aşk yazıları listesi için eklenen 31 entry bulunmaktadır.
 

canım acıyordu yine... büyümek belki de buydu gerçekten de... canımı acıtmaktı... hiçbir şey kolay değildi biliyordum. çaresizdim ve tüm yollar sana çıkıyordu. kurtulamıyordum. beynim uyuştu sonra... değersizlikler içinde boğuşuyordum. kendi kendimi yenme savaşına girdim... savaşı ne kazanabiliyordum ne de kaybedebiliyordum. meğer ne zormuş kendinle savaşmak... kimi çökertmeye calışıyordum ki, ya da kimi kazanmak istiyordum? bendeki o yok olan neydi? bilmiyordum. yaralanmıştım ve büyüyordum yine... çöküşlerin ardından tekrar kök salıp filiz vermeye başladım. kendim için yapmıyordum ama bilmiyordum da kimin için kök saldığımı... senin gibi olmamak içindi belki de tüm gayem ya da kendimi bulmaktı... ne çok hata yapmışım... büyüyordum ve her şeyde leke vardı. aşk geldi beni sana götürdü. aşk geldi seni benden aldı. aşk geldi her şeyi lekeledi... ve ben büyüyordum yine...

seni yazmak istedim her defasında. ne aklım seni anlatacak bir kelime buldu ne de kalemim seni yazacak rengi. bir düş olduğunu düşündüm sonrasında. güzelliklerle dolu bir hayatın anlamıydın çoğu zaman. sensizliği bile içinde yine sen olduğun için sevdim. bilmiyorum hayat nedir sevgiler aşklar ölümler gerçek midir? sensizliğin yükünü papatyalara yüklemeye cesaret edemedim. sormadım o bir kaç yaprağa sevip sevmediğini. senden habersiz seninle yaşadım aşkımı. bazen kızdım sana yakın görmediğim anlarda. bazen de delicesine sevdim yüzüne bakmaya korkarak. çok saftı çok temizdi sevgim. sana bakamayacak kadar ürkekti.

delicesine aşıktı dudaklarım,
seninle konuşmayı unutacak kadar!

yeni doğmuş bir bebeğe hayatı anlatmak kadar zordu seni anlatmak. kelimeler düğüm düğüm saklandı hep damarlarımda. birini çıkarabilsem çorap söküğü gibi hepsi art arda dökülecekti ellerine. ben ne o kelimeyi ne de onu kullanabilecek doğru zamanı bulamadım! yeni koparılmış bir gül gibi masumdu sevgim. ruhumu yeşertip o güle bir kaç yaprak yaptım ve sonrasında ufak bir dal! hayatımdaki bütün renkleri bir bir sürdüm yapraklarına yalnız siyahla beyazı ayırdım kendime. kırmızıyı da kendi kanımdan çaldım ve öylece bir hayatı o gülle birlikte ellerine sundum. yine de umursamadın!

ve ben kaybettim! ne acıları düşünür oldum ne de dipsiz uçurumlara yuvarlanan hayatımı. ömrümde bir kez olsun anlam kazanmıştı oysa hayatım. ilk kez sevmiştim kuşları ağaçları denizleri. yaşamın kıyısından izlerdim hep hayatı ve insanları. hiç tatmamıştım kalabalığın arasındaki deniz kokusunu ve böylesine kalabalık bir aşkı! her kelimem de bir küfür her hareketimde bir isyan olacak belki hayat.. belki de karanlığa saklanmış bir tek aydınlık... belki açık belki kapalı... belki siyah belki beyaz..ve belki...
her şey olacak iyi, kötü, güzel veya çirkin ama öncesinde hep belki olacak... her ne olursa olsun, yerin dibinde ya da gökyüzünde ben yine sensiz, yine sahipsizim...!!!
lanet olsun... lanet olsun...

 

göz bebeklerinde kendim yerine başkasını gördüğüm insan... yalan söylerken bile nasıl bu kadar masum durabiliyordun? sarılırken bile başka bir tenin soğuk kokusunu duyuyordum..

içten içe ağladığım kaç gecenin hesabını verebilirsin ki en fazla söyle? en fazla kaç intiharıma sebep olabilirsin? yüreğimin sancılarını nasıl yok edebilirsin?

bu gece başka bir ölüm gecesi daha? bu kez gem vurmadan geldim acılarıma... uçurum yüreğin ve ben hiç korkmadan cesurca ölmeye razıyım kollarında..

kahretsin.. kollarına son bir defa daha sarılmak o soğuk kokuyu duymaya bile razı olmak... ne kadar acı..

korkularımı ve heyecanlarımı başka bir yere koyup, yanıma sadece her zaman hasret olduğum yüzünü alıp, gidiyorum bu gece ölüme..

peki bir geceliğine müsait mi yüreğin?
sadece ölüp son bir kez gideceğim...

 

bir gün birini gerçekten seversen, sevebilmeyi bilirsen, yüreğinle sevmeyi öğrenebilirsen biliyorum ki sadece o zaman anlayabileceksin gerçekten beni. her türlü imkansızlığa,bırakıp gitmelere, bitmelere rağmen yüreğinle direnip aşkını korumak isterken sevdiğinin her şeyi hiçe sayıp konuşmak, görmek, vedalaşmak bile istemeden arkasını dönüp yokmuşsun gibi davranmasının ruhunu canını nasıl acıttığını ancak o zaman anlayacaksın. sen onunla tek bir can olmuşken onun sana hayatında hiç olmamışsın gibi, yüreğine ise bir duvar, bir masa,yerde duran bir çakıl taşı muamelesi yapmasının ne demek olduğunu o zaman anlayacaksın. beynin, düşüncen kendi kendine teselliler verirken, seni haklı bulurken gözlerine söz geçiremeyip nasıl koca damlalarla sessizce isyanlar yaşadığını o zaman anlayacaksın. ve ben... ben biliyorum ki sen bunları yaşarken beni aklından geçirmesen bile bir yerlerde, bir şekilde ben bunu hissedeceğim. yok yanlış anlama sana beddua değil bunlar. kıyamam ki. bilirsin hislerim güçlüdür, yüreğim ondan da güçlü, hissederim,anlarım.. kiminle ve nerede olursam olayım yüreğindeki fırtınayı hissettiğim an,o an bana yaptıklarını yaşıyor olduğunu anlayacağım... çünkü senin bana yaptığın bir ayrılık, bir vazgeçiş değildi, öylesi çok önemli de değildi aslında. doğaldı bu fani dünyada fani sevgiler, yanlış duygulara kapılmalar... ama senin bana yaptığın seven bir insana yapılabilecek an acımasız vurgunlardan biriydi. konuşmamak, sözlerin çaresiz, gözlerin uzak bırakılması, yüreğin ve tüm hislerin umarsızca terk edilişi... ne olurdu o telefonu açıp sadece hoşça kal deseydin... ne olurdu bir kere kendi sesinle bitti deseydin... ne olurdu bir kere bile bitti ama gerçekti diyebilseydin... yalan bile olsa... yalan bile olsa bir sevda minicik bir vedayı hak etmiştir.... sen bakma ağladığıma, şiirler yazdığıma.. sen bakma sensizlikten bahsedip hüzünlere daldığıma.. ben ne sana ne de aşkıma bir an bile ağlamadım ardından. ben hak etmediğim yalanlara, yüreğimin kandırılışına ağladım sadece. ve ben sadece yalancı aşıkların sahtekarlıklarına ağladım ardından. sakın sen üstüne alınma...

 

konuşmak gerekir bazen, susmak artık çare değilse…
anlatmaya başlamalı bir yerden, en başta kendinden,
başlıyorum öyleyse dur ve dinle;
ardından değişti hayatım, bütün değişime mahkum hayatlar gibi, geceler değişti kara kuru oldu biraz daha çok acı verir oldu… mevsimim yıllardır sonbahar rengi soluk, yüreğim yorgun ayazda kalmış bir-çare donuk.
aynı şarkılar farklı anlamlar kazandı, oysa şarkılar bu kadar içimi acıtmazdı, güneşi seven ben, ay ışığında aydınlatmaya çalıştım dünyamı ve yıldızlar başka türlü parladı gökyüzünde…
yalnızlığımı anlatmak istercesine..
ağır ağır çektim perdeleri
çekmeceye gizledim çocuksu sevinçleri
büyüdüm sanki harcadım yılları
umduğumdan olgun yaşadım ayrılığı
beyaz örtüler örttüm eşyaların üstüne
kapadım kapıları topladım anıları
döktüm denizlere
ve sen hala varsın, gidip gelirsin içim de bir yerde ama hep aynı yerde…
payını almış olmalısın değişimden,
ilgili sen olmak üzere bir sözleşme hazırladım içimde,
sen aklıma gelecektin sadece, yüreğime uğramayacaktın,
düşünecektim ama dokunamayacaktım,
üzülecektim belki ama ağlamayacaktım…
öyle yaptım ve altına imzamı attım…
ve sen tüm kuralları ihlal ettin, infaz ettin yüreğimi, sana gel dedim gelmedin…
rahat bırak gecelerimi uykularımı böyle kabus olma, hala içimdesin gitmiyorsun, bit… bit lütfen…
yar! terk-i diyar yollarında şimdi kalbim.
tuzla buz oldum, incindim örselendim.
elimde tek kalan darmadağın ümitlerim.
başardın en sonunda oldu bak istediğin.
yaralı hayallerim.
hep aynı olmak zorunda mı ayrılıklar, yalnızlığımın sesini kimse dinlemedi…
ben yalnızlığımı haykırdım ama kimse duymak istemedi…

 

yoksun işte, ölümüne özlemini çekiyorum şimdi. gittin, hayatımdan düşlerimi, anılarımı sarsarak ve tekmeleyerek kalbimin kapılarını ardına kadar... bil ki yağan yağmura, açan güneşe aldırmıyorum artık. günlerin tadı yok, sular da akmıyor. göçüp gitti uzak diyarlara sevgi kuşlarım... yağmurla da konuşmuyorum artık, derdimi de anlatmıyorum nehirlere. ayrılık denizine düşmüş, tersine kürek çeken şaşkın bir denizci gibi kalakalmışım yorgun dalgalar arasında... rüzgar da esmiyor...

yoksun işte gecenin zifiri saçları akıyor uzaktaki dağlara usul usul, yokluğun ölüm gibi, buza dönüyor hayat , ellerim, bedenim, ayaklarım üşüyor… çekip uzaklara giden hayallerimin peşinde uçup gidiyor kırlangıçlar, kırlangıçlar gidiyor ben kalıyorum...

omuzları düşmüş basamaklardan inerek hiç bir sevgi kıt'asına varılamayacağını anladım. anladım ki, herkes kendi yarasını kanatır ve her acı bir başka acıya açılan kapıdır...

bir zamanlar gözlerin gönül bahçemin çiçekleriydi; göz göze, geldikçe kokulu güller açardı yüzünde. bakmaya, dokunmaya kıyamazdım... ellerini her tuttuğumda bir sonsuz sevinç kaplardı yeryüzünü, gökyüzünün bütün yıldızlarını tutup başına taç yapmak geçerdi içimden. ne zaman seninle buluşsam, zamanı durdurmak ve zincire vurmak isterdim saatleri. sonra ayrılırdık, gözyaşların gücüme giderdi. oturup ağlardım senin yerine...

ne zaman buluştuğumuz yerden geçsem içim burkulur, gözlerim durup durup dolar. her esen yelde, yağan yağmurda, çağlayan ırmakta, uğuldayan ormanda hep senin kokunu duyarım.

yoksun işte, yitirdim içimde gülen o sevdalı çocuğun gözlerini. anladım ki, kayıp çocuk gözleridir hüznün diğer bir adı, bu karanlık soğuk gecelerde. anladım ki, bütün yıldızların karardığı gece sevinçlerin tükendiği yerdir.
iç çekmenin başka bir anlamı var mı başka dillerde bilmiyorum..? ben sustum, öpülmemiş zaman girdapları kemiriyor dudaklarımı. anladım ki, bütün iç çekişler sevgililerine kavuşmayan sevdalıların hüzünlü gözlerine benzer, yaşamın kıyısında kırılmış tomurcuklara...

yoksun işte, uzandığımız her nehirde bir mutsuz yaşamın tortusu kaldı. sen ki, benim yaz yağmurum, güz güneşimdin. anladım ki, sensiz hayat çekilmiyor, terk edilmişliğin hüznü vurur şimdi sulara... anladım ki, her gidiş bir dönüşü anlatmaz...

özlem tek yönlü uzun bir yol iste gidip de dönmeyen... aklıma düştükçe bakışların, bir hüzün şarkısı kırılır kalbimde. ki, canıma batıyor kırıkları her defasında...

 

sana uğurlar olsun..
ben gidiyorum, sen uğurlamasan da... canın sağ olsun!!!

ellerimi uzattım; tutar gibiydin..
tutmamıştın oysa, ben... yanlış anlamışım.
tüm yanlışları anlatmalıydın oysa... yapmadın.
bana bir özür bile yeterdi oysa... o da çok geldi sana!!
bu son gidişimdir,haberin ola...!

''gel'' deme bana,sakın..!!!
onca uğraşlarım, çabalarım sonunda, son demindeyim içimdeki hezimetinin.
gözlerimde nemden eser yok bu kez,acıya alışmak bu olsa gerek...

belki değiştirebilirdik beraber bu kötü kaderi. her şey bir anda toz pembe olabilirdi, yada deniz daha mavi, güneş daha sıcak, hatta yıldızlar bile daha parlak olabilirdi... ve biz,daha mutlu olabilirdik... ama çok geç kaldık!!!

sen kendini avut artık sahillerde sere serpe... belki gece,yakamozun koynunda rakı-balık sofralarında,yada sabaha karşı gün doğumunda...

yolun sonundayız...
aslında sen o yolda hiç yolcu olamamıştın değil mi?... şimdi anladım.
ama canını sıkma sen;
aşk sana hiç yakışmamıştı zaten... çok geç anladım!!!

 
üst bottom