beyin hakkında bilgiler listesi için eklenen 16 entry bulunmaktadır.
 

peki bir beynin diğerinden farkı ne? önce iki cinsiyet arasındaki farka değinelim. danimarka'da yapılan bir araştırmaya göre, erkek beyni kadınınkinden ortalama 120 gr daha ağır ve ortalama 4 milyar daha fazla nörona sahip. ancak hemen bundan 'yani erkekler daha akıllı'sonucu çıkartmayın. çünkü ağırlığın, beynin kapasitesine herhangi bir etkisi yok.

örnekleyelim. ölümünden sonra einstein'ın beyni özel izin alınarak çıkartılmış ve incelenmiş. ağırlığının ve büyüklüğünün herhangi bir insanın beyninden farklı olmadığı görülmüş. aynı durum nöronlar için de söz konusu. önemli olan bunların sayısı değil, nasıl kullanıldığı.

özetle, kadınlara yıllardan beri yakıştırılan "saçı uzun aklı kısa" deyimi doğru değil. gerçek şu ki, kadın ve erkek arasında zeka farkı yok. fakat kadınların duygusal zekalarının daha gelişmiş olduğu ispatlandı. yoğunluklu olarak da iş ve duygusal ilişkilerde, erkeklere göre daha başarılı kadınlar.

ancak beyin kullanımı konusunda kadın ile erkek arasında bir takım farklılıklar var. örneğin kadınlarda, beynin sağ bölümü baskınken, erkeklerin sol bölümü daha kuvvetli. kadınlar kavrama, sentez yapma, hayal gücü, sanatçılık yeteneği, tutku, nefret, kin gibi duyguları daha yoğun yaşayabilirken; erkekler matematik, analiz yapma, planlama, kontrol etme, örgütleme, mantık, eleştiri gibi konularda daha başarılı oluyor.

 

albert einstein, charles darwin, wolfgang amadeus mozart ve pablo picasso gibi dünyayı etkilemiş dahilerin beyinlerinin nasıl çalıştığı hep merak konusu oldu. fikirlerin dahilerin aklında ani bir şimşek çakması gibi birdenbire ortaya çıktığı bilinir. ancak bu noktada beyinlerinin nasıl işlediği, hangi bölgelerinin kullanıldığı bir türlü saptanamadı.

fransa ulusal bilimsel araştırmalar merkezinde yapılan deney, dahilerin beyinlerinin nasıl işlediğine ışık tuttu. merkezde, en karmaşık matematik hesaplarını kafasından yapabilen alman genci rüdiger gramm'ın beyniyle, yaşıtı 6 deneğin beyinleri incelendi. gramm ve yaşıtlarından hesap makinesi kullanmadan bazı matematik hesapları yapmaları istendi ve beyin faaliyetleri kamerayla izlendi.

alman gencinin beyniyle diğer deneklerin beyinlerinde harekete geçen bölgeler arasında önemli farklılıklar olduğu gözlendi. alman genci, uzun matematik hesaplarını doğrudan belleğinde tutabiliyordu.

deneyler, uzun süreli bir egzersizin, belli bir konuda beyinde harekete geçen bölgeleri değiştirebileceğini gösterdi. veriler, kişilerin, yoğun bir egzersiz programının ardından, sadece bilişsel stratejilerini değil, beynin faaliyetlerini de kökten değiştirilebildiğini gözler önüne serdi.

deney sonuçları, tüm dahilerin, "zamanının tümünü belli bir konuya ayırıp böylece farklı yetenekler ortaya koyabilen, başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen manyaklar" olup olmadığı sorusunu da gündeme getirdi.

 

bazı beyin hücreleri başkalarının aklından geçenleri okumamızı sağlıyor. dna'ların biyolojinin yapı taşlarını oluşturması gibi bu 'ayna' hücreler de psikolojinin yapı taşlarını oluşturuyor. çocuk, annesi eline bir oyuncak alıp yanına oturunca gülümser; çünkü bilir ki annesi onunla oynayacaktır. erkek, şiddetli bir tartışmadan sonra karısının araba anahtarlarını alıp çıktığını görünce irkilir; çünkü karısının bu kez gerçekten onu terk ettiğini anlar. hasta bakıcı, serum takmak için yaşlı hastasının damarını ararken rahat değildir, çünkü iğnenin, hastasının canını acıttığını bilir.

bütün bu insanlar, karşılarındakinin ne düşündüğünü nereden biliyorlar? onların duygu ve düşüncelerini nasıl okuyorlar? çocuk niçin annesinin evi terk edeceğini, erkek ise karısının onunla oyun oynayacağını düşünmez?

başkalarının aklından geçenleri ''okumayı'', herkeste bulunması gereken doğal bir yetenek olarak ele alırız. ne var ki psikologlar, felsefeciler ve sinir bilimciler insanların, karşısındakilerin davranışlarından anlam çıkartma, duygularını okuma yeteneğinin altında henüz gizini koruyan bir yön bulunduğunu düşünüyor. son günlerde italyan sinir bilimcilerinden oluşan bir ekip bu doğrultuda çok önemli bir adım attılar.

parma üniversitesinden vittorio gallase, giacomo rizzolatti ve meslektaşları, düşünceleri okuma bağlamında yürüttükleri çalışmalarda yepyeni bir sınıf nöron tespit ettiler. bu nöronların harekete geçmesi için kişinin spesifik bir işi gerçekleştirmesi gerekiyor.

nöronlar, başka bir yönleri ile daha ilgi çekiyor. nöronlar bir başkası da aynı işi yaptığında faaliyete geçiyor. bilim adamları bu son özelliklerinden dolayı bunlara ''ayna'' adını verdi, çünkü nöronlar diğer insanların davranışlarını olduğu gibi yansıtıyor veya simüle ediyordu.

bugün pek çok sinir bilimci, aralarında insanların da olduğu gelişmiş primatlarda bu nöronların başkalarının niyetlerini anlama konusunda çok belirleyici bir rol oynadığını düşünüyor. gallese, ''ayna nöronlar toplumsal yeteneklerimizi açıklayan mozaiğin çok önemli bir parçası olabilir''diye konuşuyor.

california üniversitesinden vilayanur ramachandran, işi daha da ileri götürerek, ayna nöronların, insanın evrimine de ışık tuttuğuna inanıyor. dil ve kültür konusu başta olmak üzere insan olmanın temelinde bu nöronların yattığını ileri süren ramachandran şöyle konuşuyor: ''dna'lar biyoloji için ne anlama geliyorsa ayna nöronlar da psikoloji için aynı anlama geliyor. bunlar birleştirici bir çerçeve oluşturmakla kalmıyor, aynı zamanda bugüne dek bilinmezliğini korumuş olan pek çok zihinsel yeteneği açıklamaya yarıyor.''

gallase ve ekibi, 1990'lı yılların başlarında, makak maymunlarının beyinlerindeki nöronların faaliyetlerini kaydetmeye başladığında neye soyunmuş olduklarını bilmiyorlardı. maymunların beyinlerinde, adına f5 dedikleri bölgedeki sinir hücrelerinin yaydığı sinyalleri izlemekle işe başladılar.

f5, planlama ve hareketten sorumlu premotor korteks adı verilen geniş bölgenin bir kısmını oluşturur. birkaç yıl önce aynı bilim adamları f5'deki nöronların, hayvanların belirli bir amaca yönelik davranışlarda bulundukları zaman tetiklendiğini keşfetmişlerdi. bunlar genellikle, nesneleri tutup kaldırmak, ısırmak gibi el ve ağız yoluyla gerçekleştirilen davranışlardı.

f5 hakkında daha fazla bilgi toplamak isteyen bilim adamları, maymunlara kuru üzüm, elma dilimi, kağıt ataşı, küp ve küre şeklinde nesneleri sundular. çok geçmeden ilginç bir olaya tanık oldular. deneyi yapan kişinin eliyle bir nesneyi tutup, kendisine yaklaştırmasını izleyen maymunun beyninde bir grup f5 nöronunun devreye girdiği görüldü. fakat aynı maymun bir tepsinin içinde aynı nesneyi gördüğü zaman hiçbir değişiklik olmadı. maymunun kendisi nesneyi tutup kaldırdığı zaman aynı nöronlar harekete geçti. böylece anlaşıldı ki bu nöronların görevi spesifik bir nesneyi tanımak değil.

nöronlar, reaksiyon gösterdikleri konu üzerinde epey telaşlı bir görünüm sergiler. deneyi yapanın eliyle kuru üzümü tepsiden alması üzerine harekete geçen nöronlar, deneyi yapanın bu üzümü parmağı ile açtığı çukura bırakması karşısında herhangi bir reaksiyon vermez. aynı nöronlar deneyi yapanın eline bir elma dilimi almasıyla yine tetiklenir, ancak dilimi tepsiye bırakmasıyla hareket durur.

ancak daha önemlisi, maymun işi kendisi yaptığı zaman tetiklenen nöron ile aynı işi yapan insanı izleyen maymunun beyninde tetiklenen nöronun aynı olması. böylece beyindeki motor sisteminin yalnızca hareketleri kontrol etmediği, aynı zamanda başkalarının da hareketlerini okuduğu anlaşılmış oldu.

1998 yılında gallase, tucson arizona'da ''bilinç bilimi" isimli bir konferansta ayna nöronlar konusunda bir konuşma yaptı. arizona üniversitesinden felsefeci alvin goldman, bu konuşmayı ilgiyle izledi. daha sonra gallase'a yaklaşan goldman, akıldan geçenleri okuyan hücreler konusunda görüş alışverişinde bulundu. goldman gallase'ın akıl-okuma konusunun felsefi boyutu hakkında fazla bilgi sahibi olmadığını gördü.

akıl-okuma veya akıl teorisi, tüm sağlıklı insanların sahip olduğu bir yetenektir. insanların en yetenekli olduğu konu özellikle, başkalarının spesifik zihinsel durumunu yansıtma doğrultusundadır. bunlar, başkasını ağlarken görmek ve onun üzüntülü olduğunu anlamak gibi basit duygusal durumların yanı sıra, daha karmaşık zihinsel durumlar olabilir. bir anne bebeğini kaybettiği zaman diğer annelerin boğazı düğümlenir. bir arkadaşınızın eşi tarafından aldatıldığını duyduğunuz zaman üzüntüsünü ve öfkesini paylaşırsınız.

şempanzeler gibi diğer primatların da diğerlerinin zihninden geçenleri okuyup okumadığı konusunda sert tartışmalar henüz sürüyor. insanlar söz konusu olduğunda, herkes, zihin okuma yeteneğinin hüküm sürmekte olduğunu bilir, ancak bunun nasıl olduğu konusunda çok az şey bilinir.

bir teoriye (bazıları teori teorisi olarak adlandırır) göre insanlar, başkalarının yaptıklarını nasıl yaptığı konusunda sağduyuya dayanan varsayımlar geliştirir. fizikçilerin izlenebilir olayları açıklamakta yasa ve kurallardan yararlanması gibi, insanlar da başkalarının davranışlarını açıklamakta deneyimlerinden yararlanır.

goldman gibi felsefecilerin savunduğu bir başka teori simülasyonu ön plana çıkartır. simülasyon teorisi denen bu teoriye göre insanlar başkalarının aklından geçenleri anlamak için başkalarının düşüncelerine, duygularına ve davranışlarına öykünür. özetle kendilerini başkalarının yerine koyar. ayna nöronlarının keşfi ile bu teori arasında çok büyük uyum vardır.

bu nöronların zihin okuma yeteneği ile yakından ilgili olup olmadığı konusunda kuşkular giderek güçlenirken, insanlarda ayna nöronlarının olup olmadığı sorusu daha fazla bilim adamının aklını kurcalamaya başladı. ancak bu konuyu aydınlığa kavuşturmak çok kolay değil, çünkü insanlar beyinlerine elektrotlar bağlanmasına pek sıcak bakmıyor. bu bilim adına bile olsa.

italya'da, ferrara üniversitesinden luciano fadiga, insanlarda da maymun beyinlerinde olduğu gibi böyle bir sistem olduğuna ilişkin bazı ipuçları elde eden ilk bilim adamı. bunun için deneklerin elindeki spesifik kasların nasıl hareket ettiğini inceledi. deneyin sonunda beyinde bir ayna sisteminin bulunduğunu ortaya çıkarttı ancak bunun yeri hakkında herhangi bir bilgi elde edemedi.

bunu bazı beyin görüntüleme çalışmaları izledi. önce los angeles güney california üniversitesinden scott grafton, rizzolatti ile birlikte beynin temporal sulkus ve broca bölgesinde hareketlilik olduğunu ortaya çıkarttı. los angeles tıp fakültesinden marco iacoboni de broca bölgesinin etkin olduğunu teyit etti.

broca bölgesinin keşfi beraberinde yeni soruları da getirdi. önce maymunlardaki f5 bölgesi, insanlardaki broca bölgesine denk düşüyor. ancak f5 yalnızca el hareketlerine odaklıyken, broca bölgesi eskiden beri konuşma ile ilgili bir bölge olarak biliniyordu. bu durumda ayna sistemi ile lisan arasında ne gibi bir bağlantı olduğu konusu gündeme geldi. başka bir deyişle zihin okuma ve lisan arasındaki ilişki araştırılmaya başlandı.

rizzolatti ve arbib, ayna nöronlarının ''eylem''ile ''haberleşme''arasındaki açıklığı kapattığını ileri sürüyor. aktör ve izleyici arasındaki ilişki zaman içinde gelişerek mesaj alışverişine dönüşür. tüm haberleşme şekillerinde mesajı alan ile veren arasında ortak bir anlaşma ortamı bulunmalıdır. rizzolatti ve arbib, ayna nöronlarının bu görevi yerine getirdiğini ileri sürüyor.

bilim adamları, maymunlardaki eylem tanıma ve eylem üretme merkezlerini birleştiren bölgenin, insanlardaki konuşma üretimi ile ilgili bölgeye denk gelmesinin bir rastlantı olmadığını söylüyor. rizzolatti ve arbib'e göre insanlarda konuşma yeteneğinin gelişmesi, broca bölgesinin maymunlardaki versiyonu olan f5 bölgesinin ayna mekanizması ile donatılması ile mümkün oldu.

bu görüşe göre haberleşme ve bunun sonucunda konuşmanın gelişimi, başkalarının eylemlerini tanıma ve algılama yeteneğinin gelişmesine bağlı. arbib, önce işaretlere dayalı kaba bir haberleşme şeklinin oluştuğuna, daha sonra bunun gelişerek konuşmaya dönüştüğüne inanıyor.

ramachandran, ayna nöronlarının sanıldığından daha büyük işlevleri olduğuna dikkat çekiyor. bilim adamına göre bu ilgi çekici sinir hücreleri lisan ve el hareketleri arasındaki yitik halkayı tamamlamakla kalmıyor, aynı zamanda insanlarda öğrenme, algılama, genel anlamda kültürün oluşumuna ışık tutuyor.

insan beyni, tam boyutlarına 150.000 yıl önce erişmekle birlikte, alet kullanma, sanat ve matematik gibi konularda becerilerini 40.000 yıl önce elde etti. ramachandran'a göre, bunların ortaya çıkmasındaki en büyük etmen, ayna sistemleri. bu sistemler her şeyi açıklamakta yetersiz kalmakla birlikte, açıklamakta zorlandığımız pek çok konunun temelini oluşturuyor.

 

felsefeciler, sinir bilimciler ve konunun uzmanı olmayan kişiler bilincin/zihnin nasıl ortaya çıktığını uzun süreden beri merak ediyor. beyin üzerine yapılan daha kapsamlı araştırmalar sonucunda yüzyıllardır akılları kurcalayan sorun çözülebilir.

bir bin yıl sona erdikten sonra yaşam bilimlerindeki yanıtlanması gereken sorular listesinin ilk sırasında şu sorunun geldiği görülüyor: zihin (düşünce) dediğimiz bir dizi süreç, beyin adını verdiğimiz organın etkinliğiyle nasıl ortaya çıkıyor?

aslında bu yeni bir soru değil. yüzyıllar boyunca aynı soruya şu ya da bu şekilde farklı çözümler önerildi. son zamanlarda bu soru hem uzmanların bilişsel (cognitive) sinir bilimcilerin ve felsefecilerin- hem de zihnin, özellikle de "bilincin" kökenini merak eden başka kişilerin kafalarını kurcalıyor.

bilinç, bugün üzerinde çok durulan bir mesele; çünkü genel anlamıyla biyoloji -özelde sinir bilim- yaşamın bir sürü sırrını gözle görülür başarıyla açığa çıkarıyor.

1990'larda -ki bu zaman dilimi "beynin on yılı" olarak adlandırılıyor- beyin ve zihin hakkında psikolojiyle sinir bilimin tüm geçmiş tarihi boyunca elde edilen bilgiden fazlası öğrenildi. bilincin nörobiyolojik temelini aydınlatmaya yönelik verilen mücadele -buna beden-zihin probleminin başka bir türü de denilebilir- giderek güçleniyor.

araştırmanın temel konusu "bilinç" olunca, zihni formüle etmeye çalışan kişide bu çaba yılgınlık yaratabiliyor. bazı düşünürler, uzmanlar ve hatta amatörler sorunun yanıtlanabileceğine inanıyor. başkaları ise yeni bilgi akışındaki inanılmaz artış sayesinde, kuram doğru ve kullanılan teknik etkin oldukça, bilimin saldırısına hiçbir problemin karşı koyamayacağı gibi baş döndüren bir hisse kapılıyorlar.

ancak bu tartışmalar, bilincin/zihnin öğeleri olan görme ya da bellek gibi süreçleri beynin nasıl gerçekleştirdiğini açıklamaya yönelik karşılıklı fikirler öne sürülmedikçe anlamlı olamaz. temel sorunlar ve karşı savlar.

zihnin nasıl oluştuğuna yönelik sağlam bir açıklama belki de çok yakında yapılacak. ancak "bilincin/ zihnin" biyolojik temelini araştıranları bekleyen önemli problemler var. ilk problem, beyin ile ondan türediğini düşündüğümüz "bilinç/zihin" arasındaki ilişkiyi kurarken hangi perspektiften bakılacağıyla ilgili.

herhangi birinin bedeni ile beyni, başkaları tarafından gözlenebilir; oysa zihin ancak ona sahip olan kişi tarafından incelenebilir. aynı beden ya da beyinle uğraşan farklı bireyler, o beyin ya da bedenle ilgili aynı gözlemi yapabilir; ancak karşılaştırma amacıyla, üçüncü bir şahsın herhangi bir kişinin zihnini doğrudan gözlem olanağı yoktur.

beden ve onun bir parçası olan beyin dışa açıktır ve objektif olarak incelenebilir. oysa zihin (düşünce) kişiye özeldir, gizlidir, içseldir ve öznel bir varlıktır. öyleyse birinci-şahsa ait zihin ile üçüncü-şahsın bedeni arasındaki bağlantı nasıl ve hangi noktada kurulacak?

beyni incelemek için beyin taraması ve beyindeki nöronlar arasındaki elektriksel etkinliği ölçmek gibi çeşitli teknikler kullanılır. ancak kötümserler, toplanan bir sürü verinin ancak zihin durumlarını değiştirmeye (korelasyona) yarayacağını, asıl zihin durumuna ilişkin ise bilgi veremeyeceğini düşünüyor. onlara göre yaşayan madde üzerinde yapılan detaylı gözlemler bizi zihnin (düşüncenin) açıklamasına değil, ancak yaşayan maddenin detaylarına götürebilir.

yaşayan maddenin, zihnin ayırt edici bir özelliği olan benlik bilincini (sense of self) -başka deyişle "zihnimdeki imgeler bana aittir ve benim perspektifinde oluşmuşlardır" düşüncesini- nasıl yarattığını açıklamak olanaksızdır. bu sav -yanlış olmasına karşın- zihni açıklamaya çalışan birçok umut dolu araştırmacıyı sessiz bırakır.

kötümserlere göre bilinç-zihin problemini çözmek o kadar güçtür ki, daha zihinsel süreçlerin, farklı beden durumlarıyla ya da dış dünyadaki nesnelerle ilgili neden içsel temsiller yarattığını açıklamak bile olanaksızdır (felsefeciler zihnin bu temsil yeteneğine karşılık gelen "amaçlılık (intentionality)" gibi aklı karıştıran bir terim kullanır). bu karşıt düşünce de yanlıştır.

son karşıt düşünce ise şöyledir: bilincin/zihnin nasıl ortaya çıktığını akılda tasarlamak için yalnızca incelenecek zihnin kendinden yararlanılabilir. kendi üzerinde inceleme sürdürülen bir araç -zihin- ile araştırmayı sürdürmek hem problemin tanımını hem de çözüme yönelik yaklaşımı büsbütün karmaşık hale getirir. bize şöyle söylenir: "gözlemci ve gözlenen arasındaki bu çatışma nedeniyle, insan zekasının, beynin zihni nasıl oluşturduğunu tartışması mümkün değildir."

böyle bir ikilem vardır, ancak bunun üstesinden gelinemeyecek olduğu görüşü kusurludur. özetle, bilinç-zihin probleminin benzersiz oluşu ve bu probleme yaklaşımı karmaşık hale getiren zorluklar iki etki yaratır: bunlar hem çözüme ulaşmaya kendini adayan araştırmacıları hayal kırıklığına uğratır, hem de çözümün bizim sınırlarımızın ötesinde olduğuna körü körüne bağlı kişileri haklı çıkarır.

beynin yaşayan maddesi üzerinde "zihnin tözünü" açıklamak için araştırma yapmanın olanaksızlığını düşünen kişiler, yaşayan maddeyle ilgili eldeki bilginin böyle bir son yargıya varmak için yeterli olduğunu var sayar. ancak bu yanlış bir yaklaşımdır. çünkü nörobiyolojik olguları daha tam anlamıyla açıklayamadık.

moleküler düzeyde nöronların ve sinir hücresi devrelerinin işlevleriyle ilgili bir sürü detayı aydınlattık. ancak lokal bir beyin bölgesindeki sinir hücrelerinin (nöronların) grup halindeki davranışlarını henüz tam anlamıyla kavrayamadık. farklı beyin bölgelerinden oluşan daha büyük ölçekli sistemleri de tam olarak aydınlatamadık.

birbirinden ayrı beyin bölgeleri arasındaki etkileşimin, her bir bölgenin tek başına yaptıklarının toplamından daha karmaşık biyolojik durumlar yarattığı gerçeğini ise yeni yeni anlamaya başladık. fiziğin biyolojik olaylarla ilgili açıklamaları da henüz eksik. öyleyse "bilinç-zihin problemi çözümsüzdür, çünkü beyni bütünüyle inceledik ve zihni bulamadık" savı gülünçtür.

henüz zihnin ne nörobiyolojisini ne de onun fiziğini bütünüyle inceleyemedik. söz gelimi, zihnin tanımı ve duyusal imgelerin zihinde nasıl kurulduğunu açıklamak için kuantum düzeyinde bir açıklama gerekebilir. kuantum fiziğinin zihnin tasarlanmasında bir rolü olabileceği fikrini oxford üniversitesinden matematiksel fizikçi roger penrose ileri sürdü.

kuantum düzeyindeki işlemler bizim bir zihne nasıl sahip olduğumuz konusunu açıklayabilir. bilinç-zihin problemini bu kadar tuhaf karşılamamız çoğunlukla bilgi eksikliğinden kaynaklanır. bu eksiklik hayal gücünü sınırlar ve olanaklıyı olanaksız gibi gösterir.

bilim-kurgu yazarı arthur c. clark "yeterince ileri bir teknoloji sihir gibidir" demiştir. beynin "teknolojisi" onun "sihirli" olduğunu, en azından bilinemeyeceğini düşündürecek kadar karmaşıktır. zihinsel durumlar (mental states) ile biyolojik/fiziksel olgular arasındaki derin uçurum iki farklı bilgi edinme yöntemi arasında eşitsizlikten kaynaklanıyor: bir yanda yüzyıllar boyunca felsefenin yöntemleriyle (içe bakışla) sağlanan kapsamlı bir "zihin" kavrayışı, öbür yanda eksik sinirsel bilgiyi kullanarak biliş*yeteneğini araştıran bilim adamlarının (cognitive scientists) çabaları.

ancak nörobiyolojinin bu uçurumu giderememesi için bir neden göremiyorum. bu yüzden de, biyolojik süreçlerin aslında zihin süreçlerine karşılık geldiği konusunda ısrar ediyorum. bence biyolojik süreçler ayrıntılarıyla anlaşılınca bunun doğru olduğu görülecek. zihnin varlığını reddetmiyorum.

biyolojiye ilişkin gerekli her şeyi öğrenince zihin kavramının yok olacağını da söylemiyorum. yalnızca, eşsiz ve değerli, kişiye özgü zihnin de biyolojik olduğuna ve günün birinde kişisel zihnin (düşüncenin), hem zihinsel hem de biyolojik çerçevede tanımlanabileceğine inanıyorum.

zihnin kavranmasının olanaksız olduğuna ilişkin bir başka sav da, gözlemci ile gözlenen arasındaki çatışma nedeniyle insan zekasının kendi zihni üzerinde inceleme yapamaz olduğudur. ne var ki zihnin de, beynin de bir basmakalıp olmadığını bilmek çok önemlidir: ikisi de farklı yapısal seviyelerden oluşur; en üstteki seviyeler diğer seviyelerin incelenmesine (gözlenmesine) olanak verecek araçlar sağlar.

örneğin dil yeteneğimiz, zihnimize, bilgiyi mantık ilkeleriyle sınıflandırmayı ve kullanmayı bahşetmiştir. bu da gözlemlerimizin doğru ya da yanlış olduğunu açıklamak konusunda bize yardımcı olur. insan doğasını bütünüyle açıklamak konusunda alçak gönüllü olmalıyız.

 

yaşlandıkça belleğimiz ve dikkatimizi toplama yeteneğimiz gözle görülür biçimde geriliyor. gerçi alzheimer gibi hastalıklar nöronların ölümüne neden oluyor ama, yaşlanmanın nöronları öldürdüğü konusunda bir kanıt yok. bu durumda araştırmacılar, zihinsel gerilemeye daha karmaşık bazı değişimlerin yol açtığı düşüncesindeler.

abd'nin california üniversitesi nörologlarından mark tuszynski ve ekip arkadaşları, bu gerilemenin nedenini ve çaresini bulmuş görünüyorlar. yaşlı maymunların beyin hücrelerindeki küçülme sürecini geriye çevirebileceklerine inanan bilim adamları, aynı şeyin insanlar için de yapılabilmesi halinde yaşlılıkla gelen zihinsel gerilemenin önünün alınabileceğini söylüyorlar.

araştırmacılar inceledikleri maymunlarda, iki kulak arasında ince bir şerit halinde yer alan ch4 hücrelerindeki değişimi gözlemişler. tuszynski, "bu hücreler, hava trafik kontrolörleri gibi, beynin daha üst bazı işlevlerini yönetiyorlar" diyor. bu hücrelerin ölümü alzheimer hastalığının bazı belirtilerini ortaya çıkarıyor.

dört genç ve üç yaşlı maymunun beyinlerinde bu hücreleri inceleyen araştırma ekibi, yaşlı maymunlarda, hücrelerin öldüğü konusunda bir kanıt bulamamış. ancak yaşlı maymunların beyinlerinde p75 adı verilen bir proteini, gözlenebilecek ölçülerde içeren hücrelerin sayısında %43 oranında bir azalma saptanmış. bu protein, hücrelerin işlevlerini yeterli bir biçimde yapmalarını sağlıyor.

yaşlı maymunlarda bu proteini üreten hücrelerin de gençlerdeki hücrelere göre %10 oranında daha küçük olduğu gözlenmiş. demek ki hücreler giderek küçülüyor ve bir noktadan sonra ölebilirler. ama tuszynski ve arkadaşları, bu süreci geri döndürmenin yolunu keşfetmişler.

dört yaşlı maymun daha bulup, bunların beyinlerindeki ch4 hücrelerinin yakınlarına, genetik mühendislik yoluyla, sinir büyütme faktörü (ngf) salgılamaları sağlanan hücreler yerleştirmişler. araştırmacılar, üç ay sonra ch4 hücrelerini incelediklerinde bunların boyutlarıyla p75 salgılama oranlarının, genç maymunlarınkine yakın olduğunu saptamışlar.

 

pennsylvania mcp hahnemann medical college philadelphia'da görevli dr. john chapin ve ekibi, fareler üzerinde yapılan deneyler sayesinde "düşünerek makineleri çalıştırmanın" yolunu buldular. düşünce gücünü aktif hale getiren deney şöyle başarıldı:

6 denek faresine, bir robota bağlı olan kola basarak musluğu açıp, su açabilecekleri öğretiliyor.
farelerin beynine elektrot bağlanıyor.
fare, susayıp da kola basmaya karar verince, beynindeki 32 sinir hücresinin aktive olduğu gözleniyor. bu beyin sinyalleri, elektrotlarla, bilgisayara kaydediliyor.
bu sinyaller, bilgisayarda elektrik enerjisine çevrilip, robot kola aktarılıyor. böylece robot, ilgili elektrik sinyallerini tanıyor.
farelerin su içmek için basmaya alışık oldukları kol sökülüyor.
fareler, su içmek için kola basmaya karar verdikleri zaman, beyinde oluşan dalgalar, bu kez doğrudan robota aktarılıyor.
robot, beyinden gelen dalgaları tanıyarak musluğu açıyor. fareler, böylece, su içmek için kola basmak zahmetinden kurtuluyor; musluğu açmak için düşünmeleri yetiyor.

bu metot uygulamaya koyulduğunda, insanların, örneğin televizyonu açıp kapatmak, çamaşır makinesini veya klimayı çalıştırmak, lambayı yakmak için, yerlerinden kalkmalarına gerek kalmayacak. düşünmeleri yeterli olacak. ancak bu metodun daha önemli sonuçları da olacak. nature neuroscience dergisine açıklama yapan bilim adamlarına göre bu yöntemle, felçli hastaların objeleri ve kendi kaslarını bile kontrol etmeleri mümkün olacak.

 

nöral (sinirsel) protezler aracılığıyla, duyu organlarımızdaki sakatlıkları giderme yolunda önemli adımlar atıyoruz. örneğin, sağır bir hastanın beyninde işlevini yitirmiş duyma bölgesi, iç kulağa (cochlea) yerleştirilen bir nöral implant sayesinde, kısmen de olsa yeniden işlevine kavuşturulabiliyor.

şimdiye kadar bu alandaki başarı, hasar beyinlerinde olmayıp iç kulaklarında olan hastalarla sınırlıydı. ancak bir alman-slovak nörologlar ekibi, ankara ya da van kedileri gibi, (ses uyarıları başlamadan önce korti denen iç kulak organları dejenere olduğundan) doğuştan sağır olan kediler üzerinde yürüttükleri çalışmalarla, iç kulağa yerleştirilen elektrotların sağladığı sürekli elektrik dürtüleriyle, işlevsiz durumda bulunan kortik faaliyet canlandırıldı; beynin duyma korteksi uzun süreli elektrik sinyalleriyle aktif hale getirildi.

yetişkinler, cochlea implantlarına pek olumlu yanıt veremiyorlar. ama doğuştan sağır (dolayısıyla dilsiz) çocuklar, erken müdahaleyle, duyma ve konuşma yeteneğini büyük ölçüde kazanıyorlar. kedi yavrularıyla yürütülen deneyin, tedavi mekanizmasını çok daha ayrıntılı biçimde ortaya koyduğu ve sağır insanların tedavisi için daha güçlü bir umut ışığı yaktığı bildiriliyor.

yaşlandıkça gözlerimiz de biyonikleşiyor. bu yalnızca, saydamlığını yitiren göz merceğinin yapay bir mercekle değiştirilmesiyle de sınırlı değil. şimdi hedef, tümüyle kör insanlara görme duyusunu yeniden kazandırmak. bu alanda da çalışmalar hızlanmış bulunuyor.

biyonik göz konusunda başarıya en yakın aday, 1994 yılında william dobelle adında bir araştırmacı tarafından tasarlanan düzenek: bir gözlük üzerinde bulunan ışık ve ultrason algılayıcılar, kemerde taşınan bilgisayara bağlı. bilgisayar da, sırttan dolaşarak başın arkasında bulunan ve kısmen kafatasının içine gömülü bir platformla bağlantılı.

platformdan gelen teller, kafatasının içinden dolaşarak beynin görme korteksi üzerine geliyor ve kortekse gömülü elektrotlara bağlanıyor. bilgisayar, bu elektrotlardan birine bir sinyal gönderdiğinde, beynin görsel korteksi uyarılıyor. sonuçta, fosfen denen parlak bir ışık duygusu, kör gözün normal olarak karanlık görme alanı üzerinde beliriyor.

bu elektrotlardan oluşan bir gridin beyne yerleştirilmesi ve her bir elektrotun bilgisayar tarafından kontrol edilmesi durumunda, fosfenlerin oluşturduğu örüntünün, kullanıcıya (şimdilik renksiz de olsa) düşük çözünürlükte görsel imajlar sağlayacağına inanılıyor. buda en azından körlere, tanımadıkları mekanlarda sandalye ya da benzeri gibi engellerin etrafından dolaşma becerisi sağlayabilecek.

başka bazı araştırmacılarsa, retinayı uyararak körlüğü tedavi yöntemini deniyorlar. abd'nin baltimore kentindeki johns hopkins üniversitesi tıp fakültesi araştırmacılarından mark humayun ve ekibi, retinitis pigmentosa (gözlerin koni ve silindir biçimli ışık algılayıcılarını giderek tahrip ederek sonunda körlüğe yol açan kalıtımsal bir hastalık) nedeniyle gözlerini kaybetmiş iki yaşlı hastanın birer gözünde, retina üzerine 25 elektrottan oluşan bir çip yerleştirmişler.

harici bir ünite, gözdeki küçük bir yarıktan geçen teller aracılığıyla elektrik sinyalleri gönderiyor. humayun ve ekip arkadaşları, düzenek sayesinde kör hastaların, kareler ve harfler gibi karmaşık şekilleri bile seçebildiklerini bildiriyorlar. şimdiki hedefleri ise daha karmaşık düzenekler. bunlara elektrik sinyallerini deriden geçecek radyo sinyalleri aracılığıyla iletmeyi tasarlıyorlar. böylece hedefledikleri düzenekler gözde sürekli olarak kalabilecek.

 

kadınlar ve erkekler, doğum öncesi veya doğum sırasında bedensel ve zihinsel gelişimlerini yönlendiren seks hormonlarının etkisiyle, davranışsal ve bilişsel farklılıklar sergiler. kadın ve erkekler yalnızca dış görünüşleri ve üreme fonksiyonlarıyla değil, problemleri ele alma ve çözüm yöntemleri açısından da farklıdır.

son 10 yıldır bu davranış farklılıklarının minimum düzeyde seyrettiği ve büyük bir olasılıkla ergenlik çağından önceki yaşam deneyimlerinden kaynaklandığı görüşü hakimdi. oysa son yapılan bilimsel araştırmalar, seks hormonlarının beynin gelişimini büyük ölçüde etkilediğini ve bu şekilde farklı bir gelişim çizgisi izleyen kadın erkek beyinlerinin yaşam deneyimleri karşısında farklı tepkiler verdiğini ortaya çıkarttı. bu bağlamda, deneyimleri fizyolojik yapıdan bağımsız bir şekilde ele almanın ne denli yanlış olduğu anlaşılmış oldu.

diğer taraftan, beyindeki ve davranışlardaki cinsiyet farklılığının nedenleri, nörolojik, endokrinolojik ve psikolojik araştırmalar ilerledikçe netlik kazanmaya başladı. yalnızca gözlemlerimize dayanarak, insanlarda ve hayvanlarda erkeklerin daha saldırgan olduğunu, genç erkeklerin fazla düşünmeden kendilerini tehlikeye attığını, dişilerin yavruların bakımıyla daha fazla ilgilendiğini biliriz.

bunun yanı sıra erkekler, genel olarak mekansal ve yön bulma konularında daha yeteneklidir. peki bunlar ve diğer cinsiyet farklılıkları nasıl meydana geliyor? cinsiyet farklılıklarının nasıl oluştuğuna ilişkin bilgiyi çoğunlukla hayvanlar üzerinde gerçekleştirilen deneylerden elde ederiz. bu çalışmalardan edindiğimiz bilgilere göre kadın ve erkek farklılaşmasına yol açan en önemli faktör, yaşamın ilk evrelerinde etkisi altında kaldığımız değişik seks hormonlarıdır.

aralarında insanların da bulunduğu pek çok memeli türünde gelişmekte olan organizma, erkek ya da dişi olma potansiyeline sahiptir. erkeğin oluşumu karmaşık bir işlemdir. y kromozomunun bulunması durumunda testisler (er bezi) oluşur. testislerin oluşumu erkekliğe giden yolun en kritik evresidir. y kromozomunun bulunmaması durumunda ise otomatik olarak overler (yumurtalık) gelişir.

testisler, androjen adı verilen erkeklik hormonlarını üretir. en önemlisi testosteron olan bu erkeklik hormonları yalnızca genital organların (tenasül uzuvları) oluşumundan sorumlu değildir; aynı zamanda yaşamın ilk dönemlerinde gelişmeye başlayan erkeksi davranışların düzeninden de sorumludur. wisconsin üniversitesinden ürolog robert w. goy, erkeklik hormonlarının bulunmaması durumunda, otomatik olarak dişi genital organları ve kadın davranışlarının ortaya çıktığını belirtiyor.

genital organları fonksiyonel durumda olan bir kemirgende doğumdan hemen sonra androjenleri bloke edilirse (hadım edilerek ya da androjen üretimini durduran bir bileşim verilerek) dişisi ile çiftleşmek gibi erkeksi davranışları sekteye uğrar ve cinsel temas sırasında lordoz (omurganın konveksliği öne bakacak şekilde arkaya bükülmesi, kamburluk) gibi daha kadınsı davranışlar sergilemeye başlar.

aynı şekilde, dişilere doğumdan hemen sonra androjen verilmeye başlanırsa, yetişkin çağında daha erkeksi davranışlar sergiler. küçük yaşta seks hormonlarına maruz kalmanın sonucunda ortaya çıkan ve yaşam boyu süren etkiler ''yapısal'' olarak nitelendirilir, çünkü bu etkiler doğumdan önce veya doğumdan sonraki kritik gelişim dönemlerinde beynin fonksiyonlarını geriye dönüşü olmayacak bir şekilde değiştirir. aynı seks hormonlarına daha ileri yaşlarda maruz kalmak beyni bu şekilde etkilemez ve kalıcı etki yapmaz.

beyinde üreme davranışlarından sorumlu olan bölge hipotalamustur. beynin alt tarafında yer alan bu minik yapı, ana endokrin bezi hipofize bağlıdır. erkek farelerde hipotalamusta bir bölgenin dişilere oranla daha büyük olduğu ortaya çıkmıştır. ve bu boyut farkı hormonların kontrolü altındadır. bilim adamları, insan beyninde bir sinir hücresi kümesinde buna benzer bir cinsiyet farklılığı tespit ettiler.

ayrıca seksüel eğilim ile hipotalamustaki anatomik farklılık arasında yakın bir ilişki vardır. 1991 yılında, san diego'da biyolojik araştırmalar için kurulan salk enstitüsünden simon levay, erkeklerde normal durumda kadınlara oranla daha büyük olan ön hipotalamustaki doku arası çekirdeğinin, homoseksüel erkeklerde heteroseksüel erkeklere oranla daha küçük olduğunu tespit etti.

aynı şekilde hollanda beyin araştırmaları enstitüsü'nden jiang-ning zhouve ekibi, hipotalamusta bir bölgenin transseksüel erkeklerde (kadından erkeğe dönen) normal erkeklere oranlara daha küçük olduğunu tespit etti. bütün bu bulgular seksüel eğilimlerin biyolojik bir yönü olduğu iddiasını güçlendiriyor.

entelektüel fonksiyon açısından kadın ve erkek arasındaki fark bugüne dek pek çok araştırmaya konu olmuştur. başta kuzey irlanda ulster üniversitesinden richard lynn olmak üzere bazı araştırmacılar, erkek iq'sunun kadınlara göre biraz daha yüksek olduğunu ileri sürmüştür.

oysa bugün biliniyor ki en önemli fark, zekayı bütün olarak ele alan iq kavramından çok, yetenek çeşitliliğinden kaynaklanmaktadır. yetenek çeşitliliğine örnek olarak, bazı kişilerin sözcükleri daha zekice kullanmalarını, bazı kişilerin ise uzamsal konularda daha becerikli olmalarını gösterebiliriz. iq'su aynı olan iki kişinin farklı yeteneklere sahip oldukları sıklıkla rastlanılan bir durumdur.

problem çözümünde cinsiyet farklılıkları konusunda yetişkinler üzerinde laboratuvar ortamında sistematik olarak yapılan çalışmalarda, ortalama olarak uzamsal yetenek testlerinde erkekler kadınlardan daha başarılı sonuçlar elde eder. erkekler, özellikle ekseni üzerinde döndürülen nesneler üzerine kurulu testlerde kadınlara önemli ölçüde fark atarlar. erkekler, ayrıca matematiksel muhakeme ve belirli bir rota üzerinde yön bulma konularında kadınlardan üstündür.

kadınlar, ortalama olarak, sözcük hatırlama veya özel harflerle başlayan sözcükleri bulma konularında erkeklerden daha başarılıdır. ayrıca aralarında benzerlikler bulunan parçaların eşleştirilmesi üzerine kurulu testlerde kadınlar erkeklerden daha yeteneklidir.

belirli bir rota üzerinde yön bulma konusunda erkek ile kadın arasındaki farklılığı ölçmek üzere tasarlanan testlerden birinde, araştırmacılar deneklerin önüne harita koyarlar. testin sonunda erkeklerin daha az sayıda deneme ve daha az sayıda hata ile ile yollarını buldukları görülür.

ancak kadınların da işaretleri tanıma konusunda erkeklerden üstün olduğu anlaşılır. bu ve benzeri deneylerde ortaya çıkan sonuçlara göre, kadınlar günlük yaşama uyum sağlama sürecinde stratejik açıdan işaretlere daha fazla başvuruyor.

eskiden erkek ile kadın arasında problem çözme konusunda ortaya çıkan farklılıkların, ergenlik dönemine kadar kendini belli etmediği sanılıyordu. oysa son yıllarda bilişsel ve yetenek farklılıklarının ergenlikten önce ortaya çıktığı anlaşıldı. örneğin, son yıllarda yapılan araştırmalara göre, 3 ve 4 yaşlarındaki erkek çocuklar hedefi vurmaya yönelik oyunlarda kızlardan daha yetenekli. ancak buluğa erişmemiş kızlar sözcük dizilerini anımsamakta daha becerikli.

duke üniversitesinden christina l. williams, kritik dönemlerde hormonlara müdahale etmek suretiyle davranışların değiştirilebileceğini ortaya çıkarttı. yeni doğan erkek sıçanların seks hormonlarını hadım yoluyla bloke ederek veya dişilere hormon takviyesi yaparak, dişi ve erkeklerin ileri yaşlarda normal olarak sergileyecekleri davranış biçimlerinin tümüyle tersine döndürülebileceğini kanıtladı. hormonlarına müdahale edilen erkekler dişi gibi davranırken, aynı müdahaleye maruz kalan dişiler de erkek davranışları sergilediler.

insanlarda hormonların yol açtığı davranış farklılıkları bazı hastalıkların seyri sırasında ortaya çıkar. ''congenital adrenal hyperplasia'' veya kısaca ''cah'' denilen, genetik bir bozukluk sonucu doğumdan önce veya doğum anında anormal düzeyde androjene maruz kalan kız çocuklarında görülen hastalık buna en iyi örnektir.

androjen salgısı ilaç tedavisiyle kesilebildiği, genital organlardaki ''erkeksileşme'' ameliyatla düzeltilebildiği halde, beyinde doğum öncesinde oluşan değişiklik ne yazık ki tersine döndürülemez.

insanlarda zihinsel faaliyetlerin seyri, ömür boyu hormonal değişikliklere bağlı olarak farklılık gösterir. western ontario üniversitesinden elizabeth hampson, kadınların iş performanslarının, adet dönemlerindeki östrojen iniş çıkışlara paralel olarak değiştiğini ortaya çıkarttı. hampson'a göre hormon düzeyi yükseldiği zaman uzamsal yetenek dibe vururken, manuel ve konuşma yetenekleri en yüksek düzeye çıkıyor.

beyinlerin bir yarısı hasar görmüş kişiler üzerinde sürdürülen çalışmalardan elde edilen bilgiler, beynin değişik bölgelerinin işlevleri konusunda çok değerli ipuçları içerir. pek çok kişide sol yarı küre konuşma işlevinden, sağ yarı küre ise uzamsal ve algılama işlevlerinden sorumludur. cinsiyet farklılıklarını işleyen bilim adamları, erkeklerde sol ve sağ yarı kürelerinin simetrik olmadığını; kadınlarda simetrinin daha belirgin olduğuna inanıyor.

pek çok araştırma bu görüşü destekliyor. ''korpus kallosum'' denilen ve iki yarı küreyi birleştiren ana nöral sistem kadınlarda daha geniştir. bu da iki yarı küre arasında daha iyi bir iletişim kurulduğunu gösterir. normal fonksiyonlarını sürdüren beyinlerden alınan görüntülere göre kadınlarda iki yarı küre arasındaki simetri erkeklerden daha fazladır. dolayısıyla beyinlerinin bir yarısı hasar gören kadınların beyinsel fonksiyonları, erkeklere oranla daha az etkilenir.

cinsler arasındaki bir diğer beyinsel farklılık konuşma ve el becerileri konusunda ortaya çıkar. kadınlarda ''afazi''denilen, konuşma ve konuşmaları algılama yeteneğinin bozulması şeklinde kendini gösteren hastalık, beynin ön kısmının bir darbeye maruz kalmasıyla ortaya çıkar. oysa erkeklerde konuşma bozukluğu beynin arka kısmında meydana gelen hasarlar sonucu oluşur.

ayrıca sol yarı küreleri zarar gören erkeklerde afazi hastalığının görülmesi, kadınlara oranla daha büyük bir olasılıktır. bu da erkeklerin konuşma yeteneği konusunda sol yarı kürelerine daha fazla yüklenmek zorunda kaldıklarını gösterir.

kadın ile erkek beyninin farklı yönlerini araştırırken modern yaşamın getirdiği yükümlülükleri bir kenara bırakıp, 50,000 yıl öncesine dönmekte fayda vardır. evrim tarihine bir göz atarsak, kadın ile erkeğin yüklendiği farklı sorumlulukların beynin gelişimini etkilediğini anlayabiliriz.

erkekler birlikte yaşadığı grubu düşmanlara ve vahşi hayvanlara karşı korumak, avlanmak, silah yapmak ile yükümlüyken, kadınlar barındıkları mekanın düzenini korumak ve çocuklara bakmak zorundaydı. bu iş bölümünün, doğal seleksiyon yoluyla kadın ve erkeği fizyolojik açıdan büyük ölçüde etkilediği düşünülüyor.

seks hormonlarının insan davranışlarını nasıl etkilediği konusunda bugüne dek gerçekleştirilen araştırmalar henüz pek çok soruyu yanıtlayamıyor. laboratuvar hayvanları üzerinde sürdürülen bu araştırmalar, ne yazık ki insanlar üzerinde denenmediği için gerçekleri ne denli yansıttığı bilinmiyor. görüntüleme tekniklerindeki gelişmeler ve beyni hasar gören kişilerde gözlenen davranış bozuklukları zaman içinde pek çok soruya yanıt getirecek.

 

Bu listeler ilginizi çekebilir!

üst bottom