aşk hikayeleri listesi için eklenen 25 entry bulunmaktadır.
 

seni sevip hissetmem için seni sahiplenmem gerekmiyor artık. yanımda olmasan da seni hissediyorum, seni hissettiğim kadar seninle oluyorum; baştan başa sen oluyorum..

ilk kez acı çekmeden özlüyorum seni… sen benim değilmişsin, bunu en çok yalnızlığımda anlıyorum… sen, seni üzen duyguları, kendi karanlığını seviyorsun.. sen, seni sevenleri sevemiyorsun.. sen imkansızlığı seviyorsun, ve imkansızlığın sana çektirdiği acıları.. oysa hayat bu değil.. sevmek bu değil..

sen asla birinin sahipleneceği olamazsın, izin vermezsin.. ve asla sahiplenemezsin birini.. senin sahiplendiğin yalnızca kendi korkuların, büyüttüğün yalnızlığın.. o derin kimsesizliğin... bana bulaştırdığın kimsesizliğin.. sevgi nasıl bulaşıcı ise hüzün ve nefrette öyle bulaşıcı.. şimdi kendimde senin izlerini taşıdığımı görüyorum. senin karanlıklarında yüzüyorum. ne kadar kendime kaçsam o kadar seni buluyorum... ve her seferinde senin boşluğundan çaresiz kendime, kendi çaresizliklerime dönüyorum..

sen beni unutmak için savruldukça, bende seni unutmak için kendi acılarıma alışmaya çalışıyorum...

sen şimdi o sahte öykülerinde ara yalnızlığını.. ancak hayat sahte öykülerde değil, yüzleşmekten kaçtığın gerçeklerde.. senin gerçeklerin kaçtığın yaşamında; güçsüz yanlarında, öfkende, sevinçlerinde, geçmişinde, baştan başa kendinde.. korktuğun yaşama dokunuşlarında, duygularında... bir kez olsun gir kendi gerçeklerinin ve yenilgilerinin arasına.. ve gör kendini yüreğinin aynasında...

seni sensiz sevmeye öyle alıştım ki.. artık sensizliği sana tercih eder oldu kalbim.. yarattığım masalımsı aşkımın yerine kimseyi koyamaz oldu kalbim.. ne zaman biri bana açsa yüreğini, o derin yaralarım açılıyor önüme.. beni bırakıp gittiğinde oluşan yaralar hala kanıyor..

 

zaman yine geceye, yokluğunun en ağır vurduğu saatlere doğru ilerliyor.
hayalin olanca netliğiyle sahnedeki yerini alıyor. her zamanki gibi çok güzelsin.
başkalaşıyoruz. teslim oluyorum sana bir kez daha.
seçeneğim yok aslında; ama olsaydı, böyle bir kaçışı bir an için düşünmeyi bile sana ihanet sayardım.
seninleyim yine, sen oldum. başkalaştıkça aslıma döndüm... sana döndüm, kendim oldum.
yokluğun en ileri boyutuyla tenime iyice sokuluyor, böyle bir yangında varlığını bütün güzelliğiyle duyumsuyorum.
her gece binlerce kez yinelenen bu sahnelerde yokluğun ne kadar yapıcıysa varlığın onunla yarışan bir serinlik oluyor yüzümde.
amansız bir çatışmanın ortasında nasıl korumasızım.
(seninleyim ve korumasızım, yalnızım... ne müthiş bir çelişkidir bu!)
gözlerimi kapatıyorum.
artık susma vaktidir.
bir yoksun, bir varsın; ama en çok yoksun. başım dönüyor.
sevgili(m) ! çiçeğim...! ey hayal!
seni seviyorum.

 

seni ezberlemeye çalışıyorum..
kendini bana bırak, senden alabileceğim hiç bir şey yok, hele senin haberin olmadan asla.. gözlerine dokunmak için ne kadar uzun zamandır bekliyorum, biliyor musun? ya saçlarını koklamak için. yasemin gibi kokuyorlar... belki de daha güzel. "böyle kokmayı nasıl başarıyorsun?" derdim hep, sen de bana, "sen koklamayı biliyorsun derdin"..

siyah saçların, yeşil çayırları anımsatan göz bebeklerinle buluşunca, ne kadar romantik duruyorlar.. öyle ezberlemek istiyorum ki seni, unutmak denen şey bile kıskansın. kirpiklerine baktıkça rimel olup bulaşmak geliyor içimden. bir fırça kadar bile şanslı bulmuyorum kendimi. ya da bir çorap kadar, bir ruj olmak bile düşmüyor payıma. dudaklarına yaslanmak ne güzel olurdu. ne güzel olurdu onlara pervasızca dokunmak...
seni ezberlemek istiyorum.

ellerinde kimsede olmayan bir hüzün var, yüzünde yaşayan her
duygu ellerine de bulaşmış sanki, incinmekten hiç korkmazdın sen.. ojelerin silinmiş, yarın onları yeniden süreceğim. kır çiçeklerini çok seversin, sana tazelerini toplamalıyım...daha çok şey var söylemek istediğim, ama dilime mühür vurdum sen konuş deyinceye kadar. sadece yüreğimle konuşuyorum. sadece yüreğimle...
bilmem ki kitap okumamı ister misin? en sevdiğin şey, boleroyu dinlerken kitap okumaktı...

küpelerini çıkarmışlar, aradım ama komedin de değiller, yüzüğünde yok, yer yarıldı içine girdi sanki. oysa ne kadar sevinmiştin sana evlenme teklif ettiğim o akşam hiç çıkarmayacağına da söz vermiştin.
sana sitem etmiyorum. bırak hiç değilse kendimle konuşayım.. sen beni yokmuş say..
ne tuhaf, o kadar güzel görünüyorsun ki, sanki başka bir yerdeymişiz hissine kapılıyorum.. beni azarlamak için neler vermezdin şimdi... keşke azarlasan. gözlerini çevire çevire bakıp "gene mi alışverişi eksik yaptın" demeni ne kadar sevdiğimi bilmiyorsun. ya da ne zaman futbol seyretsem, yüzünde beliren kıskanç ifadeye ne kadar hayran olduğumu. sana ait bir eşya gibi yanından hiç ayrılmasam ne kadar sevinirdin kim bilir. çok tatlısın, çok...

iş çıkışı yine geleceğim. daha ne kadar idare ederler ki...neyse sen bos ver bunları. keşke hiçbir sorumluluğum olmasaydı, her saniyeyi seninle geçirmek çok keyifli olurdu. ama işteyken hep seni hayal edeceğim bunu bil. tatlı tatlı şarkı söyleyişini, yaramaz çocuklar gibi gizlice çaldığın ıslıkları, kızdığında söylediğim muzur sözleri...

ayakların daha sıcak şimdi. yastığını da düzelttik mi tamam... burnundan öpmek istiyorum seni, ne kadar zarif bir duruşu var, hiç bu kadar düzgün olduğunu fark etmemiştim. garip, şu son birkaç aydır, seninle ilgili neler kaçırdığımı daha iyi anlıyorum. hemşire gelmek üzeredir canımın içi, birazdan annemler de gelecek, beni merak etme, ben seninim, hep senindim zaten. sesimi duyduğunu düşünüyorum. gözlerin kapalı olsa da gördüğünü...ellerin ezberlediklerini anımsıyor olmalı...

karanlıktan korkmana gerek yok. işık hep yanık kalacak. doktorlar bu gün olmasa da, bir gün komadan çıkabileceğini söylüyor. onlar seni tanımıyorlar ki.. ne kadar inatçı olduğunu, birbirimizi ne kadar sevdiğimizi, bir ay sonra kutlayacağımız evlilik yıldönümünü bilmiyorlar. onlara da hak vermeliyiz. burnundan öpüldün, dudaklarına değmeye kıyamadım yine...

 

-bu kadar mıydı ? diyordu kız. bu kadar mıydı sevgin ?
-delikanlı alaylı bir tavırla; ya ne sandın sevdiğimi mi ?
kız yıkılmıştı telefonda. bir şey söyleyemiyordu, ağlıyordu sessizce. bir ara delikanlı kızın hıçkırığını duydu;
- ne o niye konuşmuyorsun ? ağlıyorsun demek üzülme bu da geçer canım , yoksa ben seni bıraktım diye mi ağlıyorsun , olsun üzülme benim değil senin ayrıldığını söyleriz.
kız hıçkırıklar içinde çıkan sesiyle bardağı taşıran son söz dayanamadı.
- anlamadın mı sen ya da ben ne fark eder ben ayrıldığımıza ağlıyorum! sana, senin acınacak haline ağlıyorum!
oysa bunları söylerken bile seviyordu kız. daha önce de sevmişti ve hep sevecekti.
telefonu kapatırken delikanlı soğuk bir elveda, genç kız ise son defa gururunu ayaklar altına alarak hıçkırıklı sesiyle: seni seviyorum dedi.
delikanlı da kızı seviyordu niye yapmıştı. sevdiğini itiraf etmek için tekrar aradı ama geç kalmıştı. telefona cevap vermeyince kızın evine gitti. kalabalıktı kızın evinin önü, şaşırdı. ardından acı bir siren sesiyle irkildi. ağzının yanında kan bulunan soğuk bir ceset çıktı. delikanlı yıkıldı, gözyaşlarını tutamadı. elveda demişti bir kere, uyan dediyse de uyanmadı genç kız onu duyamazdı. bir ara kızın elinde ki buruşuk kağıt parçası dikkatini çekti. kağıtta ' sevipte ayrılanlara ibret olsun ' yazıyordu. delikanlı yıkıldı, bunca yaşananlardan sonra artık o da yaşayamazdı..

 

iki melek yeryüzünü dolaşmaya çıkmışlar. tabii insan kılığında... akşam olmuş. kentin en zengin semtinde lüks bir villanın kapısını tanrı misafiri olarak çalmışlar. ev sahipleri somurtarak büyür etmiş onları... yemek falan teklif etmemişler. sıcacık misafir odaları yerine buz gibi ve nemli bodruma iki şilte atıp "geceyi burada geçirebilirsiniz" demişler... siteleri betona sererken yaşlı melek duvarda bir çatlak görmüş. elini uzatmış söyle bir sürmüş yarığa. duvar eskisinden sağlam olmuş. genç melek "niye yaptın bunu" diye sormuş merakla... "her şey her zaman göründüğü gibi değildir" demiş yaşlı melek yavaşça.

ertesi akşam melekler bir köy evinde çok fakir ama çok iyiliksever bir aileye misafir olmuşlar... her şeyleri bir tanecik inekleri imiş. onun sütünü satıp geçiniyorlarmış. ev sahipleri mütevazı sofralarına almış onları. allah ne verdiyse beraber yemişler. yatma zamanı gelince kadın "siz uzun yoldan geliyorsunuz yorgun olmalısınız" demiş. "bizim yatakta siz yatın bir rahat uyuyun. biz şu divanda idare ederiz" güneş doğarken uyanan melekler zavallı adamla karışını iki gözü iki çeşme ağlar bulmuşlar. hayatta ki tek servetleri inekleri bahçede ölü yatıyormuş. genç melek öfkeden deliye dönmüş.

- bunun nasıl yaparsın. bu kadar iyi insanların yegane servetinin ölmesine nasıl izin verirsin.. önceki gece gittiğimiz villada her şey vardı ama kötü ev sahipleri bize hiç bir şey vermediler. sen onların bodrumlarını tamir ettin. bu fakir insanlar bizimle her şeylerini paylaştılar. şen ineklerinin ölmesine göz yumdun?...

- her şey her zaman göründüğü gibi değildir evlat.

demiş yaşlı melek gene...

- nasıl yani?...

diye daha da öfkeyle sormuş genç melek..

- her şey her zaman göründüğü gibi değildir evlat.

demiş yaşlı melek bir daha... ve anlatmış...

- ilk gittiğimiz zengin evinin o duvar çatlağının içinde yıllar önce saklanmış bir hazine vardı. ev sahipleri zenginlikleri ile çok mağrur ama hiç paylaşmayı sevmeyen insanlar oldukları için bu defineyi bulmayı hakketmemişlerdi. çatlağı kapayıp onları bu hazineden mahrum ettim. dün gece fakir köylünün yatağında yatarken ölüm meleği adamın karışını almaya geldi.. kadının hayatının bağışlanmasına karşılık ona ineği verdim. her şey her zaman göründüğü gibi değildir... işler bazen istendiği gibi gitmez göründüğünde aslında olan budur. eğer inançlı işen her iste bir hayır olduğunu düşünürsün. o hayrın ne olduğunu da bir süre sonra anlarsın..

 

yaşlı bir bey, sabah erkenden evinden çıkmış yolda ilerlerken, bir bisikletlinin çarpmasıyla yere yuvarlanmış ve hafif yaralanmış. sokaktan geçenler yaşlı beyi hemen en yakın sağlık birimine ulaştırmışlar. hemşireler pansuman yapmışlar, biraz beklemesini ve röntgen çekerek herhangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini söylemişler.
yaşlı bey huzursuzlanmış, acelesi olduğunu, röntgen istemediğini söylemiş. hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar; "eşim huzur evinde kalıyor, her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum" demiş. eşinize bir haber iletir, gecikeceğinizi söyleriz deyince, yaşlı adam üzgün bir ifadeyle "ne yazık ki karım alzeimer hastası, hiçbir şey anlamıyor, hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor" der...
hemşireler hayretle "madem sizin kim olduğunuz bilmiyor, neden her gün onunla kahvaltı etmek için koşuşturuyorsunuz?" diye sormuşlar...
adam buruk bir sesle; "ama ben onun kim olduğunu biliyorum" demiş..

 

Bu listeler ilginizi çekebilir!

üst bottom