2)
*yüreğinin götürdüğü yere git ( va' dove ti porta il cuore ) susanna tamaro
yüreğinin götürdüğü yere git, seksen yaşında bir büyükannenin uzaklardaki torununa yazdığı mektuplardan oluşur. alabildiğine yalın, gündelik konuşma diliyle yazılmış bu sevgi dolu mektuplar, hem bir iç döküş, hem de bir bilgenin vasiyeti niteliğinde. yaşlı büyükanne, bu mektuplarda, kendisinin ve kızının dokunakl? yaşamlarının gizli kalmış yönlerini açığa vururken kendi kendisiyle bir iç hesaplaşmayı da birlikte yürütüyor. değişen gelenekler, altüst olmuş değerler karşısında hissettiklerini, torununa sevgiyle aktarmaya çalışan bu yaşlı kadın, gençliğinde yapmayı göze alamadığı şeyleri yapmasını torununa öğütlerken şöyle diyor: “yapmaya değecek tek yolculuk, içimize yaptığımız yolculuktur; o özgün çağrıya kulak vermeli, yüreğimizin götürdüğü yere gitmeliyiz.”
susanna tamaro’nun bu en ünlü kitabı, yayımlandığı günden bu yana yeni okurlarla buluşmayı sürdürüyor.
* hayvanlardan tanrılara - sapiens (insan türünün kısa bir tarihi) - yuval noah harari
– homo sapiens neden ekolojik bir seri katile dönüştü?
– para neden herkesin güvendiği tek şey?
– kadınlar üstün sosyal becerilere sahipken, neden çoğu toplum erkek egemen?
– güç elde etmekte böylesine yetenekli olan insanlar neden bu gücü mutluluğa dönüştürmekte başarısızlar?
– geleceğin dini bilim mi?
– insanların miadı çoktan doldu mu?
100 bin yıl önce yeryüzü’nde en az altı farklı insan türü vardı. günümüzdeyse sadece homo sapiens var. diğerlerinin başına ne geldi ve bize ne olacak?
çoğu çalışma insanlığın serüvenini ya tarihi ya da biyolojik bir yaklaşımla ele alır, ancak harari 70 bin yıl önce gerçekleşen bilişsel devrim’le başlattığı bu kitabında gelenekleri yerle bir ediyor. insanların küresel ekosistemde oynadıkları rolden imparatorlukların yükselişine ve modern dünyaya kadar pek çok konuyu irdeleyen sapiens, tarihle bilimi bir araya getirerek kabul görmüş anlatıları yeniden ele alıyor.
harari ayrıca geleceğe bakmaya da zorluyor okuru. yakın zamanda insanlar, dört milyar yıldır yaşama hükmeden doğal seçilim yasalarını esnetmeye başladılar. artık sadece dünyayı değil, kendimizi ve diğer canlıları tasarlama becerisi de kazandık. peki bu bizi nereye götürüyor, bizi neye dönüştürebilir?
30’dan fazla dile çevrilmiş bu kışkırtıcı çalışma özellikle jared diamond, james gleick, matt ridley ve robert wright’ın eserlerine aşina okurlar için muhteşem bir kaynak.
“sapiens, tarihin ve modern dünyanın en büyük sorularını gayet yalın bir dille ele alıyor. çok seveceksiniz!”
-jared diamond, tüfek, mikrop ve çelik’in yazarı-
“harari’nin eseri kabul görmüş doktrinlerin karşısında duran fikirler ve şaşırtıcı gerçeklerle bezeli.” -john gray, financial times-
* bülbülü öldürmek ( to kill a mockingbird ) harper lee
1960 yılında yayımlandığından bu yana bütün edebiyatseverlerin gönlünde özel bir yer edinen, pulitzer ödüllü bülbülü öldürmek, amerika’nın güneyinde yaşanan ırkçılığı ve eşitsizliği bir çocuk kahramanın, scout finch’in gözünden anlatıyor.
harper lee, kullandığı yalın ama çarpıcı dil aracılığıyla adalet, özgürlük, eşitlik ve ayrımcılık gibi hâlâ güncel temaları, scout’ın büyüyüş öyküsüyle birlikte dokuyarak, iyilik ve kötülüğü hem bireysel hem de toplumsal düzeyde mercek altına alıyor. bir “zenci”nin haksız yere suçlanması üzerinden gelişen olaylar; önyargılar, riyakârlık, sınıf ve ırk çatışmalarıyla beslenen küçük amerikan kasabasının sınırlarını aşıp, insanlar arası ilişkide adaletin ve dürüstlüğün önemini anlatan evrensel bir hikâyeye dönüşüyor. etkileyici gerçekliği ile ürperten, “insani” vurgusuyla sarıp sarmalayan, çağdaş dünya edebiyatının en önemli örneklerinden biri olan bu klasik roman, ülker ince çevirisiyle tekrar türkçede.
“istediğin kadar saksağanı vur vurabilirsen ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır.”
* kürk mantolu madonna - sabahattin ali
türk edebiyat dünyasının en sevdiğim yazarlarından biri olan sabahattin ali’nin unutulmaz eserlerinden biri olan kürk mantolu madonna herkesin mutlaka okuması gereken mükemmel bir kitap.
aşk her zaman hayatımızın kaçınılmaz bir öğesidir ve bazen öyle bir tutkuya dönüşür ki gözlerimiz başka bir şey görmez ve her şeye rağmen tutkularımızın peşinden gider hayatın içinde bir kuru yaprak gibi sürüklenip dururuz.
kürk mantolu madonna kitabı da aşka olan tutkuyu en mükemmel anlatan roman kitaplarından bir tanesi.
sıra dışı bir aşk hikayesidir “kürk mantolu madonna”…
rasim 25 yaşlarındayken çalıştığı işinden kovulur. birçok yerde iş bakar, ama bulamaz. ona iş bulması için arkadaşı hamdi’den rica eder. çünkü tek çare o’dur. hamdi de, onu kendi bürosunda işe alır. maaşı azdır, ama rasim buna mecbur olduğu için boyun eğer.
işinin ilk gününde ona tahsis edilen odada raif adlı bir beyin olduğunu öğrenir. herkes raif bey için “sessiz, hiç konuşmaz, yıllardır buradayım ama onun hiç konuştuğunu görmedim, yaptığı almanca çeviriler de son derece kötü” gibi yorumlar yapar. bu rasim’in kafasını karıştırır ama kulak asmaz. raif bey’le tanışırlar. ama dendiği gibi kendisi iş dışında hiç konuşmaz. ama rasim’de, raif bey’e karşı bir sempati oluşmuştur. çizgili suratında birçok yaşanmışlığın olduğunu düşünür.
arkadaşı hamdi, raif bey’e sürekli çeviriler vermekte, raif bey’de kısa sürede tamamlamaktadır. genelde herkes, raif bey’i azarlar, bağırıp çağırırlar ama raif bey hep sessiz kalır. yüzünde hiçbir durumda sevinç, üzüntü veya şaşkınlık oluşmaz. bu durum karşısında zamanla rasim’de onun çekilmez biri olduğunu düşünmeye başlar.
rasim, raif bey’in sürekli çekmeceden çıkarıp gizlice okuduğu bir defter olduğunu görür ve bunu ona sorar. raif bey “önemsiz” diyerek onu geçiştirir. bir gün raif bey’in bir çeviri yapması gerekir ama hastalığından dolayı iş yerinde olmadığı için işleri evine rasim götürür. o zaman, ailesini de tanımış olur ve raif bey’in cidden zor bir hayatı olduğuna kanaat getirir.
bayağı kalabalık bir ailesi vardır ve çok baskıcılardır. rasim, bunu kapıdan girer girmez anlar. raif bey’in üzerinde bir hakimiyet kurmuş gibilerdir. her işlerini ona yaptırırlar. ama zavallı raif bey’in hiç sesi çıkmaz. o günden sonra raif bey ve rasim, çok iyi anlaşırlar. beraber alışveriş yaparlar, sohbet ederler, birbirlerine misafir olurlar. son zamanlarda raif bey’in hastalıkları iyice sıklaşmış durumdadır. “sürekli evden çıkıp gidiyor, hiç kendine dikkat etmiyor, çok ince giyiniyor” diye yakınır kızı. son hastalığı çok ağırdır raif bey’in. ölüm derecesine gelmiştir. rasim’i çağırıp o defteri getirmesini ve yakmasını söyler. ama rasim merakına yenilip okumaya başlar…
o yıllarda raif bey gençliğinde de çok sessiz, arkadaşı olmayan, insanlarla konuşamayan, mülayim bir gençtir. ama içinde fırtınalar kopmaktadır. “avrupa’yı merak ediyorum” der defterin her sayfasında. bir gün eline avrupa’ya gitme fırsatı geçmiştir. babası sabuncudur ve raif’e “almanya’da işçiler aranıyormuş, oraya git bir sabun fabrikasına gir” der. raif bey’de dediğini yapar. bir pansiyon kiralar ve hayatına burada devam etmeye başlar. babasının dediği gibi bir sabun fabrikasına girer. işi rahattır. sonra bir gün caddede gezerken, bir resim sergisi olduğunu görür. gayri-ihtiyari içeri girer. resimleri incelerken çok sıradan olduklarını düşünür. ta ki, maria puder’in kürk mantolu madonna resmine kadar…
bu resim raif bey’de çok büyük etki uyandırır. adeta aşık olur. kitap okurken, yemek yerken, işteyken… hep o resmi düşünür (resim, maria puder tarafından çizilmiş bir otoportredir). raif bey, her gün o sergiye gitmekte, sergi kapanana kadar o resmi incelemektedir. o kadar sık gider ki, artık oradaki çalışanlar, raif bey’e aşina olmuşlardır. bir gün raif bey, gene dikkatle o resmi izlerken, bir kadın ona sokulup fikrini sorar ama raif bey ilgilenmez. halbuki o kadın, kürk mantolu madonna’nın ta kendisidir. maria puder, feminist ve erkeksi bir kadındır. çok uçarıdır ve canı ne isterse onu yapar.
bir gece raif bey yolda yürürken, bir kadın görür. kürk mantolu madonna’sına benzetir ve peşinden gider ama yakalayamaz. sonraki gece, aynı yerden geçer hissiyle orada beklemeye başlar ve cidden geçer de. bu sefer takip eder ve bir gece kulübü olan atlantis’e girdiğini görür. peşinden o da girer. atlantis’te keman çalan, şarkı söyleyen bir kadın olduğunu görür maria’nın. gösteri bitince maria, raif’in masasına oturur. ve arkadaşlıkları burada başlar. beraber birçok şey yaparlar. yemek yemeye, sinemaya, ormana, botanik bahçelere giderler. birlikte olurlar. çok güzel günler geçirirler birlikte. maria her seferinde raif’e umutlanmaması gerektiğini, kimseye güvenemediği için sevemediğini söyler. ama raif onu kendine aşık edeceğine hep inanmıştır. ve maria’da raif’in bu naif kişiliği karşısında daha fazla dayanamaz ve kendini raif’in kollarına bırakır. birbirlerine sırılsıklam aşıktırlar.
sonra bir gün raif’e; “baban öldü, çabuk gel” diye bir telgraf gelir. bunun üzerine raif, babasının yanına, türkiye’ye döner. maria’yla planlar yapmışlardır. türkiye’deki işleri yoluna koyup, işleri devralıp gelecektir. ancak işleri biraz uzar. maria’yla mektuplaşmaları devam etmektedir. ancak, maria’nın mektupları birden kesilir. aylarca cevap alamayan raif, merak edip almanya’ya gider. komşusu maria’nın amansız bir hastalığa yakalanıp öldüğünü söyler. bunu duyan raif’in hayatı kararmıştır. o günden sonra hayatı hiçbir zaman yoluna girmemiş, başkaları tarafından yönetilmiş bir hayatı olmuştur. yıllar sonra, ankara’da maria’nın kuzeniyle karşılaşır. yanında bir de kız çocuğu vardır. maria’nın kuzeni, bu çocuğun maria’nın olduğunu ve babasının bir türk olduğunu ama kim olduğunu bilmediklerini söyler. sonra trenin zili çalar ve küçük kız trene binip uzaklaşır.
rasim, defteri geri vermek için raif bey’in evine gider, ancak raif bey çoktan ölmüştür. iş yerine, raif bey’in masasına gider, defteri açar ve tekrardan okumaya başlar…