendi iddialarına göre: "bu allah'indir, şu da ortak koştuklarımızındır" dediler. ortakları için ayırdıkları allah için verilmezdi. fakat allah için ayırdıkları ortakları için verilirdi. bu hükümleri ne kötüydü!" (el-en'âm, 6/136).

bir kısım hayvanlarla ekinlerin bazısını dilediklerinden başkasına yasaklıyorlardı. ayrıca bir kısım hayvanlara binerken ve keserken allah'ın adının anılmasına engel oluyorlardı. (el-en'âm, 6/138).

bunun dışında hayvanlarla ilgili şu adetleri de vardı:

deve beş batın doğurup beşincisinde erkek doğurursa kulağını centip serbest bırakırlardı. artık ona binmeyi ve sütünü sağmayı haram kabul ederlerdi. buna "bahîra"* derlerdi.

şaibe*; dileği yerine gelen kimsenin putlara adadığı deve idi. buna da binilmez ve sütü sağılmazdı.

vasîle*; köyün dışı doğurursa kendileri için; erkek doğurursa putları için olurdu. şayet biri erkek, biri dışı olmak üzere ikiz doğurursa, dişinin hatırı için erkeği de kesmezler ve buna "vasîle" derlerdi.

hâm* ; bir erkek devenin soyundan on döl alınırsa onun sırtı haram sayılır, şu ve otlakta serbest bırakılırdı. kimse ona dokunmazdı.

bütün bunlardan başka müşrikler atalarından devraldıkları birtakım adetleri devam ettirme konusunda direniyor ve hatta bunların bazılarının, kendilerini allah (c.c.)'a daha çok yaklaştırdıklarını ileri sürüyorlardı.

ibn ishak şunları aktarıyor: "kureys, ya fil olayından evvel veya daha sonra meydana geldiğini tahmin ettiğim bir bid'at ortaya çıkardı ki, tarihte (hums) diye anılıp, asalet-i diniye iddiasından ibarettir." bunlar: "biz, ibrahim'in evladıyız, ehl-i harem biziz, beyt'in sahibiyiz, mekke'nin de sakini bulunuyoruz. arap kabilelerinden hiçbir kabile, bizim sahip olduğumuz bu şeref ve itibara sahip değildir. binaenaleyh biz, bu müstesna mevkimizin şeref ve itibarını korumalıyız. bundan sonra harem haricinde hiçbir şeye tazım etmeyip bütün ihtiramatımızı harem dahilinde hasretmeliyiz. mesela, arafat'ta halk ile bir sırada, yan yana, omuz omuza durup vakfe etmek, sonra halk ile geri dönüp gelmek bizim kadrimizi tenzil eder" diyorlardı.

ibn ishak devamla: "kureyşliler bu asalet fikrini ortaya koydu ve uygulamaya da başladı. arafat'a çıkmayı, arafat'tan ifazâyi terk ettiler. herkes arafat'ta vakfe ederken, bunlar müzdelife'ye giderler, orada dururlardı. ve "biz ehlüllahiz, harem-i şerif'in hâdimleriyiz" diyerek, diğerleriyle eşitliği kabul etmezlerdi. fakat bunlar, arafat'ta vakfe etmenin ibrahim (a.ş.)'in dini muktezası olduğunu biliyorlardı. kinâne ile huzâaoğuları da bu hususta kureyş'e iltihak etmişlerdi.

bunlar hac için, umre için gelen bedevilere müdahaleye kadar ileri gitmişlerdir. harem haricinden gelen herkesin, beyt'in ilk tavafı siyab-ı hums ile tavaf etmelerini kararlaştırdılar ve uyguladılar. bu kararın neticelerinden biri: kim ki adı bir elbise ile gelip tavaf ederse, tavaftan sonra o elbiseyi çıkarıp atması zaruri idi.

bu kararların ikinci neticesi ise; asilzadelere mahsus bir elbisesi olmayan bedevi erkeklerin çıplak; kadınların da yalnız onu yırtmaçlı kısa iç gömleği ile tavafa mecbur edilmesidir.

bu ve bunun gibi pek çok adetler yürürlükte idi. resulullah (s.a.v)'a iletilinceye kadar da bu adetler yürürlükte kalmaya devam etti. daha sonra da a'râf süresinin 26, 27, 28, 31 ve 32. ayetlerinde, çıplak tavaf ile birlikte diğer bid'atler de yasaklanmıştır.

ebû hüreyre (r.a.)'den gelen bir rivayete göre, ebû bekr eş-sıddık (r.a.) veda hacc'ından (bir sene) evvel, hz. peygamber tarafından hac emiri* olarak (mekke'ye) gönderildiğinde, ebû bekr de ebû hüreyre'yi kurban bayramının ilk günü mina'da büyük bir cemaat içinde halka (şu iki maddeyi) ilana memur kılmıştır. (ebu hüreyre): "ey nas! iyi biliniz, bu yıldan sonra müşriklerin haccetmeleri, çıplakların da kabeyi tavaf etmeleri yasaktır" demiştir. (şahîh-i buhâri, tecrid-i sarıh tercümesi, vi,13) fakat onlar bunu kabule yanaşmamışlar, atalarını körü körüne taklide çalışmışlardır. "onlara: allah'ın indirdiğine ve peygambere gelin dendiği zaman: atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter' derler. alaları bir şey bilmeyen ve doğru yolu da bulamayan kimseler olsalar da mı?" (el-mâide, 5/104). islam, topluma hakim olunca bütün bu cahili sistemin ilkel davranışlarını tamamen yasaklamıştır" (el-mâide, 5/103).

bütün bunlara baktığımızda, cahiliyenin bir inanma biçimi olduğunu görüyoruz. cahiliye; bir şeyi gerçeği dışında bilmek, anlamak ve buna göre amel etmek demektir. bu duruma göre cahiliye; insanın ve toplumun islam öncesi ve islam dışı bir yaşayış biçimiyle yaşaması demektir.doğru yolun zıddı, ilmin aksi olan, eskiyen ve değişken olan, bölgelere, kavimlere ve anlayışlara göre kurulan her türlü islam dışı rejimler; cahili sistemler ve hükümlerdir.

 

fil vakası.

kabeyi yıkmak üzere büyük bir orduyla gelen yemen valisi ebrehe'nin ordusuna saldıran kuşlar.

ebabil, arapça'da "bölükler, sürü, sürüler" demektir. kelime, kur'an-i kerim'de fil süresinin üçüncü ayetinde geçmektedir. fil süresinde olay şöyle anlatılmaktadır: "görmedin mi rabbın fil sahiplerine ne yaptı? onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? üstlerine sürü sürü kuşlar gönderdi. onlara çamurdan sertleşmiş taşlar atıyorlardı. nihayet onları yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı." (el-fil, 1i5/1-5).

bu olay hz. peygamber'in doğduğu yıl olmuş ve orduda bulunan fil/fillerden dolayı araplar arasında "fil vak'ası", geçtiği yıl ise "fil yılı" olarak meşhur olmuştur. olay kaynaklarda şöyle zikredilmektedir:

habeşistan kralı necâsi ashame'nin, yemen'e hükümdar tayin ettiği ebrehe b. sabbah el-eşrem, mekke'ye giden kervan ve kabe ziyaretçilerini çekmek ve san'a şehrini ticaret merkezi haline getirmek üzere burada külleys veya kalış denilen bir tapınak (kilise) yaptırdı. ancak tapınağa gelen olmadığı gibi fukaym kabilesine mensup bir arap veya bir grup arap kiliseye girerek pislediler. bunu öğrenen ebrehe çok kızdı ve kabeyi yıkacağına yemin etti. büyük bir ordu ve gayet iri cüsseli "mamud" adli fili önde olduğu halde mekke'ye yöneldi. m.s. 57i veya 571 yılında altmış bin asker ve on yahut dokuz fille yola çıktı. (ibnu'l-esir, el-kâmil fi't târıh, nsr: tornberg, beyrut 1965, i, 442).

ebrehe yolda yemen kralı zû neferi bozguna uğrattı, ardından has'amlıları yendi ve bunların nüfeyl b. nubeyb adındaki liderinin hayatını bağışlayarak kendisine mekke'ye gidişte rehber yaptı. taif'teyken sakıf'liler tanrıları lât'i korumak uğruna ebrehe ile işbirliğine yanaşıp ebû regal'i ona rehber olarak verdiler. ebrehe'nin fillerin desteğindeki muazzam ordusunun karşısında hiçbir ordu dayanamadı ve kureyşliler bu gelişe bakarak kabenin yıkılacağına kesin olarak inanmaya başladılar.

abdulmuttalib'in ebrehe ile görüşmesi.
mekke yakınında mügammes denilen yerde ebrehe ordusu çadırlarını kurdu ve çevredeki mekkelilere ait develeri yağmaladılar. burada, ebû regal oldu. develerin içinde abdulmuttalib'in de iki yüz devesi vardı. ebrehe'nin elçisi hinata el-himyeri mekke'ye giderek kureyşlilerin ileri gelenleriyle görüştü ve "kabeyi tavaf etmeyi bıraktıkları takdirde onlara saldırmayacaklarını" söyledi. onlara sadece kabeyi yıkmak için geldiklerini, kendileri ile savaşmayacaklarını bildirdi (ibnu'l-esir, a.g.e., s.443).

abdulmuttalib, "biz onunla savaşmak istemiyoruz, buna gücümüz de yetmez. orası beytullahtır, eğer korursa o (allah) harem'i korur" dedi; develerini görüşmek üzere ebrehe'nin yanına vardı. abdulmuttalıb'e iyi davranan ve önce onu takdirle karşılayan ebrehe, abdulmuttalıb develerini isteyince şöyle dedi: "seni ilk gördüğümde gözüme büyük bir şahsiyet olarak görünmüştün. ama sen kabe'nin korunmasını isteyeceğin yerde develerinin peşine düşünce gözümden düştün." abdulmuttalıb, "ben develerin sahibiyim. kabe'nin de sahibi var, o onu korur" dedi.

abdulmuttalıb develerini alıp kureyşlilerin yanına döndü, onlara olup biteni anlattı ve hepsi, muhtemel bir katliama karşı mekke'den ayrılıp dağlara çekildiler.

fillerin yere çökmesi.
sabaha karşı ebrehe, mekke'ye ilerledi. mamud denilen büyük fil, şehre yaklaşınca yere çöküverdi; kalkması için çok uğraştıkları halde kalkmadı. öteki fillerin de, kabe yönünde sürüldüklerinde yere çöktükleri, başka bir yöne yöneltildiklerinde koşarak kaçmaya çalıştıkları görüldü. bu mucizeyi olayın sıhhati hz. peygamber (s.a.s.)'in küsva adlı devesinin mekke yakınlarında çökmesi olayında, nebi (s.a.s.)'in söylediği sözlerle sabit olmuştur: devesi çökünce resulullah'ın ashabı, "deve çöktü" dediğinde, rasûlullah; "hayır, küsva çökmedi, yalnız onu 'fili engelleyen' engelledi" buyurmuştur. buhâri ve müslim'de, rasûlullah (s.a.ş.)'in mekke'nin fethi günü şöyle dediği nakledilmektedir: "yüce allah filleri mekke'ye girmekten alıkoydu. ama rasûlunu ve müminleri oraya gönderdi. dün olduğu gibi bugün de oranın hürmeti iade olmuştur. dikkat edin, hazır olan olmayana bildirsin. "

kuşların ebrehe ordusuna saldırması.
ebrehe ordusu mekke'ye girerken deniz tarafından, daha önce o bölgede hiç görülmemiş, kırlangıca benzer kuş sürüleri bir anda ortaya çıkarak ebrehe ordusuna saldırdılar. gaga ve pençelerinde taşıdıkları taşları ve çamurdan balçıkları askerlerin üzerine bıraktıklarında onlar, kurumuş, paramparça olmuş ağaç yaprakları gibi dağıldılar. rehberleri nüfeyl kaçtı, askerler kuş saldırısında telef olup feci şekilde öldüler; yolda kalanlar, geriye dönenler de helak oldular. mekke'liler bu mucizeyi dağlardan seyrederken allah'ın iradesi karşısında hayret ve dehşet içindeydiler. ebrehe, bu saldırıda etleri parçalanmış, çürümüş halde san'aya dönerken, hasm kabilesinin yaşadığı bölgede göğsü ikiye yarılarak acıklı şekilde öldü (kadı beydâvî, envârü't-tenzil, fil sûresi tefsiri).

kuşlar ve attıkları taşlar hakkında çeşitli rivayetler vardır. bu olay rasûlullah'ın dünyaya geldiği yılda vuku bulduğundan, peygamberimizin ilk mucizelerinden sayılmıştır. muhammed b. ishak ve ikrime o yıl çiçek hastalığının mekke'de yaygınlaştığını söylemişlerdir. muhammed abduh (v. 19i5) bu rivayetlerden hareketle kur'anda geçen "tayran ebâbile" ifadesiyle kastedilenin "sinekler" öldüğünü ayaklarında salgın hastalık mikrobu taşıyan sinek sürülerini allah'ın, ebrehe ordusuna musallat kıldığını belirtmektedir. yeryüzünün en ihtişamlı ordusu ve hayvanları (filleri) ile gelen ebrehe ve ordusunu allah, bir ibret olsun diye gözle görülemeyen küçük canlılarla mikroplarla helak etmiştir. bu görüşü yukarıda zikrettiğimiz gibi daha önce ilk siyercilerden muhammed b. ishak da kaydetmiştir.

bu tefsirde önemli olan husus; muhammed abduh, resid rıza, ve diğer bazı müfessirlerin, allah'ın, olağanüstü, fevkalade, harikulade mucizesi ile bu allah düşmanı orduyu helak edişini dile getirmeleridir. tefsirlerde kuşların mahiyeti hakkında değişik görüşler bulunmaktadır. ibn abbas ile dahhak, ebâbil'i "birbiri arkasından gelenler" diye yorumlamışlardır. hasan-ı basri ile katâde, "çok" mânâsina; ibn zeyd "çeşitli, sağdan soldan gelenler" mânâsina; mücâhid, "toplu halde arka arkaya gelen" mânâsina geldiğini söylemişlerdir. kuşların, bölük bölük, karışık türde oldukları anlaşılmaktadır. rivayetlerde kuşlar; kırlangıca, kekliğe, sığırcığa, yarasaya, hatta "zümrüdü anka"ya benzetilmektedir .

"siccil" kelimesi, taş ve çamur demektir. yahut, çamurla sıvanmış taş anlamına gelir. "asf" kelimesi, ağaç yaprağı anlamına gelir. haşerelerin ağaç yaprağını yeyip ufalttıklarında yaprak yenik yenik hale gelir ki, surede anlatılmak istenen budur.

surenin anlamı; allah'ın, kabe'nin müdafaasını müşriklere bırakmadığını, saldırganları alışılmadık şekilde helak ettiğini bize anlatmaktadır.

olayın gerçekleştiği yer.
fil olayı, müzdelife ve mina arasındaki muhassab vadisi arasında bulunan muassıb'da meydana gelmiştir. müslim ile ebû dâvûd, câbir'den rivâyetle onun şöyle dediğini yazarlar: "rasûlullah müzdelife'den mina'ya hareket ettiği zaman muassıb vadisin de hızlanmıştı." imam nevevî bunu şöyle izah etmiştir: "ashâb-i fil olayı burada cereyan etmiştir. onun için, sünnet olan, hacıların buradan hızla geçmesidir" (mevdûdî, tefhimül kur'an trç: muhammed han kayanı ve diğerleri, istanbul 1988, vii, 238)

imam mâlik de hz. peygamber'den, "müzdelife durma yeridir, ama muassıb vadisinde durulmamalıdır" hadisini nakleder.

müşrik kureyşlileri bu olay o kadar etkilemiştir ki, üç yüz altmıştan fazla kâbe pütünü unutup yedi yahut on sene allah'a tapmışlardır. fil suresinde allah, ashâb-i fil'in acı akıbetinin fecaatine sadece ana hatlarıyla değinmiş ve müşriklere, hz. muhammed (s.a.s.)'in davetine karşı çıktıklarında, onların başlarına gelebilecek acıklı azabı hatırlatmıştır.

 

cahiliye; insanın insan iradesinin dışındaki unsurlar üzerinde toplanmasını temine çalışan, insanı insana ve topluma köle yapan bir sistemin; beşeriyeti allah'a ibadetten uzaklaştırıp, herhangi bir adla anılan beşeri sistem ve prensiplere itaate zorlayan yönetimin adıdır. insanları, kavimlere, renklere, tarihlerinin karanlık çağı efsanelerine yönlendiren, ayrı ayrı dil farklılığı sebebiyle ümmet şuurundan uzaklaştırmaya çalışan her türlü despotizm, cahiliyenin bir görüntüsüdür. kısaca cahiliye, allah'ın hükmünden başka hüküm arayan ve allah'ın hükmünden başka hükme rıza gösterenlerin tavrı, hayat biçimi ve sistemidir.

ebrehenin kulleys kilisesini yaptirişi ve kabeyi yikmaya kalkişmasi.
habes necasının yemen valisi ve kumandanı eryat'ı öldürerek yerine geçen ebrehetüleşrem hristiyandır. halkın, hacc mevsiminde hacca gitmeye hazırlandıklarını görünce: "halk, nereye gidiyorlar?" diye sordu. "mekke'deki beyt-i haramı hacc etmeye gidiyorlar!" dediler. ebrehe "o beyt, neden yapılmıştır?" diye sordu.

"taştan yapılmıştır" dediler. ebrehe "onun üzerine ne örtülmüştür?" diye sordu."bu ülkeden giden vasail'den (çizgili ince yemen kumaşından) örtülmüştür." dediler. ebrehe "mesih üzerine yemin ederim ki: ben, size ondan daha iyisini yapacağım! dedi. kayser'e yazarak san'ada bir kilise yapmak istediğini bildirdi ve bu hususta kendisine yardım edilmesini istedi. kayser, ebrehe'ye sanatkarlarla mermer ve mozaik gönderdi. ebrehe, meşhur me'rib kraliçesi belkıs'ın metruk sarayından da, işe yarayan taş, mermer gibi ne varsa, hepsini san'aya taşıttırdı.

kilisenin inşasını, çok sıkı tuttu. işçilerden her hangi birisi, güneş doğmadan işinin başında bulunmayacak olursa, ebrehe'ye götürülür, o da, ceza olarak o işçinin elini keserdi!

ebrehe'nin kabeyi yikmaya kalkişmasi.
nitekim, işçilerden birisi, işinin başına erkence gelmekte gecikmiş güneş doğmuştu. cezadan bağışlanmasını, ebrehe'den rica etsin diye ihtiyar annesini de,yanında getirmişti. kadıncağız, oğlunun mazeretini arz edip bağışlanmasını dilemişse de, ebrehe "ben, kendimi yalancı çıkaramam!" diyerek işçinin elinin kesilmesini emretti. bunun üzerine, ihtiyar kadın. demir balta ile vur (elleri, kolları kes) bakalım dedi.

bu gün, hakimiyet senin amma, her zaman, senin değildir. yarın senden başkasının olacaktır! dedi.

ebrehe "onu, yanıma getiriniz!" dedi. getirilince, kadına "bu krallık, benden başkasına da, geçecek midir?"diye sordu. kadın, hiç çekinmeden `evet!' dedi. ebrehe, kulleys kilisesinin, üzerine çıkınca, aden denizini göre bilecek derecede yükseltmek niyetinde idi. fakat, "bu günümden sonra, taş üstüne taş koymayacağım!" diyerek kadının oğlunun elini kesmekten vazgeçti. halkı da, çalışmaktan af etti yapılan kilisenin dışından yüksekliği, alt mis zira' idi. üçten, on zira' doldurulmuştu. kiliseye, mermer merdivenle çıkılmakta idi. kilise, hisarla çevrilmişti kilise ile hisar arasındaki açıklık, her tarafından iki yüz zira' idi. kilisenin duvarları, yemenlilerin çerup dedikleri süslü taşlarla örülmüştü. taşların aralarına burçları andıran ve birbiri içine girmiş müselles şeklinde, yeşil, kırmızı, beyaz, sarı ve kara taşlar konmuştu.kilisenin bütün duvarları, yuvarlak biçiminde kara aban üs ağaçları ile bölünmüştü

ağaçlar, bir adamın kucaklayabileceği kalınlıkta idi.örülen mermerlerin yüksekliği bir zira' idi.mermerlerin üzerine, san'a dağının parlak kara taşlarından, onların üzerine, parlak sarı taşlarından, onların üzerine de, parlak ak taşlarından örülmüştü. kulleys kilisesinin duvarlarının kalınlığı altı zira' kapısının yüksekliği ön zira ' , genişliği dört zira' idi.

ebrehe'nin kabeyi yikmaya kalkişi.
ebrehe, kilisenin kapısının üzerini altın levhalarla kaplattı. altın çivileri, birbirlerinden, mücevherlerle ayırdı.

kapıya, kırmızı büyük bir yakut yerleştirdi. kulleys kilisesinin kapısından girilince 40x80 zira genişliğinde nakışla saç ağacından gümüş, altın çivilerle tavanlanmış bir ev vardı. buradan da, sağ ve sol taraflardan uzunluğu 40 zira kadar olan bir sofaya girilmekte idi. sofanın direkleri çini ile kaplanmıştı. sofadan, 30x30 zira genişliğinde bir kubbeye girilirdi. kubbenin duvarları, çini ile kaplan mis olup içinde altın gümüş ile süslenmiş çelik levhalar bulunmakta idi. kubbede güneşin doğduğu tarafta 10x10 zira genişliğinde alaca renkte kara mermer konulmuş olup güneş vurduğu zaman, içeriden kubbeye bakanların gözlerini almakta ve güneşin, ayın ışığını kubbenin içine aks ettirmekte idi.

halkin kulleys kilisesini tavaf ve ziyarete çağirilişi.
ebrehe, kulleys kilisesini yaptırdıktan sonra, ona kapıcılar, bakıcılar da tayin etti. kulleys'in içinde buhur yakılmaya başlandı kısa zamanda işten, misk bulaştığından duvarlar kararıp mücevherler görünmez oldu. ebrehe, emretti. halk, kulleys'i, tavaf ve ziyarete başladılar ebrehe, aynı zamanda bütün yemen ülkesinde bulunanlara, kulleys!i hac ve ziyaret etmeleri gerektiğini ilan etti. bu, arapların çok ağrına gitti. kulleys kilisesine ve onu yaptıran ebrehe'ye kin bağladılar hatta bir bedevi arap kulleys kilisesinin içerisine pisledi. bazı arap kabilelerinden arabiler kulleys kilisesinde çalışan hademeleri sarhoş ederek kilise içerisine kokmuş leşler, pislikler attılar. bunu duyan ebrehe kızarak bunu muhakkak araplar yapmıştır diyerek öfkelendi ve kabeyi yıkmak için necasiden yardım istedi. necasi yardım maksadıyla elinde bulunan o günün en iri fili olan mahmud`u ve askerlerini gönderdi. ve ebrehe, kabeyi yıkmak için yola çıktı

 

haşimiler.

peygamberimizin atası abdülmenaf'in oğlu haşim'in soyundan gelenlere verilen isim.
haşim ticaretle uğraşan zengin ve cömert biriydi. asıl adı amr'dir. rivayete göre, bir kıtlık yılında filistin'e giderek oradan un satın almış ve mekke'ye getirerek ekmek yaptırmış, kestirdiği hayvanların et suyuna ekmek dağıtarak tirid ikramında bulunmuştur. bu nedenle arapça'da kırmak anlamına gelen (heseme) fiilinden müştak olan haşim adı verilmiştir (ebu ça 'fer muhammed b. çerîr et-taberi, "tarîhu'r-rusul ve'l-millûk" nsr. anneles iii,1088; ibnu hisam, "eş-sîretil'n-nebeviyye, i, 107).

taberi'ye göre; haşim, rûm ve gassân hükümdarlarından kureyş için dokunulmazlık hakkı sağlamış, şam'a yaz seferleri, yemen'e de kış seferlerini o ihdas etmiş bilahare bu, bir adet haline gelmiştir. yine taberî'nin rivayetine göre haşim bir seferinde medine'ye uğramış, amr b. zeyd'e misafir olmuş, amr'ın kızı selmayı görüp onunla evlenmek istemişti. baba, kızının kendi yanında doğum yapmasını şart koştu. haşim de bu şartı kabul edip şam'a gitti. dönüşünde selma ile evlendiler. haşim, selma'yı alıp şam'a götürdü. doğum yapma günü yaklaşınca onu alıp medine'ye babasının evine getirdi, kendisi tekrar şam'a döndü.

haşim'in dört oğlu ve beş kızı vardı. soyu, çocuklarından şeybe (abdulmuttalıb) ile devam etmiş ve bu soydan gelenlere haşim oğulları (benü haşim) denmiştir. haşim'in, abdulmuttalıb'den başka erkek çocuklarının nesilleri devam etmemiştir (taberî, a.g.e., iii, 1082).

haşimiler kureyş kabilesinin bir koludur. peygamberimiz de bu boydandır. haşimiler islamiyetten önce de hem mekke'nin hem de kureyş kabilesinin yöneticisiydi. çok onurlu bir iş sayılan kabe bekçiliği ve hac işleri ne bakmak da aynı ailenin elindeydi.

haşimiler ile kureyş kabilesinin bir başka kolu olan emeviler arasında öteden beri bir çekişme vardı. rivayete göre haşim ile kardeşi abdu şems ikiz olarak dünyaya gelmişler bunlardan birinin parmağı diğerinin alnına yapışık iken ayrılmış bu esnada kan akmış, bundan da ileride bu iki kardeş arasında kan döküleceği sonucu çıkarılmış (taberî, a.g.e, iii, 1089).

islamiyet'ten sonra bu çekişme bir süre diner gibi olur. ancak haşimiler'den olan hz. ali'nin halife seçilmesiyle çekişme yeniden alevlenir. emevilerden muaviye şam'da güçlü bir yönetim kurmuş ve hz. ali'ye isyan edip, savaş açmıştı. yenilmek üzere olan muaviye, entrika ile savaşı kendi lehine çevirmeyi başarmış neticede mücadeleden galip çıkmıştı. bundan sonra emevîler, islam dininin getirdiği, halifeliğin sura ile belirlenmesi usulünü kaldırdılar. halifelik babadan oğula geçen bir saltanat kurumu haline geldi. ancak bu durum çok sürmedi. halk yer yer emevîlere karşı direnişe geçti. bu arada hz. ali'nin oğlu hasan, zehirlenerek öldürüldü. ikinci oğlu hüseyin ise bütün aile üyeleriyle birlikte kerbelâ'da kılıçtan geçirilerek şehit edildi. fakat sonradan emevîler, haşimilerin bir kolu olan abbaşıoğulları (peygamberimizin amcası abbas'ın soyundan gelenler) tarafından ortadan kaldırıldılar. son emevî hükümdarı mervan el-himer (eşek mervan) da öldürüldü ve iktidarları böylelikle son buldu (132/750).

'tarihe abbâsî saltanatı adıyla geçen haşim oğullarının bu seferki iktidarları, ebu'l-abbâs es-şaffah (kan dökücü) ile başladı. moğol hükümdarı hulâgü'nün saldırılarına maruz kalan bu devlet de 1258 tarihinde ortadan kaldırıldı.

haşim oğulları bu tarihten i. dünya savaşına kadar mekke şerifliği gibi sembolik ve mahalli bir görevin dışında önemli bir rol oynamadılar. mekke şerifi hüseyin b. ali (1852-1951), ingilizlerle anlaşarak i. dünya savaşında osmanlılara karşı ayaklanmış, osmanlılar yenilerek arap topraklarından çekilince kendisini hicaz kralı ilan etmişti (1916).

daha sonra necid prensi (suudi arabistan devletinin kurucusu) abdülaziz b. suud (1880-1953), hüseyin'i hicaz'dan çıkarttı. ancak hüseyin ingilizlerin desteğini sağlayarak oğlu faysal'ı irak'a, abdullah'ı da ürdün'e kral yaptırdı. ürdün'e kral olan abdullah, filistin'in bölünmesi konusunda israil ile anlaştığı iddiasıyla filistinli bir genç tarafından öldürüldü. haşimi iktidarı irak'ta, 1958 yılına kadar sürdü. 14 temmuz 1958 günü, başta kral ii. faysal olmak üzere ailenin birçok mensubu öldürüldü ve yapılan askeri darbe ile haşimilerin bu ülkedeki iktidarları son buldu.

ancak bugünkü ürdün kralı hüseyin, kendisinin haşimi soyuna mensup olduğunu iddia etmektedir.

kaynakça​
1ferhat koç

 

Bu listeler ilginizi çekebilir!

üst bottom