aşk hikayeleri listesi için eklenen 25 entry bulunmaktadır.
 

bir sevda masalı.

bir söylenceye göre düşman iki ailenin çocukları olan ali ile zehra birbirine ölesiye sevdalıymışlar. iki genç daha çocukken ailelerinin düşmanlığına rağmen, gönül verip sevmişler biri birilerini. aşkları, gökle-yerin aşkı kadar büyük, çiçekle suyun-aşkı gibi temizmiş.

günler gecelere, geceler günlere akıp giderken, herkes aşkına göre almış hissesini hayatın pınarından.. yıllar su gibi akıp gitmiş, ve yöre de herkesin dilinde zehra kızın güzelliği söylenir, zehra kızın güzelliği konuşulur olmuş. ta.. topuğuna kadar inen saçları, simsiyah gözleri, inci dişleri, kıpkızıl dudakları, pembe yanakları ve tanrı heykelleri gibi kusursuz bedeni ile perileri kıskandıracak kadar güzel ve alımlıymış…

derken ali ile zehra büyüyüp evlenme çağına erişmişler ama evlenmelerine her iki tarafta bir türlü razı olmamış. iki düşman aile arasında kavgalar başlamış, günlerce silahlar patlamış…

zehra ile ali de çevrelerine aşklarını, birbirine bağlılıklarını kanıtlamak için evlerini terk edip iyi yürekli bir çobanın yardımıyla uzak bir vadideki mağaraya gizlenip yıllarca orada barınmışlar.

zehra'nın kardeşleri her yeri aramış taramışlarsa da hiç bir yerde izine rastlamamışlar. epey bir zaman yabani meyveler, bitkiler, kökler yiyerek ve geceleri çobanın köyden taşıdığı yiyeceklerle yaşamını sürdürmüşler...

dolunaylı gecelerde iki derin vadi arasındaki mağaranın önünde oturup, alt tarafından çağıl çağıl akan sulara bakarak dağlara, taşlara türküler yakmışlar.

zehra kızın saçları gece, gözleri yıldız, bakışları gökkuşağı'nı andırırmış. baktıkça rengarenk bir ahenk sararmış vadinin içini… her sabah gün burada aşkla başlayıp, aşkla bitermiş… kuşların inceden soluyuşu, ağaçların nazlı nazlı sallanışı, yaprakların hışırtısı bir başka güzelleştirirmiş çevreyi… renk renk, desen desen çiçekler içinde, pınarların da akışıyla bu renk ve ahenk harmonisi, iki gönül coğrafyasının ve iki yürek ikliminin mutluluğuyla uzayıp gitmiş günler.

genç adam sevdiği kıza her gün hayran hayran bakarak sazına sarılıp türküler dizermiş ırmaklara… dağ, taş dillenirmiş sesinde… sevdiğinin gözleri denizin incileri, dişleri mercan, saçları gecenin karanlığı, gülüşü bahar gülü kadar güzelmiş, güldükçe can gülleri saçılırmış dağa, taşa…

sonra zehra kızın kardeşleri iz sürüp yatmışlar pusuya. her şeyden habersiz dağlara, kayalara saz çalıp sevdiğinin ceylan gözlerine türküler söyleyen ali tek kurşunla kayadan aşağı yuvarlamışlar.

ağıt yakıp saçlarını yolan zehra kız ali'nin acısına dayanamayıp ümitsizliğe kapılarak oda kendini aynı uçurumdan aşağı bırakır.

ikisi yan yana gömülür. sonraları kızın baş ucuna ak, erkeğin başucunda al bir gül fidanı çıkar ve her bahar yeşerip biri ak biri kırmızı gül açarak birbirine sarılarak tekrar kavuşurlar hiç ayrılmamak üzere....

yel pınarın suyu gövdelerine değdikçe ağlamışlar, iri iri yaşlar süzülmüş yapraklarından… beyaz duvağını takıp tomurcuğuna, ağıtlar yakmışlar kayalara dönüp sırtını munzur dağına. ne zamanki acısı, ne zamanki hasreti işlemiş kayalara zehra kızın, paramparça olmuş kayalar, her parça kızıl bir ağ gül olmuş kanamış. yıllarca pınarlar kan akmış… tarifsiz bir acı çökmüş her yana…

işte o gün bu gündür her bahar birbirine kenetlenen bu iki çiçeğin olduğu yerde ağlama ve inilti sesleri duyulur geceleri… halk arasında mağaranın önünde gömülü olduğuna inanılan bu iki sevgilinin aslında ölmediklerinin, onların değişik zamanlarda değişik şekillerde göründüğüne dair rivayet edilir. halk arasında hala iki sevgilinin, iki çiçeğe dönüşerek yaşadıklarına inanan yörenin gençleri. bu söylentilerin de etkisiyle olacak ki, her bahar mağarayı ziyaret ederek dilek tutup kısmet ve murat duası ederler...

rüzgarın sesi bu yörelerde her gece yaşanmış efsaneleri fısıldar. bazen yaşlı bir ninenin anlattığı masalda dillenir, bazen de bir sazın tellerindeki ezgide..

 

sevgilisinin duygusuz olduğunu düşünenlere bir hikaye.

sabah uyandığında midesinde bir yanma hissetti.
yanmanın nedeni aksam yedikleri değil, uyanır uyanmaz bugün yapacaklarının aklına gelmesiydi.
bugün 2 yıldır götürmeye çalıştığı bir birlikteliği bitirecekti.
aslında bunu yapmakta geç bile kalmıştı.
bitmeli dedi içinden,her gün bu tatsız uyanış bitmeli.’
genç adam bunları düşünürken suratı şekilden sekile giriyordu.
sür'atle giyinerek dışarı çıktı.
bugüne kadar hiç bekletmemişti onu, simdi de bekletmemeliydi.
istanbul, soğuk ve yağmurlu bir nisan ayı yaşıyordu.
genç adam gökyüzüne bakarak iç geçirdi; ’bulutlar bizim yasayacaklarımızı biliyor. onlar bile ağlıyor halimize...’
buluşma vakti...

artık kadıköy iskelesindeydi. birkaç dakikalık beklemeden sonra karsıdan kız arkadaşının geldiğini gördü.
simdi midesindeki ağrı daha da artmıştı. beşiktaş’a geçtiler. yolculuk sırasında hiç konuşmadılar.
genç kız, sevgilisinin bu durgunluğuna anlam verememişti.
nereden bilecekti bugün ayrılık çanlarının çalacağını...
beşiktaş'a geldiklerinde bir kafe de oturdular.
genç kız anlamıştı sevgilisinin kendisine bir şey söylemek istediğini.
’bana bir şey mi söylemek istiyorsun’ diye sordu. genç adam gözlerini kaçırarak ’evet’ dedi.
genç kız heyecanlanmıştı, biraz da sinirlenerek ’söylesene, ne diye bekliyorsun’ dedi.
genç adam içini çektikten sonra ’sence biz nereye kadar gideceğiz?’ diye sordu.
genç kız, ’bunu sorma gereğini niye duydun?’ diye yanıt verdi.
genç adam söze başladı...
’’birkaç ay önce aksam 23:00 civarında sana telefon açıp senin için yazdığım şiiri okumak istemiştim.
sen bana ’sırası mi simdi canim ya, isin gücün yok mu?’ demiştin.
biliyor musun o an nakavt olan bir boksör gibi hissettim kendimi.
özür dileyip telefonu kapatmıştım.
daha sonra da bu şiiri benden hiç istememiştin.
geçenlerde hasta olup yataklara düştüğümde arkadaşlarımla birlikte sen de gelmiş, meralin ’sen şanslısın, sevgilin sana bakar’ sözüne ’işim yok da sana mi bakacağım, annen baksın’ demiştin.
hatırladın mı?’’
duygusalliği sevmem...
genç kız, ’biliyorsun ben duygusallığı sevmiyorum.
hem hasta bakici gibi göründüğümü de kimse söyleyemez’ diye yanıtladı. genç adam güldü, ’evet canim haklisin. zaten olmak istesen de bu kalbi taşıdığın sürece hasta bakici, hemşire falan olamazsın.
’ genç adam devam etti...
’bana şimdiye kadar kaç kere sabahın erken saatlerinde güzel sözcüklerden oluşan bir mesaj çektin? hiç...
hatta günün hiçbir saatinde çekmedin.
duygusallığı sevmeyebilirsin.
ama sen seni seven insanları da mutlu etmeyi sevmiyorsun.
halbuki ben senin tam tersine kendimden çok insanları mutlu etmeyi seviyorum.
seni tanıdığımdan beri her sabah, her aksam, her gece yani seni andığım her saat tatlı bir mesajım vardı senin için biliyor musun? seninle ben akla kara gibiyiz.
’ genç kız anlamıştı, ’yani ne istiyorsun benden şair olmamı mı?
’ genç adam tekrar gülümsedi içinden.
dün gece verdiği ayrılık kararının ne kadar doğru olduğunu düşündü.
’hayır’ dedi, ’şair olmanı istemiyorum.
olamazsın da...
biz ayrilmaliyiz.
ayrılırsak ikimiz için de en hayırlısı olacak.’ genç kız şaşırmıştı, ’neden ama? ben seni seviyorum. senin de beni sevdiğini sanıyordum.’ genç adam iç çekerek ’hayır canim, sen beni sevdiğini sanıyorsun.
eğer beni sevseydin simdi başka şeyler konuşuyor olurduk’ dedi.
genç kızın gözleri yaşarmıştı. genç adam cebinden çıkarttığı mendili uzattı, genç kız gözyaşlarını silerek
’sen bilirsin, umarım beni bir başkası için bırakmıyorsundur...’ dedi.
genç adam ’nasıl böyle bir şey düşünürsün, senden başka kimse olmadı ve uzun zaman da olacağını sanmıyorum’ yanıtını verdi.
genç adam ve genç kız iki sevgili olarak oturdukları masada artık iki yabancıydılar.
birkaç dakika sessizce oturduktan sonra genç kız, ’kalkalım istersen’ dedi.
genç adam ’ben biraz daha burada kalmak istiyorum, istersen sen kalkabilirsin’ diye yanıtladı.
genç kız ’tamam o zaman sana mutluluklar dilerim’ diyerek elini uzattı.
genç kızın sesi ve eli titriyordu. genç adam;
’istersen arkadaş kalabiliriz’ dedi ve birbirlerine son kez sarıldılar.
’ben doğru yaptim..."
genç adam doğru yaptığına inanıyordu.
eve döndüğünde yürümekten bitap bir haldeydi.
odasına girdi.
gece bitmek bilmiyordu.
sabah erken kalkıp işe gidecekti, uyumalıydı.
birkaç saat sonra uykuya dalmayı başardı.
sabah 7’de saatin ziliyle uyandı.
evden çıkacağı zaman cep telefonuna baktı, mesaj ve 10 cevapsız arama vardı.
yorgun olduğu için duymamıştı telefonun sesini. aramalar ve mesaj sevgilisindendi. heyecanla mesajı
açtı, şunlar yazıyordu:
sadece onlari sevmeyi sevdim,
hepsini onlarsiz yasadim da,
bir seni sensiz yaşayamiyorum,
bu aski tek kalpte taşiyamiyorum,
sana yemin güzel gözlüm,
bir tek seni sevdim,
ve seni severek öleceğim,
elveda birtanem...
genç adam şaşırmıştı.
onu tanıdığı günden beri ilk defa şiir alıyordu ve üstelik sabahın beşinde yazmıştı.
heyecanla onu aradı, telefonu yabancı bir ses açtı.
genç adam ’’nalan’ la görüşebilir miyim?’’ dedi.
ama karşısındaki ağlıyordu, hıçkıra hıçkıra hem de...
’ben onun annesiyim yavrum, kızım bu sabah intihar etti.
gece sabaha kadar birilerini arayıp durdu.
sabah odasının ışığını sönmemiş görünce girdim. yavrum kendini asmıştı.... yiğilip kaldi...
genç adam beyninden vurulmuşa döndü.
bir gün önceki mide ağrısının iki katını çekiyordu şimdi.
olduğu yerde yığılıp kaldı...
birkaç ay sonra iki doktor konuşuyordu hastanede.
doktorlardan biri diğerine karşıdaki hastanın durumunu soruyordu.
doktor yanıt verdi...’ha o mu? üç ay önce getirdiler. kendisi yüzünden bir kız intihar etmiş.
o günden sonra cep telefonunu elinden hiç bırakmamış.
devamlı bir şeyler yazıp birine yolluyor.
geçenlerde merak ettim.
o uyurken gönderdiği numarayı aradım.
numara 3 ay önce iptal edilmiş.
gelen mesajlarda bir şiir var.
bu adam duygusal mi bilmem ama benim anladığım kadarıyla şiiri yazan çok duygusal biriymiş...
"çevrenizdeki insanlarin ne hissettiği ya da ne düşündüğünden o kadar emin olmayin, bazen bir kalbin, içinde neler sakladiğini öğrendiğinizde her şey için çok geç olabilir..."

 

ölümsüz aşk.

genç kız yine acılar içinde odasında yatıyordu. henüz hayatının baharında ölümle yüz yüzeydi. babası onu kurtarmak için gazetelere ilan vermiş, para teklif etmişti. ama onun kalbinin teklemesi değil, kalbinin içindeki sızı ilgilendiriyordu. sevdiği aklına geldi bir damla yaş daha döküldü gözlerinden. ayrıldıklarından beri tam beş çile dolu yıl geçmişti. aslında sevgilerinin arasına o kahrolası para girmişti. hatırlıyordu da sevdiği ona bir keresinde:
- ben zengin değilim belki ama seni seven bir kalbim var. sana sadece onu verebilirim, demişti.

zaten sevgiye muhtaç birisi başka ne isteyebilirdi ki. kendisini sevmesi yeterdi.o en çok saçlarının dökülmesine üzülüyordu. çünkü sevdiği öpmüş koklamıştı saçlarını. her dökülen saç yüreğine bir hançer olup saplanıyordu. şimdi tek isteği sevdiğinin son anlarında yanında olmasıydı. ne olurdu onu bir kez daha görebilse, onu bir kez daha koklayabilse. bu düşünceler arasında uykuya daldı.

babası heyecanlı bir şekilde kızının odasına girdi. " müjde kızım,kalp bulundu " dediğinde kızının bir peri güzelliğinde, sevdiğinin özleminden ıslanmış yüzüne baktı ve çıktı odadan...

genç kız, bir hafta sonra kendine geldiğinde sanki başka bir dünyadaydı. içinde acayip bir his vardı. sanki bu dünya ona çok farklı gelmişti. aklına yine sevdiği geldi. kalbi eskisinden daha hızlı atmaya başladı. kalbi değişmişti ama sevdiğini eskisinden daha çok sever olmuştu.

bir gece ansızın uyandı uykusundan kalbi çok hızlı atıyordu. bu durum sürekli böyle devam etti.doktora gitti, durumunu anlattı. doktor:
- bir aya kalmaz geçer, demişti.
ama aradan aylar geçmesine rağmen durum aynıydı.

bir gün bahçeye çıktı çiçekleri seviyordu. kırmızı güllerin yanına gitti. kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. en çok kırmızı gülleri severdi. çünkü sevdiği ona benzediğini söylerdi hep. birden kapı çaldı. kapıyı açtı kimse yoktu. yere baktı bir mektup vardı ve onaydı. mektubu açtı ve kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. bu onun kokusuydu. koltuğuna zar zor oturabildi. zarfın içinden mektubu titreyen ellerle çıkardı ve okumaya başladı :
" sevdiğim, bugün sevdamızın altıncı yılı. seni hep sevdim. seninle ayrılmak zorunda kaldığımızdan beri, bir kalbe iki sevginin sığmayacağını bildiğimden ne birini sevdim ne de evlendim. her günüm çile ve azapla geçti. her gün sana şiirler yazdım, her gün şiirlerimi okudum ve her gün ağladım. tam beş yıl boyunca her gün yazdım, okudum, ağladım. bir gün önüme bir fırsat çıktı. bu fırsatı reddedip kendime daha fazla haksızlık edemezdim. belki seni unuturum diye senden çok uzaklara gittim. ama şimdi seni daha çok özlüyorum. her gece yanına geliyorum o masum yüzünü okşuyor yanaklarına öpücükler konduruyorum, sen uyanıyorsun benim geldiğimi anladığını sanıyorum ama sen o tatlı uykuna geri dönüyorsun. sevdiğim hep ben geldim senin yanına artık sen gel olur mu? kırmızı güllerimize iyi bak. ve artık unutma içinde seni senden daha çok seven bir kalbin var artık. ona iyi bak olur mu? kırmızı güllere ve kalbimize iyi bak. seni yanıma gelene kadar bekleyeceğim sevdiğim hoşça kal..."

 

süper bir aşk hikayesi.

bir kız ve bir delikanlı,bir motosikletin üzerinde (180 km) hızla gidiyorlar ve aralarında şöyle bir konuşma geçiyor;
kız : lütfen yavaşla, ben korkuyorum.
delikanlı : hayır,bak ne kadar eğlenceli.
kız : lütfen, lütfen, çok korkuyorum.
delikanlı : peki, beni sevdiğini söyle.
kız : seni çok seviyorum, lütfen yavaşla.
delikanlı : şimdi de bana sıkıca sarıl.
kız delikanlıya sıkıca sarılır;
delikanlı : şapkamı alıp, kendine takar mısın? başımı çok sıktı.
ertesi gün gazetelerde şöyle bir haber çıktı: motosiklet kazası;
motosiklet, fren arızası nedeniyle, bir binaya çarptı. üzerindeki 2 kişiden sadece biri kurtuldu. gerçek ise şöyleydi;
yolun yarısında, delikanlı frenlerin bozulduğunu anlamış ama bunu kıza belli etmek istememişti. bunun yerine, kızdan kendisini sevdiğini söylemesini istemiş ve kendisine son defa sarılmasını istemişti. sonra da kendi ölümü pahasına, kızın başlığı takmasını ve hayatta kalmasını sağlamıştı.

işte gerçek aşkin anlami da buydu.

 

bu kadar sevebilir misiniz?

biraz uzun gibi ama kesinlikle okurken farkına varmadan bitirmiş olacaksınız....

bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. o ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. gençtiler, çok genç... birbirleriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başardılar. ikisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... sırf birbirlerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...

okullarını bitirince hemen evlendiler. mutluydular hem de çok mutlu... bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi olmayınca, "bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur" diyerek devam ettiler hayatlarına. çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... "senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adam "hayır, ben senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep...

bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, "bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...." kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu, "mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma" mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....

hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı.
artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan. "ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama. "bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. projeyi kafamda çizdim bile. kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..." "sen istersin de ben hiç hayır diyebilir miyim?" diye yanıt verdi adam. "amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık...."

sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam amerika'ya giderken. her gün, her saat konuştular telefonla.
gözyaşları içinde kucaklaştılar hava alanında. fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: "canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. sen en iyisi o evi unut..."

mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. derdini söylemesi için yalvardı adama, "senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil döktü boş yere... yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...

bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, "artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı. "o, seni aldatıyor. iş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyor her öğlen. sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...." "sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın. onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın...

akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. inkar etmedi adam. zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama kadın, "defol" dedi nefretle...

ilk celsede boşandılar... modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. adamın, sevgilisiyle birlikte amerika'ya yerleştiğini öğrendi. bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin kalması için dua ediyordu.

aradan bir yıl geçti... her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "sen, buraya ne yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. "lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi genç kadın. kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: "hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. geçen yıl amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını. buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. ailesine de haber vermedi. birlikte amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. sana bu kutuyu vermemi istedi..." gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. hemen oracıkta ölmek istiyordu. eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. itinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. ilk kağıtta, "lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem" diyordu... sırayla okudu; "seni çok sevdim", "seni sevmekten hiç vazgeçmedim", "senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim." "fakat benim için ölmeni istemedim" "şimdi bana söz vermeni istiyorum." "benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... ve son kağıtta şunlar yazılıydı:

"sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım...."

 
üst bottom