mustafa kemal atatürk hakkında bilgiler listesi

mustafa kemal atatürk hakkında bilgiler listesi için eklenen 44 entry bulunmaktadır.
 

atatürk bilimin insan yaşamındaki önemli yerini özgürlük savaşımızın sona ermesi sıralarından başlayarak hemen her vesile ile tekrarlamış, vurgulamıştır. 22 ekim 1922’de bursa’da yaptığı bir konuşmada, atatürk, türkçe'si biraz sadeleştirilmiş şekliyle şöyle demiştir :
yurdumuzun en bayındır, en göz alıcı, en güzel yerlerini üç buçuk yıl kirli ayaklarıyla çiğneyen düşmanı mağlup eden zaferin sırrı nedir? orduların sevk ve idaresinde bilim ve fen ilkelerinin kılavuz edinilmesindedir. milletimizin siyasi ve içtimai hayatı ile ulusumuzun düşünümsel eğitiminde de yol göstericimiz bilim ve fen olacaktır. türk milleti, türk sanatı, türk ekonomisi, türk şiiri ile edebiyatı okul sayesinde ve okulun vereceği bilim ve fen sayesinde bütün olağanüstü incelikleri ve güzellikleriyle oluşup gelişecektir.

aynı yılın 27 ekim günü de, yine bursa’da, atatürk şunları söylüyor :
hiçbir mantıki kanıta dayanmaksızın birtakım geleneklere ve inançlara bağlı kalmakta ısrar eden milletlerin gelişmesi çok güç olur ve belki de hiç gerçekleşmez. gelişim yolunda bağları koparamayan ve engelleri aşamayan uluslar akla uygun düşen ve gereksemelere ayak uydurabilen bir zihniyetle hayata bakamazlar. bunlar engin hayat felsefelerine sahip başka milletlerin egemenliği altına girip onların tutsağı olmaktan kurtulamazlar.

30 ağustos 1924 günü atatürk dumlupınar’da yaptığı konuşmada da şöyle diyor :
yaşamanın şartı uygarlık yolunda yürümek ve başarıya ulaşmaktır. bu yol üzerinde ilerlemeyi değil de geriye bağlılığı benimseyenler, böyle bir bilgisizlik ve gaflette bulunanlar, evrensel uygarlığın coşup gelen seli altında bir gün boğulmaya mahkumdurlar.

yine aynı konuşmasında atatürk şunları söylüyor :
uygarlığın yeni buluşlarının ve fennin harikalarının cihanı değişmeden değişmeye sürükleyip durduğu bir devirde yüzyılların eskittiği köhne zihniyetlerle, geçmişe kölecesine bağlılıkla varlığımızı sürdürmemiz mümkün değildir.

atatürk’ün “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” kısaltılmış şekliyle yaygınca bilinen sözünün tam metni ise aynen şöyledir :
dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, muvaffakiyet için, en hakiki mürşit ilimdir, fendir; ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir. yalnız, ilim ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının tekamülünü idrak etmek ve terakkiyatını zamanında takip eylemek şarttır.

bilindiği üzere “ilim” sözcüğünün anlamı, mana kapsamı, gayet geniştir. hatta aslı arapça olan bu sözcüğün, osmanlıcadaki kullanışıyla, günümüzde artık yaygınlaşmış olan bilim sözcüğünden daha geniş anlamlı olduğunu söyleyebiliriz. fen, ise temel bilimler, yani matematik, astronomi, fizik, kimya, ve tabii bilimler anlamına gelir. liselerimize ilişkin olarak “fen kolu” ve üniversitelerimize ilişkin olarak “fen fakültesi” terimlerimiz bunu açıkça gösteriyor. demek ki kılavuzluğunda yürünmesini atatürk’ün öğütlediği bilim şümullü ve geniş kapsamlı bir bilimdir. topluma ve insana ilişkin her türlü dizgeli bilgi ve bilimsel çalışmayı içermek durumundadır. fakat, ayrıca, bilimler arasında temel bilimlere, matematiğe ve doğaya ilişkin bilimlere, burada özellikle işaret edilmektedir.

bilimin insan yaşamındaki en gerçek yol gösterici olduğuna dikkatimizi çektiğine göre, demek ki atatürk bilimden başka gerçek yol göstericilerimizin de bulunduğunu kabul etmiş olmaktadır. oysa, bu cümlesinin hemen arkasından, bilim ile fennin dışında mürşit aramanın, bunları dışta bırakan kılavuzlar peşinde yürümenin, dünyadan habersizlik, bilgisizlik, ve sapıklık demek olacağını vurgulayarak ifade etmektedir.

demek oluyor ki, atatürk, burada bilim dışında kılavuzlarımız olsa da, bunların bilimle bağdaşabilen, bilim anlayışına ters düşmeyen, yol göstericiler olmaları gerektiğine kesin bir dille işaret etmek ihtiyacını duymuştur. başka bir ifade ile, atatürk, en başta kesinlikle bilim gelmek şartıyla, diğer birtakım gerçek kılavuzlarımızın da bulunduğunu, fakat bunların bilim yöntem ve kurallarından pay alabilen ve bilim kadar olmasa da, yine de az çok dizgilileşmiş, özgünleşmiş durumda bulunan bilgi ve gözlemlerimiz olduğuna, yahut da bunların, örneğin aklımız ve tecrübelerimiz gibi, bilimi oluşturan temel ögeler arasında yer almaları gerektiğine isabetle parmak basmış oluyor.

icraat, eylem, daima bir karara ulaşmayı gerektirir. toplumun çeşitli sorunlarına ilişkin olarak, yönetici ve iş adamının, ister istemez, belli evrelerde ve zaman zaman, yeterli bilgiye sahip olmaksızın da kendine bir davranış yolu, eylem doğrultusu belirlemesi, yeğlemesi gerekir. bu nedenle, bilimin ancak zayıf ışıklarından pay alabilen çeşitli alanlarda ve konularda aklımızdan, sağ duyumuzdan ve kamu anlayışının bize göstereceği yollardan yararlanmak zorunluluğu vardır. ancak, bunlar, bilimsel sınamalarla değerlendirilebilecek mahiyette veya nitelikte olmadıkları zaman bile, ayrıntı bilgisinden ve bilimsel düşünce ve zihniyet örneklerinden esinlendikleri ya da bunların yardımına dayandıkları oranda, bize daha faydalı olabilirler. demek ki aslında, başka gerçek kılavuzlarımızda bulunmasına rağmen, yine de bilim tek gerçek kılavuzumuz, en gerçek yol göstericimiz olmuş oluyor.

büyük atatürk türk ulusu için gerek maddesel ve gerekse dinsel, yani manevi alanlarda bağımsızlık, seçkinlik ve üstünlük sağlamak ve türk milletini yüceltmek yolunda çeşitli doğrultularda çaplı bir takım süreçleri harekete getirmiş, hepimizin iyi bildiğimiz kalburüstü devrimlerini gerçekleştirmek için azimli girişimlerde bulunmuştur. atatürk bu devrim ve reformlarında hep aklın kılavuzluğu altında ve geçmişte ki uzun tecrübelere, tarihsel yaşantılarımıza dayanan sağlam bilgi ışığında yürünmesi temel ilkesini her zaman için etkin ölçüde başarılı tutmaya özen göstermiştir.

bir yandan da, ulu önderimiz, temelsiz ve batıl düşünce ve inançlarla, muska, efsun ve üfürükçülük gibi ilkel ve çağ dışı davranış ve uygulamalarla dizgeli ve yoğun bir mücadeleye girişmiş, ayrıca, üniversite inkılabı ya da reformu ile yüksek öğretim kurumlarımızda bilimsel araştırmayı canlı bir süreç durumuna yükseltme tutumunun benimsenip edimselleşmesine doğru yakın tarihimizdeki en etkili adımın atılmasında önayak olmuş, böylece de yurdumuzda bilimin ve bilim zihniyetinin zafer yollarını açmıştır.

yukarıda aktarılan sözlerinin, kendisinden yapılan alıntıların, hepsinde atatürk’ün bilim ile uygarlık arasında yakın ilişki kurduğuna ve her ikisini de dinamik yönleriyle vurgulamaya özen gösterdiğine tanıklık ediliyor. batılılaşma teşebbüsümüzde en büyük güçlüğü doğuran bir sorun, örnek alınmış olan batının büyük devingenliği, kendi kendini geride bırakma vasfı idi. atatürk uygarlığın temeline bilimi koymakta ve batı uygarlığının dinamizmini, esas itibariyle bilimden ve bilimin sınırsız gelişme yeteneğinden aldığına inanmaktadır.
kaynakça​
1ord. prof. aydın sayili

 

atatürk ilkeleri.

cumhuriyetçilik.

atatürkçülüğün temel ilkelerinin başında cumhuriyetçilik konulmuştur. bunun sebebini bilmek için önce cumhuriyetin ne olduğunu anlamak gerekmektedir.
cumhuriyet bir devlet biçimidir. cumhuriyette esas olan ilk öge, devlet başkanının belli bir süre için seçilerek iş başına gelmesidir. bu bakımdan cumhuriyet, başta bir hükümdarın bulunduğu devlet biçimlerinden (monarşilerden) ayrılır. monarşilerde devletin başı, belli bir aile içinden çıkar, normal koşullar altında, ölünceye kadar iş başında kalır. yerine gene aynı aileden bir başkası gelir. her monarşide, aile içinden kimin hükümdar olacağı belli bazı kurallara göre saptanır. cumhuriyette devlet başkanı belli bir süre içinde seçimle iş başına gelince, ileri gelen diğer kişilerin de seçimle belirlenmesi gerekir. bunlar genellikle o toplumda yasa koyacak kimselerdir.
gerek devlet başkanının, gerek yasa koyma yetkisine sahip olanların seçimle iş başına gelmesi şartının kabulü ile cumhuriyet tam anlamıyla belirmiş sayılmaz. şimdi sorun seçim üzerinde düğümlenecektir. seçime kimler katılacaktır? belli bir grup vatandaşa seçme ve seçilme hakkı verilirse belki dış görünüşü bakımından bir cumhuriyetle karşılaşılır. böyle cumhuriyetler ilk çağ yunan kent devletlerinde, bazı orta çağ italyan ve alman bölgelerinde (venedik, ceneviz cumhuriyetleri, hansa kentleri gibi) görülmüştür. bu tür eski cumhuriyetlerde seçime katılma hakkı sadece belli bir grup vatandaşa verilmişti. onlar, yaptıkları seçimle iş başına gelen kadroya dayanarak tüm toplumu yönetiyorlardı. bugünkü anlayışımıza göre bu tür cumhuriyetler amaca uygun birer rejim değillerdir. onlara aristokratik veya oligarşik cumhuriyetler denilir.

demek ki, cumhuriyet biçiminin amaca uygun olarak gerçekleşmesi için, belli bir olgunluk yaşına gelmiş her vatandaşın seçime katılması gerektir. bu anlamıyla cumhuriyetler amerika birleşik devletlerinin kurulması ile doğmaya ve ancak büyük fransız inkılabından sonra yayılmaya başlamıştır. gerçi ünlü düşünürler cumhuriyeti çok önceden kafalarında kurmuş ve tanımlamışlardır. ancak uygulama xix. yüzyılın sonuna doğru ortaya çıkmıştır. seçme ve seçilme hakkının tüm vatandaşlara tanınması ve uygulamaya geçilmesiyle gerçek cumhuriyet kurulmuş ve işlemeye başlamıştır. ancak bu devlet biçimini daha iyi ve köklü olarak yaşatmak, seçimin demokrasi şartlan içinde yapılması ile mümkündür. yukarıda demokrasinin tanımı görülmüştü, işte gerçek cumhuriyet demokratik hayatla gerçekleşir.

osmanlı devleti, bir cumhuriyet değildi. padişahlar osmanlı ailesi içinden çıkarlardı. devleti ve milleti yönetme yetkisi kesinlikle padişahındı. gerçi meşrutiyet döneminde halkın oyu ile seçilmiş meclisler vardı. ancak bu meclisler padişahın üstünde değildi, tersine, padişah bunların, yani millet isteğinin üzerinde idi. son karar, son söz kesinlikle padişahındı.
bu yönetim biçiminin sakıncalarını yaşanılan türlü olaylar göstermiştir. atatürk, cumhuriyet ilanı ile devlet içinde karar verecek en yetkili ve son makam olarak milletin tanındığını belirtmiştir.

atatürk, bir cumhuriyet aşığı idi. daha kimse bu kelimeyi ağzına alamazken, genç mustafa kemal, padişahlık rejimine karşı çekinmeden saltanatın kaldırılıp cumhuriyetin kurulması gereğini söyleyebiliyordu. hele milli mücadeleye başlarken bunu açıkça belirtmişti. erzurum kongresinin açılacağı günlerde yakın arkadaşlarına cumhuriyetin kurulacağını anlatıyordu. nihayet bilinen aşamalardan sonra cumhuriyet rejimine kavuştuk. kişisel saltanata son verildi.

atatürk, cumhuriyeti demokrasi içinde işleyen en ideal bir rejim olarak görmektedir. o şöyle söylüyor: "demokrasinin bütün anlamıyla ideali, milletin tamamının aynı zamanda yöneten durumda bulunabilmesi, hiç olmazsa devletin son iradesini yalnız milletin ifade etmesini ve belirtmesini ister. ne yazık ki, milletlerin nüfus çokluğu, düşünce eğitimi düzeyleri, idealin uygulanmasında, idealden büsbütün yoksunluğa yol açacak ihtiyatsızlıklardan kaçınmayı gerektirmektedir. şu duruma göre demokrasi ilkesinin en modern ve mantıksal uygulamasını sağlayan hükumet biçimi, cumhuriyettir. cumhuriyette son söz, milletçe seçilmiş meclisindir. millet adına kanunları o yapar. hükumete güven oyu verir, ya da vermez, onu düşürür. millet vekillerinden hoşnut kalmazsa başkalarını seçer. cumhuriyette meclis, cumhurbaşkanı ve hükumet bilirler ki, kendilerini iktidar ve yetki yerine belli bir zaman için getiren, irade ve egemenliğin sahibi olan millettir. gücünün ve yetkisinin tanrıdan geldiğini ve yalnız ona karşı ahirette hesap verebileceğini varsayan ve devleti, ülkeyi kendine mirasla kalmış bir malikane kabul eden bir hükümdar, kendini her türlü sınırlamadan uzak görür. böyle bir yönetimde milletin benliği, özgürlüğü söz konusu dahi olamaz. şu duruma göre, yetkileri sınırlı dahi olsa, hükümdarlık biçimi demokrasiye, milli egemenlik ilkesine uygun değildir".

pek iyi anlaşılıyor ki, atatürk, halkın kendini doğrudan doğruya yönetmesi demek olan demokrasiyi en ideal devlet biçimi kabul etmektedir. ancak bütün bilginlerin de söyledikleri gibi, halk kendini doğrudan doğruya yönetemez, çünkü bugün milyonlarca kişinin bir araya gelerek her zaman devlet işlerini yürütmeleri mümkün değildir. öyle ise demokrasiyi gerçekleştirmek ancak cumhuriyetle mümkündür. cumhuriyette millet, yöneticileri belirli bir zaman için seçer, belli bir süre geçince, hoşnut kalmamışsa, onları görevden uzaklaştırır, işte cumhuriyet demokrasisi budur. bu rejimin kişisel saltanattan çok daha iyi olduğu kuşkusuzdur.
atatürk, belli kişilerin seçimle iş başına gelip, bir daha iktidardan ayrılmaması demek olan faşizm ile, milletin tümüne değil de, sadece
birkaç tabakaya dayanarak millet egemenliğini reddeden bolşevizm'e karşı
çok açık bir cephe almıştır. her iki rejimin geliştiği bir dönemde millet egemenliğine dayalı cumhuriyete sıkı sıkıya bağlı kalması, yalnız bizim için değil, tüm insanlık için bir kıvanç kaynağıdır. .

atatürk'e göre, "türk milletinin tabiatına ve geleneklerine en uygun olan yönetim, cumhuriyet yönetimidir". atatürk, demokrasinin osmanlı saltanatı içinde yeşeremediğini açıkça görmüştür. demokrasi ancak cumhuriyetle kökleşip gelişebilirdi. bunun içindir ki, türk inkılabının baş ilkeleri arasında cumhuriyetçilik sayılmıştır. milletin kendi yönetimi olan cumhuriyete içten bağlılık, yücelme yolunu aşmanın baş şartıdır.

halkçilik.
bir milleti oluşturan, çeşitli mesleklerin ve toplumsal grupların içinde bulunan insanlara halk denir. bu akımdan halkçılık ilkesi hem
cumhuriyetçilik hem de milliyetçilik ilkelerinin zorunlu bir sonucudur.

atatürk'e göre millet ile halk aslında tek anlama gelmektedir. halkçılık ise millet içindeki çeşitli insan gruplarının çıkarına ve yararına bir siyaset izlenmesi, halkın kendi kendini yönetmeye alıştırılmasıdır.

halkçılık, cumhuriyetçiliğin doğal bir sonucudur denildi ki, bu çok doğrudur. cumhuriyet, halkın kendi yöneticilerini kendi içinden seçmesi anlamına gelmektedir. böylece cumhuriyet rejimi, bir halk rejimi olmaktadır.
aynı biçimde, halkçılık, milliyetçiliğin de bir sonucudur. millet halktan oluştuğuna göre, milliyetçilik, türk halkının mutluluğu için çalışmak, ortak geçmişe ve geleceğe halkla birlikte bağlanmak demektir.

atatürk, daha tbmm açılır açılmaz, yeni kurulan devletin bir halk devleti olduğunu belirten pek çok konuşmalar yapmıştır. artık halk, bir kişi tarafından yönetilmemekte, kendi kendini yönetmektedir.

halkçılık ilkesinin uygulanması ayrıca, toplumda hiç kimsenin diğerinden üstün olmamasının, kanun önünde kesin eşitliğin kabulü anlamına da gelmektedir. gerçek halkçılıkta hiçbir toplumsal gruba, zümreye ayrıcalık tanınmaz. halk her bakımdan birbirine eşit kimselerden oluşur.
bugün bazı rejimler halkı yalnız belli bir grup insandan ibaret saymaktadırlar. bu rejimlerin adı olan halk cumhuriyeti yanıltıcıdır. çünkü sadece belli bir grup halkın devleti anlamına gelmektedir. gerçek budur. ama atatürkçü halk devletinin uzaktan yakından böyle bir anlam taşımadığı ve belirtmediği hemen söylenmelidir.

atatürkçü halk devleti, türk halkının tümünü, yani türk milletini kapsamına alır. böyle bir halkçılık anlayışı, gerçek demokrasinin kurulması için gerekli olan ortamı en iyi biçimde hazırlar.

laiklik.
türk ve yabancı bütün bilim adamları atatürk inkılabının en önemli ögesi olarak laikliği kabul ederler. gerçi türk inkılabı, içinde taşıdığı ilkelerle bir bütündür. ama bu bütünün dayandığı iki ana temel, milliyetçilik ve laiklik, öteki ilkeleri sağlamlaştırır.

laikliğin kısa tanımı, daha önce belirlenmişti. yeniden özetleyecek olursak, laiklik; devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine değil, akla ve bilime dayandırılmasıdır.

çok uzun bir zaman hemen hemen bütün insan toplulukları, dinlerin koyduğu esaslara göre yönetilmişlerdir. çünkü insanların akıl ve bilim alanlarında olgunlaşması kolay olmamış, uzun bir zaman almıştır. bu dönemde insanlar, kendi akıl ve iradeleri dışında kalan birtakım güçler tarafından yönetildiklerini kabul ederek rahatlamışlardır. bu sebeple, devletlerle özdeşleyen dinler ve din adamları, giderek büyük ölçüde güçlenmiş, gelişen insan zekisinin önüne engeller koyarak varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır.

dinler, inanç kavramına dayanırlar, ister ilkel olsun, ister gelişmiş, her dinin temeli belli varlıklara ve olgulara tartışmadan inanmaktır, insanlar özellikle ölüm gibi en ürkütücü olay karşısında inanç dünyalarını zenginleştirmiş, dinsiz yaşayamaz duruma gelmişlerdir. insanoğlunun evren ve ölüm karşısındaki çaresizliği, zengin inanç sistemleri doğurmuştur. bu çaresizliğe karşı tek sığınılacak yerin din oluşu, dinlerin insanları yönetmesi sonucunu vermiştir, ilk zamanlar için bu bir zorunluluktu. insanlar arasında düzen ve barışı sağlamak için dinin buyruklarına ihtiyaç vardı. ölümsüzlüğe erişmek isteyen insanları, hayatta iyi davranışlara yönlendirmek için dinler hukuk kuralları da koydular ve bu kuralların uygulanmasına titizlik gösterdiler.

özellikle ileri dinlerin koyduğu baş hukuk kuralları, aynı zamanda evrensel ahlakı da yansıtır. hiçbir din, insanlara erdemsiz yaşamayı, hırsızlığı, yalancılığı, zinayı, adam öldürmeyi buyurmaz. tersine, bütün dinler ahlaklı ve erdemli yaşamayı buyururlar. dinler arasındaki farklılıklar, tanrı ve ibadet anlayışından kaynaklanmaktadır. böylece her din, tek ve üstün gerçeği temsil ettiğini ileri sürdüğünden dinler arasında bir birlik görülmemektedir.

çok ileri ve üstün bir din olan islamlık, kısa sürede inanç sistemini birçok millete benimsetmiştîr. hazreti muhammed'in ölümünden sonra müslümanlık hızla gelişti. büyük islam bilginleri, ilk çağın akılcı filozoflarını yeniden gün ışığına çıkardılar, öyle ki, batılı bilginler bu filozofları müslümanlardan öğrendiler. müslümanlık bu akıl çağında büyük aşamalar yaptı. tanrının insanlara doğru yolu görmesi için akıl verdiğini söyleyen bilginler, islam dininin ilerlemesinde büyük rol oynamışlardır. onları destekleyen halifeler de çıkmıştır. böylece müslümanlık aşağı yukarı üç yüz yıl tanrının gösterdiği yolda gelişmiştir. akla dayanan bu gelişme sırasında islam hukuku da günlük hayata uydurulmuştur. ne yazık ki, bir süre sonra bu gelişme durdu, islam dünyasında aklın yerini, tutucu ve durgun bir inanç kapladı. bu görüşün sahipleri, akıl yolu ile değil, sadece inançla yaşamak gerektiğini savunuyorlardı. bu görüş kısa sürede yaygınlaştı, islam dini ve hukuku donup kaldı. buna karşılık akıl yolunu müslümanlardan öğrenen batılılar, bu esasları geliştirmekteydiler.

işte türkler müslüman oldukları vakit, islam dünyasında durgunluk başlamıştı. türkler, üstün yetenekleriyle kısa sürede islam dünyasına egemen oldular. çok içten inandıkları müslümanlığı hristiyanlara karşı korudular, islamlığı anadolu'ya ve balkanlar'a yaydılar, ama onlar güçlerinin doruğunda iken batı'da da akıl çağı başlamıştı. büyük akılcılar, bir zamanlar müslüman bilginlerin dedikleri gibi tanrının insanlara verdiği en büyük hazine olarak akılı gördüler. böylece batı'da bilim ve hukuk akla dayandırılmaya başladı. burada hemen şunu belirtmekte yarar vardır: bu büyük akılcı akıma karşı, orada da kilise direnmiştir. ancak bu direnme yeni mezheplerin (protestanlık) doğmasına yol açmıştır. bu yüzden hristiyan dininin bir bütün olarak akılcılığa karşı durması imkanı kalmadı. kilise giderek yenilikleri kabul etmeye başladı. nihayet xviii. yüzyıl sonunda çıkan fransız ihtilali ile laiklik, devlet ve hukuk düzenine egemen oldu. yani devlet, dinin etkisinden arıtıldı. ama ayna zamanda din özgürlüğü de kabul edilerek, devletin vatandaşın vicdanına karışmayacağı, herkesin inancında serbest olduğu esası konuldu.

osmanlı devletinin bu gelişmenin dışında kaldığını biliyoruz. atatürk belki de islamlığın parlak çağına dönüş yaparak, zamana ve akla uymayan, eskiyen hukuk kurallarını bir yana bırakarak devleti laikleştirmiştir. ama islamlığın inanç ve ibadete dayanan kurallarına hiç dokunmamıştır.

atatürk kesinlikle dinsiz değildi. şu sözleri söyleyen atatürk'ün dinsiz olduğu, laiklikle dinsizliği getirdiği söylenebilir mi? :"tanrı birdir, büyüktür. bizim dinimiz en makul (akla uygun) ve tabii (doğal) bir dindir. ve ancak bundan dolayı da son din olmuştur. bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması gerektir. bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur... ey millet, allah birdir, sanı büyüktür. peygamberimiz, efendimiz cenabı hak tarafından insanlara dinin gerçeklerini bildirmeye memur ve elçi olmuştur... insanlara feyiz ruhu vermiş olan dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor. bu sebeple en mükemmel dindir... varlık dünyasının bütün kanunlarını yapan cenab-ı haktır... dinime, gerçeğin kendisine nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum". atatürk bunlar gibi daha birçok söz söylemiştir.

atatürk'ün akla uygun bir uygulama istediğini belirten şu sözleri, ne derin anlamlar taşımaktadır: "büyük dinimiz, çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını bildiriyor. bazı kimseler modern olmayı kafir olmak sanıyorlar. asıl küfür onların bu zannı (düşünce)dır. bu yanlış yorumu yapanların amacı; islamların kafirlere tutsak olmasını istemek değil de nedir?"
"bizim dinimiz milletimize, düşkün, miskin ve hor görülmeyi tavsiye etmez. tam tersi, allah da peygamber de insanların ve milletlerin yücelik ve şerefini korumalarını buyuruyor... bizim dinimiz için herkesin elinde bir miyar (ölçüt) vardır. bu miyar ile hangi şeyin dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. hangi şey ki, akla, mantığa, toplumun çıkarlarına uygundur, biliniz ki o, bizim dinimize de uygundur, o şey dinidir. eğer bizim dinimiz aklın, mantığın uyduğu bir din olmasaydı, en mükemmel ve en son din olmazdı".

görülüyor ki, atatürk bilgisiz ve çıkarcı kimselerin milleti din adına sömürmesine karşıdır. o, devlete, hukuka ve bilime can verecek kuralların akla, mantığa uygun olmasını istemektedir. atatürk, daha 1927 yılında dinin siyaset aracı olarak kullanılmasından doğacak sakıncaları ve çıkar düşkünlerini şöyle anlatmıştır: "masum halka beş vakit namazdan başka, geceleri de namaz kılmayı vaaz etmek ve öğütlemek, belki de ömründe hiç namaz kılmamış olan bir politikacı tarafından vaki olursa, bu hareketin hedefi anlaşılmaz olur mu?" atatürk'ün yıllarca önce söylediği bu sözler ne kadar düşündürücüdür.

laiklik devletin temeli olunca, akla dayanan uygulamalarla millet zaman yitirmeden çalışma ve kalkınma imkanı bulur. devlet vatandaşın inancına karışamaz; daha önce de belirtildiği gibi inançlar çeşitlidir. herkesi bir doğrultuda inanca zorlamak olmaz. bu her şeyden önce demokrasiye aykırıdır. demokrasi, bir özgürlük rejimidir. bu sebeple demokrasilerde devletin tek bir dini vatandaşlara benimsetmeye çalışması düşünülemez. bu davranış demokrasi kavramına uymaz. hem kur'an "dinde zorlama yoktur" diyor. bundan başka kur'an ve hazreti muhammed devlet yönetiminde akla dayanılmasını isteyen pek çok buyruklar vermiştir.

demek ki, laiklik vatandaş inancının en sağlam güvencesi oluyor. inanç özgürlüğü devletçe sağlanıyor. herkes inancında ve ibadetinde serbesttir. laikliği, resmi politikası dinsizlik olan rejimlerden kesinlikle ayrı tutmak gerekir. o tür rejimlerde devlet dine karşıdır. vatandaşın dinsiz olarak yetişmesi için gereken her türlü tedbiri alır. atatürkçü laiklikte ise, devlet işlerine karıştırılmaması koşulu ile tam bir din ve inanç özgürlüğü vardır.
türk devleti aynı zamanda nüfusumuzun yüzde doksan beşinden fazlasının inanç sahibi müslüman olduğu gerçeğini de görmüştür. müslümanların inanç ve ibadet hizmetlerini devlet yüklenmiştir. din eğitim ve öğretimi yapan kurumlar açılmış, buralarda atatürkçü, aydın, akılcı, laik din adamları yetiştirmeye hız verilmiştir. hiçbir dönemde anadolu'da cumhuriyet dönemindeki kadar cami yapılmamıştır.

türk milleti ve devleti varlığını ancak inanç özgürlüğü içinde, çağın gereği olan akıl ve bilim kavramlarının yolunda, insancıl bir laikliği benimseyerek sürdürebilir. geriye dönüş mümkün değildir. böyle bir tutum zamana ayak uyduramamak, çağın dışında kalmak olur.

inkilapçilik.
inkılap, bir toplumun önemli kurumlarını kısa bir süre içinde değiştirip kendini yenileştirmesi atılımıdır. tarihte önemli, büyük inkılaplar görülmüştür. atatürk yönetimindeki türk milleti de tarihteki en önemli inkılaplardan birini gerçekleştirmiştir.

bir toplumda durup dururken inkılap yapılmaz, inkılapların tarihten gelen büyük sebepleri vardır. türkler bir zamanlar çağın önemli devletlerinden birini kurmuşlardı. bu devlet yüzlerce yıl dünyanın sayılı güçlerinden biri olarak kaldı. ama batı'da gelişen akıl ve bilim çağına ayak uyduramadığı için geride kalmaya, güçsüzleşmeye başladı. çok uluslu bir yapıda olduğundan milli bir birlik kuramadı. devleti kurtarmak isteyenler, hep eski düzen ve belli kalıplar içinde değişiklikler yaptılar. oysa yapıyı değiştirmek gerekti ve bu kaçınılmazdı.

birinci dünya savaşı sonu yenilgi ve parçalanma, atatürk'e, türk milletini bir araya getirip mücadele etme ve yapıyı yenileme düşüncesini ve bunu gerçekleştirme azmini vermiştir. eski yapıyı yeniden kurmak mümkün olmadığı için art arda büyük inkılaplar yapılmıştır.

atatürk'e göre "inkılap milletin esenliği için halk adına yapıldı". "yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların amacı, türkiye cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün anlamı ve biçimiyle uygar bir toplumsal heyet durumuna getirmektir". öyleyse inkılap, modernleşme ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için yapılacaktır. gerçekten, gördüğünüz büyük yenilik hareketleri, hep inkılapçı bir tutum ve davranışla yapılmıştır.

türk milleti iyiye, doğruya, güzele daha fazla yaklaşmak, bunlara erişmek için inkılapçılığa bağlı ve tam bir inkılapçı olarak kalmalıdır. öyleyse inkılapçılık nedir? atatürk'e göre, "gerçek inkılapçılık onlardır ki, ilerleme ve yenileşme inkılabına sevk etmek istedikleri insanların, ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilime nüfuz etmesini bilirler".

demek ki, inkılapçı, ruhlara ve vicdanlara seslenecek, insanları bu yolda yönlendirecektir. atatürk inkılabını sürdürebilmek, inkılapçı ruh ve yapıyı, coşkuyu her zaman duymakla, hedefleri belirleyip bu hedeflere ulaşma yolunda çalışmakla olur.

türk inkılabının üstün ve yüce amacını her zaman kavramaya çalışmalıdır. durmadan ve her zaman yenilik yolunda ileriye doğru gidilecektir, işte atatürk'ün temel ilkelerinden biri de budur. türk inkılabının korunması, geliştirilmesi ve ilerletilmesi şarttır. atatürk bundan emindi ve şöyle diyordu: "inkılabın hedefini kavramış olanlar, daima onu muhafazaya muktedir olacaklardır".

evet, bu özlü sözlerin ışığında, bilinçli inkılapçılık türk milletinin geleceği olmalıdır.

milliyetçilik.
ait olduğu milletin varlığını sürdürmesi ve yüceltmesi için diğer bireylerle birlikte çalışmaya, bu çalışmayı ve bilinci, diğer kuşaklara da yansıtmaya "milliyetçilik" denilir. şu tanıma göre milliyetçiliğin en önemli ögesi "millet" olmaktır. öyle ise millet nedir?

bir insan topluluğuna millet diyebilmek için bazı niteliklerin o toplumda olup olmadığı saptanmalıdır. bazı anlayış biçimlerine göre, bir topluluğun millet sayılabilmesi için ırk birliği yetişir. bu eksik bir görüştür. aynı ırktan olmadıkları halde bugün milletlikleri tartışılmaz topluluklar vardır, isviçreliler ve amerikalılar gibi, bazılarına göre ise millet olmanın baş şartı aynı dili konuşabilmektir. bu da her zaman doğru sayılamayacak bir görüştür. isviçre'de üç ayrı dil konuşulur ama bütün isviçreliler bir millettirler. buna karşılık aynı dili konuşan pek çok arap milleti vardır. iraklılar ile faslılar aynı dili konuştukları halde aralarında büyük farklar bulunur, ikisi de ayrı birer millet sayılabilirler.

kimileri de millet olmanın baş şartı olarak din birliğini kabul ederler. kuşkusuzdur ki, artık bu da savunulamaz bir görüştür. bugün dünyanın en büyük milletlerinden sayılan japonların içinde çok çeşitli dinler vardır. gene ayrı birer din gibi kabul edilebilecek katoliklik ile protestanlık almanya'da, amerika'da yan yana yaşamaktadır. ama aynı dinden oldukları halde müslümanlar hiçbir zaman tek millet sayılamamışlardır.

öyle ise sayılan bütün bu şartlar bir insan topluluğunun millet olmasına yetmemektedir. aynı toprak parçası üstünde yaşayan insanların millet olması için ilk şart, ortak bir geçmişe, kader birliğine, ortak bir gelecek hedefine sahip olmaktır. bu, en tutarlı ve geçerli görüştür. milliyet bağı böylece maddi olmaktan çok manevi bir ilişkidir. bu görüşü benimseyen atatürk, milleti şöyle tanımlamaktadır: bir insan topluluğunun millet sayılabilmesi için "zengin bir hatıra mirasına, birlikte yaşamak hususunda ortak istekte samimi olmaya, sahip olunan mirasın korunmasını birlikte sürdürebilmek konusunda iradelerin ortak bulunmasına, gelecekte gerçekleştirilecek programın aynı olmasına, birlikte sevinmiş, birlikte aynı ümitleri beslemiş olmaya" ihtiyaç vardır, işte bu ana şartları taşıyan bir insan topluluğu millet sayılır. gene atatürk'e göre, bu şartların doğal sonucu, ortak milli bir düşünce, ideal ve en önemlisi ortak dilin ortaya çıkmasıdır. gerçi dil birliği millet olmanın baş şartı değildir ama insanları düşünce, ruh ve kültür açısından birbirine bağlayan ana dilin, pek çok millette tek olduğunu da unutmamak gerekir.

görülüyor ki, atatürk, türk milletini ırk veya din esası üzerine oturtmamıştır. zaten akılcı bir yaklaşımla buna imkan da yoktur, özellikle anadolu'daki türk toplulukları başka ırklarla, yüzlerce yıldan beri kaynaşmış durumdadırlar. anadolu'nun uygarlıkları birbirine bağlayan bir bağ olması bu sonucu doğurmuştur.

atatürk'ün millet anlayışı akılcı ve insancıldır. atatürk'e göre bir milleti başka milletlerden ayıran nitelikler vardır. her millet kendi yetenekleri, kültürü ve imkanları çerçevesinde kendini diğerlerine kabul ettirmek ve mutlu yaşamak zorundadır, işte bir milletin bireylerinin bu biçimdeki davranışları milliyetçiliktir. türk milliyetçiliğinin amacı, türk'ün her alanda yükselmesi, yücelmesidir.

atatürk'e göre, "asıl olan millettir, ilham ve güç kaynağı milletin kendisidir. bir millet için mutluluk olan bir şey, diğer bir millet için felaket olabilir. aynı sebepler ve şartlar birini mutlu ettiği halde, diğerlerini mutsuz kılabilir", öyle ise, her millet akıl ve bilim yolu ile yalnız kendi değerlerini ve çıkarlarını bulmalıdır. "türk milliyetçisi, gelişme ve ilerleme yolunda ve uluslararası ilişkilerde bütün çağdaş milletlere paralel olarak, onlarla bir uyum içinde yürüyecektir. ama bunu yaparken türk milletinin özelliklerini, bağımsız kişiliğini koruyacaktır. türk milliyetçisi diğer milletlerin hakkına, bağımsızlığına saygı gösterecektir. ancak böylelikle diğer milletlerden de saygı görecektir. kimsenin yurdunda gözümüz yoktur. çünkü her milletin yurdu kutsaldır. türk, büyük gücünü ancak haklarına saldırı olduğu zaman kullanacaktır".

atatürk, bütün milletlere saygı duyar, ama onların hepsinin üstünde türk'ü görür. ona göre, "dünya yüzünde türk'ten daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlar tarihinde görülmemiştir". atatürk, tarih alanındaki olağanüstü çalışmalarıyla türk'ün geçmişini aydınlatarak bu görüşe erişmiştir. böylesine üstün bir milletin yurdu da kutsaldır. vatan sevgisi, milliyetçiliğin önde gelen ögelerindendir; "vatanımız, türk milletinin eski ve yüksek tarihi ve topraklarının derinliklerinde varlıklarını sürdüren eserleri ile bugünkü yurttur. vatan hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez ve bütündür".

mademki vatan kutsaldır ve bir bütündür, öyle ise "memleketi doğu ve batı diye ikiye ayırmak doğru değildir". çünkü yurdumuz kutsaldır. "yurt toprağı, sana her şey feda olsun. kutlu olan sensin. hepimiz senin için fedaiyiz. fakat sen, türk milletini ebedi hayatta yaşatmak için feyizli kalacaksın".

atatürk'ün türk milliyetçiliği üzerinde bu kadar çok durmasının derin sebepleri vardır. bu sebepler de gene tarihten kaynaklanmaktadır. türklerin dünya tarihine ve uygarlıklara yaptığı üstün hizmetler bilinmektedir. ama ne yazık ki, türklerin kurduğu en büyük, en görkemli devletlerden osmanlı imparatorluğunun yapısı, tam bir milliyetçilik anlayışının doğmasına imkan vermemiştir.

osmanlı imparatorluğunda her bakımdan birbirinden farklı çok çeşitli uluslar yaşardı. bunu biliyoruz. xviii. yüzyıl sonlarına kadar dünyada milliyet ilkesi pek bilinmiyordu. gerçi devletler kuran milletler, kendi yaşama biçimlerini, kültürlerini, anlayışlarını geliştiriyor, dillerini kullanıyorlardı, bağımsızlıklarını koruyorlardı. ancak bunları belli bir millete bağlı olma bilinci içinde değil, belki toplumsal bir zorunluluk olarak yapıyorlardı. millete benlik veren milliyetçilik değil, din idi. her millet mensup olduğu dinin buyruklarına ve kalıplarına uyarak yaşıyordu.

xvii. yüzyıldan itibaren batı'da iyice güçlenen akılcılık, aynı zamanda milliyetçiliği doğurmuştur. batıda, çeşitli milletlere mensup olan düşünürler, her milletin diğerinden farklı olduğunu görmüşler, insanları dinin değil, milliyetin ilk planda birbirine bağlamasının akla uygun olduğunu anlamışlardır. böylece milliyetçilik batı'da gelişerek siyasal hayata girdi. xviii. yüzyıl sonunda çıkan fransız ihtilal ve onu izleyen büyük inkılap ile, milli devlet ve dolayısı ile milliyetçilik hızla bütün dünyaya yayılmaya başladı.

özellikle çok uluslu devletler için milliyetçilik akımı bir felaketti. milliyetçilik akımının çok uluslu bir devlet olan osmanlı imparatorluğu için önem taşımış, imparatorluk sınırlan içinde yaşayan ve türk olmayan çeşitli uluslar bağımsızlık isteği ile ayaklandılar. osmanlı devlet adamları buna karşı bir çare aradılar: din ayrımını kaldırarak ülkede yaşayan herkesi "osmanlı" ilan ettiler. ama bu kesin bir çözüm yolu değildi. milliyetçilik bir büyük akımdı ve bu hareketi böyle bir davranışla önlemek mümkün değildi. nitekim ülkede yaşayan uluslar birer ikişer ayaklanarak osmanlı yönetiminden kopuyor, kendi milli devletlerini kurarak bağımsızlıklarını ilan ediyorlardı.
bu durum karşısında bazı türk düşünürleri milliyetçilik akımının önlenemeyeceğini anlamaya başladılar. şimdi yapılması gerekli olan, elde kalan ve üzerilerinde türklerin yaşadığı vatan topraklarım, yeni milli devletlerin sataşmalarından kurtarmaktı. hiç değilse bundan sonra türk, vatanına sahip çıkmalıydı. böylece, imparatorluk sınırlan içinde yaşayan çeşitli milletler arasında en son, türklerin milliyetçilik anlayışı doğmuştur. bu da xx. yüzyıl başlarına denk düşmektedir.

türk milliyetçiliği doğarken, yalnız türklerin değil, bütün müslümanların tek millet olması gereğini ileri sürenler de çıktı. ama müslüman osmanlı vatandaşı olan arapların birinci dünya savaşında, hristiyan düşmanlarımızla iş birliği yaparak bizi arkadan vurmaları, milletin dine dayandırılamayacağını çok açık ve acı biçimde göstermiştir.

atatürk, yeni türk devlet'ini kurduğu vakit durum bu idi. bütün millete türklüğünü anlatmak, göstermek, bu çok önemli konu üzerinde durmak gerekiyordu. artık çok uluslu osmanlı devleti tarihe karışmıştı. anadolu'da ve doğu trakya'da yalnız türkler yaşıyordu. atatürk, lozan konferansında türkiye'de yaşayan rumları yunanistan'a yollamayı başarmıştı. engin ve büyük bir tarihe sahip olan türkler, artık türkiye'de en yüksek oranda çoğunlukta idiler. milli devlet kurulabilirdi. bu bölümün başında belirtildiği gibi, her millet kendi yücelmesini, kendi yetenekleriyle sağlar. bunun için de katıksız bir milliyetçilik gereklidir.

atatürk, yaşadığı sürece hep türk milliyetçiliğini geliştirmeye çalışmıştır. "ne mutlu türküm diyene" sözü, milletimiz yaşadıkça anlamı yücelecek çok üstün bir görüşün simgesidir.

devletçilik.
ekonomik etkinliğin toplum ve devlet hayatındaki önemi daha önce anlatılmıştı. ekonomik hayatın temelinin üretim olduğu da belirtilmişti. xx. yüzyılda dünya devletleri daha mutlu yaşamak imkanlarına kavuşmak için üretimi artırma gereğini duydular. bunun için de başlıca üç yöntemin uygulanmasını öngördüler. bunları kısaca gözden geçirelim:

liberal ekonomi: bu tür ekonomilerde üretim için gerekli olan sermaye, üretim etkinliği ve üretilen malların dağıtımı tümüyle bireylere bırakılmıştır. liberal ekonomi görüşüne göre, ekonomik hayatın kendiliğinden işleyen yasaları vardır: üretim, mallara olan isteğe bağlıdır, istek ise, üretimin az veya çok olmasını sağlar. devlet bu kuralları yönlendirmeye karışmamalıdır. devletin görevi yurdu savunmak, eğitim işlerini düzenlemek, adalet dağıtmak gibi alanlarda kalmalıdır. devlet ekonomik hayata katılırsa az önce belirtilen denge bozulur. gerekirse devlet, ancak büyük bunalımları gidermek için ekonomik hayata girmeli, bunalım geçince de gene çekilmelidir. büyük ekonomik güce sahip olan kapitalist ülkeler, liberal görüşü uygulayarak bugüne kadar gelmişlerdir.

sosyalist ekonomi: bu tür görüşü uygulayan ülkelerde hem sermaye, hem üretim doğrudan doğruya devletçe sağlanır. kişilerin üretim araçlarına sahip olmaları yasaktır. devlet tüm sermayenin sahibidir. bütün ekonomik hayat, devletin öngördüğü biçimde düzenlenir. malların dağıtımını da devlet yapar. bazı ülkeler temelde bu görüşü benimsemişlerdir.

ilımlı ekonomik sistemler: dünyanın hızla değişen şartları hem liberalizmin, hem de sosyalizmin katıksız bir biçimde işleyemeyeceğini göstermiştir. bu bakımdan liberal rejimlerin bazılarında, devlet ekonomik hayata artan ölçüde girerken, sosyalist sistemde de yumuşamalar göze çarpmaktadır. böylece her iki guruptan bazı ülkeler rejimlerinin temelini bozmadan önemli sistem değişikliklerine girmektedirler.

devletçilik: atatürk ilkelerinin arasında bulunan devletçilik, bir ekonomi siyasetidir. yukarıda anlatılan rejimlere benzemez. milli özelliklerimize uyan, gerekli kalkınmayı sağlayacak bir model olan devletçiliğin hangi şartlar altında nasıl doğduğu belirtilmişti. bunun için burada devletçiliği kısaca değerlendireceğiz.

devletçilik, temel anlamıyla devletin ekonomik hayatın içine girmesidir. ama bu yapılırken sosyalist model benimsenemez. elinde sermayesi olan vatandaşlar, birkaç alan dışında, diledikleri biçimde üretime katılabilirler. devlet bunlara engel olmadığı gibi üstelik gereken tedbirleri alarak işlerini kolaylaştırır, kişileri üretim ve ticaret işine özendirir.

ancak bilindiği gibi, hızla sanayileşme cumhuriyetin ilk hedeflerindendi. büyük temel sanayi kuruluşları yapmak için özel ellerde sermaye yoktu. bu yüzden devletçilik doğdu. devlet pek çok sanayi işletmesini kendisi kurdu, çalıştırdı ve geliştirdi. bir yandan da uyguladığı para ve kredi politikası ile özel kişileri başıboş bırakmadı. böylece devlet ile vatandaş, üretim işini birlikte düzenlediler. bu işbirliği sonucu türkiye örnek bir ülke durumuna gelmişti. son araştırmalar, türkiye'nin 1930 yılına kadar uyguladığı devletçilik siyaseti ile en hızlı kalkınan üç ülke arasına girdiğini göstermektedir. 1029 yılında, 100 olan türkiye ve dünya sanayi üretim indeksi, 1939'da türkiye'de 196'ya erişmiştir. dünya ortalaması ise 119'dur. bu gelişme tablosunda türkiye'nin yeri, rusya ve japonya'dan sonra gelmektedir. böylece 1927'de 1000 olan milli gelirimiz, hızlı nüfus artışına rağmen, 1939'da 1625'e yükselmiştir.

sermayesi olmayan, dışarıdan yardım almayan, kaynakları sınırlı, teknolojisi geri türkiye'nin 1939 yılına kadar sağladığı bu gelişme atatürk'ün akılcı ve milliyetçi görüşlerinin bir eseridir. o, özel girişimleri desteklerken, devleti de ekonomik hayata katmış, her iki alan birbirlerini tamamlamışlardır.

ikinci dünya savaş'ının çıkması üzerine bu gelişme durdu. savaş sonrasında ise devletçilik ilkesi yeniden ve amaca uygun biçimde işletilip ihtiyaçlara göre düzenlenmedi, politika aracı yapıldı. bu yüzden özel alanla devlet alanı arasındaki denge bozuldu ve ekonomik hayata bir kargaşa geldi.

atatürk'ün baş ilkelerinden devletçilik, türkiyeyi ekonomik bakından kalkındıracaktır, yeter ki gerektiği gibi uygulanabilsin.

 

atatürk'ün vasiyetnamesi.
t.c. ankara 3. sulh hukuk mahkemesi.
sayı: 1938/95 t.
terk-i hayat eden cumhurbaşkanı atatürk'ün 28.11.1938 tarihinde mahkememizde açılan vasiyetnamenin sureti aşağıya çıkarılmıştır.
dolmabahçe, 5.9.1938 perşembe.

"malik olduğum bütün nukut ve hisse senetleriyle, çankaya'daki menkul ve gayrimenkul emvalimi, cumhuriyet halk partisine atideki şartlarla terk ve vasiyet ediyorum.

1- nukut ve hisse senetleri şimdiki gibi iş bankası tarafından nemalandırılacaktır.
2- her seneki nemadan bana nispetleri şerefi mahfuz kaldıkça yaşadıklara müddetçe makbule'ye ayda 1.000, afet'e 800, sabiha gökçen'e 600, ülkü'ye 200 lira ve rukiye ile nebile'ye şimdilik 100'er lira verilecektir.
3- sabiha gökçen'e bir ev alınabilecek ayrıca para verilecektir.
4- makbule'nin yaşadığı müddetçe çankaya'da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.
5- ismet inönü'nün çocuklarına tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır.
6- her sene, nemadan mütebaki miktarı yarı yarıya türk tarih ve dil kurumlarına tahsis edilecektir.

 

atamız hakkında bilinmesi gereken özel şeyler;

1. “ata” lafini sevmezdi.
“atatürk” hitabını ilk kez dönemin türk dil kurumu başkanı bir konuşmasında kullanmış, mustafa kemal de çok beğenerek soyadı olarak almıştı. kendisine “ata” diye hitap edilmesinden hiç hoşlanmazdı.

2. en sevdiği yemek.
manastır askeri lisesi yıllarından kalan bir alışkanlıkla hayatı boyunca en sevdiği yemek kuru fasulye ve pilav olarak kaldı. tatlıya düşkün değildi ama canı istediğinde çok sevdiği gül reçelini tercih ederdi.

3. en büyük hayali dünya turuna çikmakti.
ömrü yetseydi bir dünya turuna çıkıp türk dili ve tarihi üzerindeki çalışmalarını genişletmek en büyük hayaliydi.

4. başucu kitabi “çalikuşu”ydu.
binlerce kitabı vardı. ama bunların arasında bir tanesini hayatı boyunca hatta cephede bile başucundan ayırmadı. reşat nuri güntekin’in ünlü “çalıkuşu” romanını hep yanında taşır, her gün rastgele bir yerinden açar, birkaç sayfa okurdu.

5. kabul salonundaki at yavrusu.
atlardan sonra en sevdiği hayvan köpekti. “fox” adını verdiği köpeği, gazi'nin yatağının ayak ucunda uyurdu. hayvanlara düşkünlüğü o dereceydi ki bir gün misafirlerinin de görebilmesi için yeni doğmuş bir tayla annesinin çankaya köşkü kabul salonuna getirilmesini bile emretmişti.

6. tam bir salon adami.
en sevdiği dans valsti. müzik zevki çeşitlilik gösteriyordu. klasik batı müziği dışında anadolu ezgilerini de severek dinlerdi.

7. gömleklerinin tümü beyazdi.
gömleklerinin hepsi beyazdı. bu gömlekler ilk yıllarda isviçre’de özel olarak dikilirken sonra yerli malı kullanma kampanyasına öncülük edebilmek için beyoğlu'nda bir terziye diktirilmeye başlanmıştı.

8. dolabinda lacivert rengine yer yoktu.
takım elbiselerinin tasarımlarını hep kendisi çizerdi. lacivert takım giymeyi sevmezdi.

9. ölçüleri.
boyu 1.74 idi. hayatının son dönemlerine kadar 76 olan kilosu hastalığının ilerlemeye başlamasıyla 46’ya kadar düşmüştü. 43 numara siyah rugan ayakkabı giyerdi.

10. rumeli şivesi.
özenli ve temiz bir türkçe konuşurdu. ancak bazı kelimeleri rumeli şivesiyle telaffuz ederdi.

11. hazin bir hikaye.
hayatında bir dönem çok önemli yer tutan mustafa kemal’in evlenmesinden sonra hayatına trajik bir şekilde son veren fikriye hanımın mezarının nerede olduğu bilinmiyor.

12. cumhurbaşkanliğindan sikiliyordu.
hayatının çoğunu geçirdiği savaş cephelerinden sonra cumhurbaşkanı olarak geçirdiği yıllar ona bir tecrit yaşantısı gibi geliyor, çok sevdiği halkından ve sade bir vatandaş yaşamından uzaklaştığını düşünüyordu.

13. papanin temsilcisine elbise.
kıyafet kanunu çerçevesinde tüm din adamlarının dini kıyafetleriyle sokağa çıkmaları yasaklanınca, monsenyor roncalli’ye kendi terzisi kemal milaslı eliyle bir koleksiyon hazırlattı.

14. kendisi tiraş olmazdi.
sabah kahvaltılarıyla arası hiç hoş değildi.yataktan kalkar kalkmaz odasındaki divanın üzerine bağdaş kurarak oturur, günün ilk kahvesini sigarasını içerdi.bir özelliği de kendi kendine tıraş olmamasıydı.

15. düzen takintisi vardi.
evinde, çevresinde hatta konuk olduğu evlerde bile eğri duran eşyaları düzeltmeden rahat edemezdi.

16. hoşgörülü lider.
köylünün birinin gazete kağıdına sardığı tütünü içmeye çalışırken eli yanmış; “alın bunu kendi içsin” diyerek atatürk'e küfretmişti. mahkemeye çıkarılacaktı. atatürk olayı dinledikten sonra; “onu mahkemeye vereceğinize doğru dürüst sigara içmesini temin edin” dedi.

17. sigara pazarliği.
hastalığının başlangıcında kendisini muayene eden dr. fissinger günde kaç paket sigara içtiğini sormuş, atatürk “sekiz” demişti. doktor bunu günde bir pakete indirmesi gerektiğini söyleyince gülümseyerek cevap vermişti; “ben zaten bir paket içiyorum. bundan sonra bunu sizin izninizle yapacağım”

18. “bu nasil halkçilik?”
bir sabah milletvekilleri ile trene binmişti. kondüktörün milletvekillerinden bilet parası almamasına şaşırmış nedenini sormuştu. trenin milletvekillerine bedava olduğunu öğrenince epey sinirlenmiş, “ne de güzel halkçılık ama” demişti.

19. “laiklik adam olmaktir...”
ilk mecliste bir oturum sırasında üyelerden biri laikliğin ne manaya geldiğini anlamadığını söyleyince gazi çok sinirlenmiş ve elini kürsüye vurarak bir din bilgini olan üyeye cevap vermişti; “adam olmak demektir hocam, adam olmak...”

20. kurbanlari bağişlardi.
gittiği yurt gezilerinde kendisi için kurban edilen hayvanlara bakamaz, böyle durumlarda sırtını döner ya da kesilmelerini engellerdi.

21. yabanci dile meraki.
askeri lisede öğrenmeye başladığı fransızcayı sonraki yıllarda geliştirdi. zengin bir kelime bilgisi vardı. konuşurken araya fransızca sözcükler de eklerdi.

22. fasulyesine poker.
kumardan hoşlanmaz ama arkadaşlarıyla fasulyesine poker oynardı. oyun sonunda kazandıklarını iade ederdi.

23. kan görmeye dayanamazdi.
cephelerde düşmanla göğüs göğüse savaşmış biri olarak en ilginç özelliği savaş meydanları dışında kan görünce fenalaşmasıydı.

24. kulaklari duyan tek kişi.
fransız tarihçisi herriot ankara’ya geldiğinde gazi'nin kulaklarının duyuyor olmasına şaşırmış anılarında bunu esprili bir dille anlatmıştı; “t.c’de bir tane kulakları duyan kişi var, onu da cumhurbaşkanı yapmışlar”

25. bir ricasi baş açtirdi.
bir gün halk arasında dolaşırken çarşaflı bir kadına rastlamış; “hafız hanım benim hatırım için başındaki örtüyü açar mısın?” diye sormuştu. kadın başörtüsünü açarak, atatürk’ün önünde eğildi ve ellerini öptü.

26. bilardo ve yüzme.
sportmen kişiliği vardı. her gün at biner, yüzmeye gider ve bilardo oynardı.

27. en başarili ders.
eğitim hayatı boyunca en başarılı dersi matematikti. pozitif bilimlere ilgisi hayatı boyunca sürdü.

28. yağcilara geçit yok.
yağcılara çok kızardı. bir akşam sofrasında kendisine gereksiz şekilde iltifat eden abdülhak hamit’e müdahale etti.

29. son yilbaşi gecesi.
1937’yi 1938’e bağlayan son yılbaşı gecesini dış işleri bakanı tevfik rüştü aras ile baş başa geçirmişti. o gece dolabındaki bazı elbiseleri bakana hediye etmişti.

30. köşkteki güvercinlik.
kuşları çok severdi. çankaya köşkünde özel bir bakıcının ilgilendiği güvercinliği vardı.

 

hitler, gizli karargahındaki sofra sohbetlerinde atatürk’ten de söz ediyordu! ikinci dünya savaşı son hızla sürerken hitler atamızı hangi özellikleriyle anıyordu? işte adolf hitler'in atatürk'le ilgili iddiaları!

adolf hitler’in hayranlık beslediği devlet adamı ve askerler arasında mustafa kemal atatürk de vardı. hitler, atatürk'e hediye ettiği zırhlı bir mercedesle de gösterdiği bu hayranlığını çeşitli vesilelerle hep yinelemiştir. versailles anlaşmasını yırtarken, sevr’i kastederek `atatürk’ün 10 yıl önce yaptığını biz şimdi yapabiliyoruz’ deyişi ünlüdür.

ancak, hitler’in türkiye’de pek bilinmeyen bir kitabında da (macerası ve aldığı onay dikkate alındığında kitap onun sayılır!) atatürk hakkında söyledikleri çok dikkat çekici. `hitler’in sofra sohbetleri’ adlı bu kitap, alman devlet adamının 2. dünya savaşı tüm hızıyla sürerken gizli karargahındaki akşam yemeklerinde yaptığı konuşmalardan oluşuyor.

hitler 1941-44 yılları arasında gizli karargahlarındaki konuşmalarında, kitaplaştığı kadarıyla dört yerde atatürk’ten söz ediyor. hitler'in atatürk'le ilgili iddiaları son derece ilginç. hayalhanesi güçlü bir kişilik olarak bilindiğinden, tabii ki ona göre okunmalılar.

"ordusuz kumandan ayakta kalamaz"
ingilizce çevirinin 3. baskısında 223. sayfada şunu söylüyor:

`arkasında ordusu olmayan bir kumandan uzun süre ayakta kalamaz. atatürk de iktidarını halk partisi sayesinde güvenceye aldı. italya’da da aynı şey geçerli. eğer antonescu bugün ortadan kaybolacak olsa, ordu içinde onun yerine talip olacaklar arasında korkunç bir mücadele başlar. ama onun yerine geçecek kişiyi belirleyecek bir örgüt olsa, bu olmazdı.’

hitler burada, atatürk’ün ölümünden sonra büyük gerilimler ve çatışmalar olmaksızın iktidarın ismet inönü’ye geçişini övüyor. bunun, halk partisinin disiplini içinde mümkün olduğunu gösteriyor.

"atatürk cermen'di"

adolf hitler’in kitapta atatürk’ten söz ettiği ikinci yer 230. sayfa. burası gerçekten ilginç, çünkü hitler’e göre atatürk türk değil, cermen! şöyle diyor almanya'nın führer’i:

`cermenlerimizden bazılarını kaybettik! kuzey afrika'nın berberilerini, küçük asya'nın kürtlerini. bunlardan biri de, ırki açıdan yurttaşlarıyla bir alıp vereceği olmayan kemal atatürk'tü.’

adolf hitler, türk değil de cermen, yani neredeyse alman saydığı atatürk’ten bir de kitabın 391. sayfasında söz ediyor. siyasi suikastların söz konusu olduğu bir bağlamda şunları söylüyor:

"ankarayi suikastlerden korunmak için başkent yapti"

`balkanlarda suikastın bu kadar önemli ve güçlü bir silah olmaya devam etmesinin nedeni, oraların halklarının kan dökerek intikam almak fikrinin etkisinde olmalarıdır. işte bu nedenle kemal paşa, iktidarı ele geçirir geçirmez yeni bir başkent ilan etmekle çok bilgece davrandı. çünkü böylece polisin denetim sağlaması etkin bir biçimde başarılabildi.’

ayasofya nasil müze oldu? hitler'in yaklaşimi...

hitler, atatürk’ün liderlik vasıflarına ve azmine hayran. bunu her fırsatta vurguluyor. karargahtaki sofra sohbetlerinin kayıtlara geçmiş halindeki son bahis de yine bu bağlamda. kitabın 607. sayfasında şunları söylüyor:

`mustafa kemal atatürk’ün din adamlarından kurtulmak konusundaki hızı tarihin en dikkate değer bölümlerinden biridir. 39 tanesini astı, diğerlerini aşağıladı, ve konstantinapol’deki ayasofya şimdi bir müze!’

 

atatürk'ün arap kralına müthiş lafı.

atatürk siyasi bir görüşme için arabistan'a gider. arabistan kralı kendi yaverinden kahve yapmasını ister. atatürk de aynı şekilde kendi yaverinden. kısa süre içerisinde arap yaver kralına kahveyi taktim eder ve uzaklaşır. hemen ardından da türk yaver gelir ama gelirken ayağı takılır ve kahveyi yere döker. arap kralı alaycı bir şekilde türk yaverin bir kahveyi bile getiremediğini kendisinin ne işe yarayacağını söyler ve kendi yaverini üstün gösteren sözler söylemeye başlar. atatürk arap kralının sözünü bitirmesini bekler ve bu olaya müthiş bir cevapla karşılık verir.
''ben halkima hiçbir zaman hizmetçilik yapmayi öğretmedim"

 

anıtkabir'de yatan, bir "sarı saç, mavi göz" edebiyatından ibaret değildir; onu anlatmak, buralara sığmaz. o, çok kısaca, "bağımsızlık benim karakterimdir"; "böyle bir millet, köle olarak yaşamaktansa ölsün daha iyi!" ; -düvel-i muazzama'nın dretnotlarına karşı- "geldikleri gibi giderler"; "gerçek yol gösterici bilimdir!" diyen, öğretmenlerden "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür" kuşaklar isteyen kişidir.

atatürk milliyetçiliği, yüzyıllardır ezilen bir ulusun yok olmamak için yaptığı savunma refleksidir; ırkçı, şoven, saldırgan hitler nasyonal sosyalizmi ile uzaktan yakından ilgisi yoktur; barışçıdır, hümanisttir.

o, en büyük savaş ustası, ama savaştan da en çok tiksinen en büyük barış şampiyonuydu. "yurt savunması dışında, savaş cinayettir!", "yurtta barış, dünyada barış" diyordu. baş düşmanı venizelos, onu 1934'te nobel barış ödülü'ne aday göstermişti. kurduğu sadabat ve balkan paktlarıyla dünyanın en kritik bölgesi, bir barış, huzur ve denge merkezi haline gelmişti. bugün ise aynı orta doğuda abd emperyalizmi saldırıyor, öldürüyor, yağmalıyor, ülkeleri parçalıyor. aradaki farkı anlamak için, buna bakmak yeter. atatürk ilk antiemperyalist mücadelenin lideri olarak, yarınki gerçek küreselleşmeye bugünkü antiemperyalist ulus-devletten geçilebileceğinin bilincindeydi. mücadelesini, "bizi yutmak isteyen emperyalizme ve bizi mahvetmek isteyen kapitalizme" karşı, "doğu'nun mazlum milletleri adına yapmıştı" . hilafeti kaldıran kişinin ziyaretine -afgan kralı amanullah han'dan ürdün kralı abdullah'a- müslüman liderlerin gelmeleri, bu yüzdendi! fransız emperyalizmine karşı savaşırken ölen 19 yaşındaki cezayirli genç kızın cebinden atatürk'ün resminin çıkması, bu yüzdendi!
***
o, hiç küçülmedi, kabalaşmadı.

bir toplantıda reşit galip ile aralarında sert, kırıcı bir tartışma oluyor. atatürk, "ikimizden birinin burayı terk etmesi gerekecek" diyor. reşit galip, "beni buradan hiçbir güç atamaz" deyince, kendisi ayrılıyor; arkasından da onu milli eğitim bakanı yapıyor! yunan başkomutanı esir alınıp da karargaha getirildiğinde, kendisini ayakta karşılayarak ona kahve ve sigara ikram ediyor; esir komutanın gururunu rahatlatmak için işi sohbete döküp havayı yumuşatıyor. trikopis, anılarında, "o anda büyük bir insan karşısında bulunduğumu anladım" diye yazıyor.

alpullu ilkokulunu denetlediğinde, çocuklar yeni harfleri sökemeyince, bir an öfkeye kapılıp öğretmene, kara tahtaya "ben bir vatan hainiyim" diye yazmasını, altına da imzasını atmasını söylüyor. öğretmense "gazi mustafa kemal" diye imza atıveriyor! ama sonuçta atatürk, kendisini ankara'da gözde bir ilkokula müdür olarak atıyor! (izmir barosu'ndan şahap gürsel'den naklen, eski baro başkanı iskender özturanlı'dan dinledim.)

evet, atatürk'ü dünya tanıyor ve takdir ediyor. ne var ki mum dibine ışık vermiyor. kendi ülkesinde, "demokrasi" (!) deyip çankaya'da onun koltuğuna oturmaya hazırlanan orta çağ artığı aydınlanma düşmanları, 10 kasım'da huzurunda "huşu" ile dizilerek yasak savarken bir yandan da onun içini boşaltmaya, unutturmaya çalışıyor. ne yüzle!
***
kişilik bozukluğu, psikiyatri konusu, ciddi bir hastalıktır; kan şekeri, sara bahane. atatürk, şaşmaz bir pusuladır. pusulasını şaşırıp onunla çatışan, çarpılıveriyor.

atatürk, bir dünya olayıdır. bir rus tarihçi, kitabında onu dünyanın gelmiş geçmiş en büyük 10 kişisi arasında gösterdi. castro , onun için "dünyanın en büyük devrimcisi" dedi ve küba'da anıtını diktirdi. ankara'daki çin büyük elçisi ise "atatürk'ü çin'de tanımayan yok gibidir. atatürk, okullarda ders olarak okutulur. atatürk tarih yarattı" diyordu.

anıtkabir'deki, aklıyla, yüreğiyle, onuruyla, insandır, "olması gereken" insan!

ölümünde, ismet inönü'nün onun için "insanlık idealinin büyük hizmetkarı" , cumhurbaşkanı sezer'in ise "yarının insanı" deyişi de, 1981'in bm tarafından "atatürk yılı" olarak kabul edilişi de bundan kaynaklanır.

anıtkabir'de bir insan yatıyor!
anıtkabir, insanlık anıtıdır!

 

cumhuriyetin 1. yılında atatürk'ün mecliste yaptığı konuşma.

türkiye büyük millet meclisinin saygıdeğer üyeleri!
büyük millet meclisinin hayırlı ve bereketli elinin, türk milletinin geleceğini yönetmeye başladığının beşinci senesini kutluyoruz. bu vesileyle yüksek heyetinizi saygıyla selamlarım.
geçen sene büyük millet meclisi, türk milletinin gerçek arzularına uygun olarak devlet şeklini cumhuriyet olarak kararlaştırdı. cumhuriyet yönetimi, ülkemizin en uzak köşesine kadar büyük bir heyecanla ulaştı, kabul gördü. millet; cumhuriyetin,türk vatanını asırların kötü yönetiminden kurtaracak ve ülkeyi layık olduğu gelişme seviyesine ulaştıracak yegane yönetim şekli olduğunu anladı. millet, cumhuriyetin şu anda ve gelecekte her türlü tehlikeden korunmasını talep etmektedir. milletin talebi, cumhuriyetin denenmiş, sınanmış ve olumlu sonuçları alınmış bütün esaslara bir an evvel ve tam anlamıyla geçilmesi şeklinde ifade edilebilir. yüksek meclisin büyük bir önem vererek uğraştığı teşkilatı esasiyede (anayasa'da), milletin talebini karşılamak hepimizin görevidir. diğer taraftan, hükumetin görevi, gelişmiş ve medeni yönetimin bütün gereklerini anlaşılır ve çok hızlı bir şekilde ülkemizin tamamında uygulamak, aksaklıkları gidererek geliştirmektir.
görevimizi, milletin arzularına uygun olarak yapabilmeyi bütün gönlümle temenni ederim.

 

mustafa kemal atatürk, çok yönlü ve üstün kişiliği olan bir liderdir. birinci dünya savaşı sonunda imzalanan mondros ateşkes anlaşmasıyla ortaya çıkan tehlikeli durumu ilk olarak görüp milletin dikkatini çeken odur. mustafa kemal, amasya genelgesinde, vatanın bütünlüğünün ve milletin istiklalinin tehlikede olduğunu söyledi. erzurum kongresinde, milli sınırlar içinde vatanın parçalanmaz bir bütün olduğunu bütün dünyaya ilan etti. kurtuluş savaşını bunun için başlattı. bu konuda hiçbir taviz vermedi. vatan savunmasını her şeyin üzerinde tuttu. sakarya savaşı sırasında "vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz" diyerek bu konudaki kararlılığını gösterdi. vatanı için her şeyini feda etmeye hazır olduğunu şu sözü ile açıkça ifade etmiştir: "yurt toprağı! sana her şey feda olsun. kutlu olan sensin. hepimiz senin için fedaiyiz. fakat sen türk milletini ebedi hayatta yaşatmak için feyizli kalacaksın."

mustafa kemal, vatanı ve milleti için canını feda etmekten kaçınmazdı. daha çanakkale savaşları sırasında anafartalar grubu komutanı iken en ön safta savaştı. bu savaş sırasında atatürk'e bir şarapnel parçası isabet etmiş, fakat sağ cebinde bulunan saati kendisini ölümden kurtarmıştı. sakarya savaşı sırasında ise atından düşmüş ve kaburga kemikleri kırılmıştı. buna rağmen cepheden ayrılmamış, savaşı sedye üzerinden yönetmişti.

mensubu olduğu türk milletini sonsuz bir aşkla seven mustafa kemal atatürk, milleti için her türlü zorluğa katlanmış ve kendini ona adamıştır. onun "ben, gerektiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, türk milletine canımı vereceğim" sözü, milletini ne kadar çok sevdiğini göstermektedir.
mustafa kemal atatürk, idealist bir liderdi. onun idealizmi, yüksek vasıf ve kabiliyetlerine inandığı milletinin sonsuz hürriyet ve bağımsızlık aşkından kaynaklanıyordu. mustafa kemal'in en büyük ülkülerinden birisi de milli birlik ve beraberlik içerisinde vatanın bölünmez bütünlüğünü sonsuza dek yaşatmaktı.

mustafa kemal atatürk'ün en büyük ideali, milli sınırlarımız içinde milli birlik duygusuyla kenetlenmiş uygar bir toplum oluşturmaktı. vatanı kurtaran, hür ve bağımsız türkiye idealini gerçekleştiren mustafa kemal, yeni türkiyeyi modernleştirmek amacı ile çağdaş medeniyet idealine yöneltmiştir.

atatürk'ün en büyük ideallerinden birisi de milletler arasında kardeşçe bir insanlık hayatı meydana getirmekti. ideallerini gerçekleştirmek için çok çaba harcadı. bu çabalarına örnek olarak 1934'te imzalanan balkan antantı, 1937'de imzalanan sâdâbat paktı gösterilebilir.
atatürk'ün inkılapçılığı, akıl ve mantığın toplumsal gelişmeye egemen kılınması esasına dayanır. onun şu sözü akıl ve mantığa verdiği değeri en güzel şekilde ifade eder: "bizim akıl, mantık ve zeka ile hareket etmek en büyük özelliğimizdir. bütün hayatımızı dolduran olaylar bu gerçeğin delilidir".
mustafa kemal'in olaylara yaklaşımı hep mantıklı ve gerçekçi olmuştur. milletine hep hakikatleri söylemiş ve bunu tavsiye etmiştir. "milleti aklımızın ermediği, yapmak kudret ve kabiliyetini kendimizde görmediğimiz hususlar hakkında kandırarak geçici teveccühler elde etmeye tenezzül etmeyiz" sözü çok anlamlıdır. o, akıl ve bilime çok önem verirdi. gerçeğe akıl ve bilim yoluyla ulaşılacağına inanan atatürk, "dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakıyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir" sözü ile bunu en güzel şekilde açıklamıştır.

mustafa kemal, yaratıcı düşünceye sahip bir liderdi. türk milletini kurtuluş savaşı'na hazırlarken düşmanı yurttan atmak için savaşmak gerektiğine halkını inandırmakla işe başladı. yapacağı işlerin planını en ince ayrıntılarına kadar tespit edip bunları uygulamak için değişik yöntemler denedi. sakarya savaşı öncesinde, ülkenin kaynaklarından en verimli şekilde yararlanılmasını sağlayarak ordumuzun ihtiyaçlarını karşıladı.

atatürk, bütün inkılaplarını gerçekleştirmeden önce, kamuoyunu hazırlamaya, millete inkılapların gerekliliğini anlatmaya büyük bir özen göstermiştir. ona göre: "milleti hazırlamadan inkılaplar yapılamaz". atatürk, yurt gezilerinde halkla konuşmalar yaparak bunu gerçekleştirmiştir.
gerek kurtuluş savaşı'mızın başarıyla sonuçlanması, gerek gerçekleştirilen inkılaplarla, türkiye'nin çağdaşlaştırılması onun dehasının bir eseridir.
başarılı olmanın sırlarından birisi de sabır ve disiplindir. mustafa kemal atatürk, her engeli sabır ve disiplin ile aşıp kurtuluş savaşını başarıya ulaştıran bir liderdir.

o, meseleler karşısında önce düşünür, gerekli araştırmayı yapar, tartışır, kararını ondan sonra verirdi. verdiği kararı uygulamaya koyarken uygun zamanı beklerdi. zamanlamaya çok önem verirdi.
samsun'a çıkmadan çok önce, millet egemenliğine dayanan bağımsız yeni bir türk devleti kurmayı düşünmüştü. bu fikrini, o zaman açıklamadı. samsun'a çıktıktan bir süre sonra vatanın kurtuluşu ile ilgili fikirlerini uygulamaya başladı. kongreler topladı. türkiye büyük millet meclisini açtı. türkiye büyük millet meclisi açıldığı zaman, saltanatı kaldırıp cumhuriyet yönetimini kurmayı düşünüyordu. fakat mecliste saltanat yanlıları olduğundan zamanlamayı uygun görmemişti. ancak kurtuluş savaşı başarıya ulaştıktan sonra açılan ikinci meclis döneminde atatürk'ün önderliğinde saltanat kaldırılıp cumhuriyet ilan edilmiştir.

atatürk, milli mücadele'nin kazanılmasından sonra yaptığı inkılapları çok önceden planlamıştı. ancak, bunları uygulayacak ortam sağlanıncaya kadar büyük bir sabırla bekledi ve tam bir disiplin ile düşündüklerini gerçekleştirmeyi başardı.

mustafa kemal atatürk, daha birinci dünya savaşı devam ederken osmanlı devletinin hızla felakete doğru sürüklendiğini görüp çareler aramaya başlamıştır. ülkemizin içinde bulunduğu durumu en doğru şekilde tespit etmiş ve ilerisi için en doğru kararları almıştır.

atatürk, ileri görüşlü bir devlet adamıdır. atatürk'ün 1932'de amerikalı general mc. arthur'la yaptığı bir konuşma, bunu en iyi şekilde ortaya koymaktadır. atatürk bu konuşmasında; avrupa'da almanya'nın versailles antlaşmasını ortadan kaldırmaya çalışacağını söylemiştir. avrupa'da savaş çıkarsa, bundan bolşevikler'in yararlanacağını; sovyet rusya'nın yalnız avrupayı değil, asyayı da tehdit eden başlıca kuvvet halini alacağını belirterek, ikinci dünya savaşı ve sonrasındaki gelişmeleri önceden görebilmiştir.

atatürk'ün gençlere söylediği "yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kafi değildir. muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lazımdır" sözü, onun ileri görüşlü bir lider olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

mustafa kemal atatürk, doğru bildiği şeyleri açıkça söylemekten çekinmezdi. şu sözleri bunun en güzel örneğidir: "ben düşündüklerimi sevdiklerime olduğu gibi söylerim. aynı zamanda lüzumu olmayan bir sırrı kalbimde taşımak iktidarında olmayan bir adamım. çünkü ben bir halk adamıyım. ben düşündüklerimi daima halkın huzurunda söylemeliyim".
büyük adamları ancak büyük milletler yetiştirir. toplumların büyük adamlara ihtiyacı en çok bunalımlı dönemlerde ortaya çıkar. toplumları, bunalımlı dönemlerden ancak büyük liderler kurtarır. mustafa kemal paşa, bu özellikleri taşıyan çok yönlü bir liderdir. o, milli mücadele'nin önderi, türk inkılabının hazırlayıcısıdır. ayrıca birleştirici ve toplayıcı bir lider, büyük bir asker ve teşkilatçı bir devlet adamıdır. bütün bu yönleriyle çağa damgasını vuran bir dahidir.

atatürk, eğitimi sosyal ve kültürel kalkınmanın en etkili araçlardan biri olarak görmüştür. kurtuluş savaşı kazanıldıktan sonra yeni devletin varlığını sürdürebilmesi için çağdaş eğitim metotlarıyla yetiştirilecek bir nesle ihtiyaç vardı. bu sebeple eğitim konusuna büyük bir önem verdi. kurtuluş savaşından sonra kendisine sorulan "işte memleketi kurtardınız, şimdi ne yapmak istersiniz?" sorusuna atatürk: "maarif vekili olarak milli irfanı yükseltmeye çalışmak, en büyük emelimdir" cevabını verir.
türk milletinin aydınlık yarınları için elinde tebeşir, kara tahta başına geçerek türk milleti'ne okuma-yazma öğreten atatürk, milleti tarafından başöğretmenliğe layık görüldü. o, maarif vekili olmadı ama modern bir eğitim politikasının esaslarını belirleyip eğitim alanında büyük inkılaplar yaptı. öğretim programlarının hazırlanmasıyla ilgili komisyonları yönetti, ders kitabı yazdı, kürsüye çıkıp ders verdi. milletin eğiticisi oldu. atatürk, eğitimin toplumun ihtiyaçlarına cevap vermesi ve çağın gereklerine uygun olması gerektiğini belirtmiştir.

atatürk, türk milletinin manevi ihtiyaçlarının da karşılanması gerektiğini biliyor ve bu nedenle kültürel kalkınmaya büyük önem veriyordu.
atatürk, türk kültür ve sanatını dünyaya tanıtmak için çok çalıştı. bu konuda araştırmalar yapılmasını, sergiler açılmasını ve kültürle ilgili kongreler düzenlenmesini teşvik etti. sanat ve sanatçılar hakkında takdir ve teşvik edici sözler söyledi. bunlardan bazıları:
"sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir."
"hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat bir sanatkar olamazsınız." '''
"bir millet, sanat ve sanatkardan mahrum ise tam bir hayata malik olamaz."
atatürk, sanatçı yetiştiren kurumlar açtı. çağdaş türk sanatını geliştirmek amacıyla avrupa'ya resim, heykel ve müzik öğrenimi için gençler gönderdi. bu durum, onun sanata ve sanatçıya ne kadar önem verdiğini gösterir.
iyi bir yönetici, milletinin huzur ve saadetini sağlamak için çalışır. mustafa kemal atatürk, bütün hayatı boyunca bunu yapmaya çalıştı. milleti için çalışmayı bir görev saydı. "millete efendilik yoktur. hadimlik vardır. bu millete hizmet eden, onun efendisi olur" sözü ile yöneticilerde bulunması gereken özelliği belirtmiştir. mustafa kemal, hayatı boyunca türk devletinin ve milletinin çıkarlarım kendi çıkarlarının üstünde tutan, ender devlet adamlarından birisidir. savaştaki kahramanlığı kadar, devlet kurup yönetmedeki ustalığı, ileri görüşlülüğü ve barışseverliği ile atatürk, tarihte eşine az rastlanan bir yöneticidir.

mondros ateşkes anlaşmasından sonra başlayan işgal günlerinde, toplumu olaylar karşısında yönlendirecek bir öndere ihtiyaç vardı. işte o karanlık günlerde atatürk, milletine rehber oldu. anadolu'ya geçerek kongreler topladı. türkiye büyük millet meclisinin açılmasını sağladı. milli mücadele, atatürk'ün önderliğinde başarıya ulaştı. türk milletinin her alanda çağdaşlaşmasını hedef alan inkılaplar onun önderliğinde gerçekleşti. onun ilke ve inkılapları, türk milletine günümüzde de rehber olmaya devam etmektedir. mustafa kemal atatürk, askeri zaferlerini ve başardığı inkılapları kendisine mal etmemiştir. büyük eserlerin, ancak büyük milletle başarılabileceğine inanan bir önderdi.

atatürk'ün, milletine sonsuz bir güveni vardı. türk milletinin geçmişte olduğu gibi büyük hamleler yapacağına bütün kalbiyle inanmıştı. şan ve şerefle dolu tarihindeki başarılarına yenilerini ilave edeceğine bütün kalbiyle inanmıştı. o, "atatürk zaferleri" denmesinden hoşlanmazdı. "atatürk inkılapları" sözünü reddeder, "türk inkılabı" sözünün kullanılmasını isterdi. bütün başarıları milletine mal etmekten zevk duyardı. mustafa kemal bir konuşmasında "milli mücadeleyi yapan doğrudan doğruya milletin kendisidir, milletin evlatlarıdır" demişti.

atatürk, kararlı ve mücadeleci bir liderdi. güçlükler karşısında yılmayan, ümitsizliğe düşmeyen kişiliği onun milli mücadele'nin lideri olmasını sağlamıştır. samsun'a çıktıktan sonra, kazım karabekir paşaya çektiği bir telgrafta, o günlerdeki ağır durumu belirttikten sonra "bununla beraber bütün umutlar kaybolmuş değildir. memleketi bu durumdan ancak türk milletinin mukavemet azmi kurtarabilir" diyordu. eskişehir-kütahya savaşlarından sonra yunanlılar, ankara'ya doğru ilerlemeye başladıkları zaman, mustafa kemal, türkiye büyük millet meclisi tarafından başkomutanlık görevine getirilmişti. başkomutan olarak yaptığı ilk konuşmasındaki "milletimizi esir etmek isteyen düşmanları, behemehal (ne yapıp edip) yeneceğimize dair güvenim bir dakika olsun sarsılmamıştır" sözleri onun hiçbir zaman ümitsizliğe yer vermediğini ve mücadelesindeki kararlılığı gösteren başka bir örnektir.

atatürk, bütün çalışmalarını bir plan dahilinde yapardı. bir işe karar verdiğinde; bu kararı bütün yönleriyle inceler, en iyi sonucu alacak şekilde uygulamaya geçerdi. mustafa kemal, yapacağı inkılapları önceden düşünmüş, kamuoyunu bu değişiklikler konusunda aydınlattıktan sonra inkılaplarını yapmıştır. kurtuluş savaşının planını, istanbul'dan anadolu'ya geçmeden önce yapmış ve bunu yakın arkadaşlarıyla tartışmıştı. zamanı geldikçe düşündüklerini uyguladı. uygulamaya başladıktan sonra hiç taviz vermedi. bütün hayatı boyunca metotlu çalışmayı hiç bırakmadı.

atatürk, milletimizi çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracak ileri bir zihniyetin yerleşmesi çabasındaydı. bu yolda birtakım inkılaplar yaptı. inkılapların amacı, modern bir devlet, çağdaş bir toplum meydana getirmekti. atatürk, türk milletinin çağdaş milletlerin seviyesine çıkartmak için siyasal, toplumsal, ekonomik alanlarda inkılaplar yapmıştır.
onun şu sözleri inkılapçı karakterini ortaya koyar: "büyük davamız, en medeni ve en müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmektir. bu yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde de temelli inkılap yapmış olan büyük türk milletinin dinamik idealidir. bu ideali en kısa zamanda başarmak için, fikir ve hareketi beraber yürütmek mecburiyetindeyiz".
atatürk'ün birleştirici ve bütünleştirici özelliği sayesinde, milli mücadele başarıya ulaşmıştır. atatürk, milli mücadele'nin karanlık günlerinde, değişik fikirlere sahip insanları bir mecliste, kendi etrafında toplamayı başardı. kısacası, atatürk'süz milli mücadele düşünülemezdi. atatürk'ün birleştirici gücü, kişisel özelliğinden ve karakterinden geliyordu. o, yalnız askerlerin değil, sivil halkın da güvenini kazanmıştı.

atatürk'ün bu üstün meziyetleri, sıkıntı ve bunalım içinde bulunan insanların, ona sevgi ve saygıyla bağlanmasını sağladı.
atatürk, tarihte büyük devletler kuran ve yüksek bir medeniyet meydana getirmiş olan türk milletinin büyüklüğüne inanan ve bununla gurur duyan bir insandı. atatürk; kahramanlık, vatan sevgisi, çalışkanlık, bilim ve sanata önem verme gibi değerlerin, türklüğün yüksek vasıflarından olduğunu ifade etmiştir. o, milletinin bu özelliklerini her fırsatta dile getirip insanlık ailesi içinde layık olduğu yeri almasına çalıştı. milletimizin yüksek karakteri, çalışkanlığı, zekası ve ilme bağlılığı ile milli birlik ve beraberlik duygusunu geliştirmeyi başlıca ilke kabul etti. ona göre: "... türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki gelişmesi ile geleceğin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır".

atatürk, yalnız yakın geçmişte büyük hizmetler yapmış bir lider değildir. eserleriyle ve düşünceleriyle, gerek türk milletinin gerekse başka milletlerin geleceğine ışık tutmaya devam eden bir liderdir.

atatürk, kendi milletini ve bütün insanları samimi duygularla seven, iyi kalpli bir insandı. bütün milletleri bir vücut, her milleti de bu vücudun bir organı olarak görürdü. dünyanın herhangi bir yerinde bir rahatsızlık varsa ilgisiz kalamazdı. "insanları mesut edecek tek vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaya yarayan hareket ve enerjidir" derken insanlar için ne kadar iyi duygular beslediğini açıklıyordu.

atatürk, çocukları ve gençleri çok sever, onların en iyi şartlarda yetişip yükselmesini isterdi. çünkü bir milletin ancak iyi nesiller yetiştirebilirse yükseleceği düşüncesini taşıyordu.

atatürk, insanlara değer vermiş, insanlığın hizmetinde çalışmayı amaç edinmiştir. romanya dış işleri bakanı ile yaptığı bir konuşmada insanlık ailesinin yerini ve değerini şu sözlerle belirtmiştir: "insan, mensup olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar, bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin mutluluğuna ne kadar kıymet veriyorsa, bütün dünya milletlerinin mutluluğuna hizmet etmeye elinden geldiği kadar çalışmalıdır. bütün akıllı adamlar takdir ederler ki bu yolda çalışmakla hiçbir şey kaybedilmez. çünkü dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu temine çalışmak demektir"

atatürk, barışa önem veren bir liderdi. ona göre barışın bozulmasından bütün dünya ülkeleri ıstırap duymalıydı. anlaşmazlıkların ortadan kalkması, insanlığın başlıca dileği olmalıydı. dünyada yalnızca sevgi egemen olmalıydı. atatürk'ün bu sevgi anlayışının nedeni insana duyduğu saygıdır. onun "yurtta sulh, cihanda sulh" sözü barış idealinin simgesi haline gelmiştir.

 

Bu listeler ilginizi çekebilir!

üst bottom